Kitleleri Etkileme ve Yönlendirmede Dinin Rolü

Öteden beri kalabalıkları etkileme ve yönlendirmede en etkili unsur din olmuştur. Neden en etkili? Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir görevliye işinizi hallettirmek istediğinizde sizi pek dikkate almayabilir. Ancak üst mevkideki birinin selamı ya da sözüyle giderseniz, onun itibarı sayesinde, işinizi yapma olasılığı artacaktır. Selamını aldığınız kişinin mevkisi yükseldikçe, etki gücü de artar. Peki Dünyada en çok itibar gören varlık hangisidir?

Tanrı, hiçbir insanla karşılaştırılamayacak ölçüde büyük bir itibar görür. Onun bu itibarı ve insanlarda oluşturduğu etki, pek çok kişinin gözlerini kamaştırmaktadır. Onun sözüyle insanlara gittiğinizi bir düşünsenize! Reddetme ihtimali olan kaç kişi vardır? Bırakın reddetmeyi, büyük bir umut ve korkuyla yapılması istenilen şeyler yerine getirilir, hatta yeni nesillere öğretilir ve bir kısmı kıyamete kadar sürecek bir geleneğe dönüştürülür. Din aynı zamanda bu konuda en risksiz yöntemdir çünkü kalabalıklar tarafından herhangi bir direnç gösterilmez, kendiliğinden yayılır ve yayıldıkça güçlenir. Bu yöntem ile asırlar içerisinde güç ve menfaat elde edenlerin sayısı o kadar çok olmuştur ki!

Şu ayet, insanları bu duruma karşı uyarmaktadır:

“Ey insanlar!… Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı da sizi Allah ile aldatmasın” (lokman 33)

Allah’ın adını kullanarak güç ve menfaat devşirenler ve bu şekilde kalabalıkları yönlendirenler; genellikle şu yöntemi kullanırlar:

Önce birtakım şahısları yücelttikçe yüceltirler. Onlara insanüstü nitelikler atfederler. Çünkü Allah’ın insanlarda oluşturduğu etki ve itibarı paylaşabilmek için, O’nun üstün niteliklerini de paylaşmaları gerekir.

Yüceltildikçe yüceltilen bu kişilere birtakım kutsal(!) isimler verilir.

– Onların aynı anda iki yerde birden bulunabildikleri,

– insanları hastalıklardan ve belalardan korudukları,

– savaş uçaklarını elleriyle tuttukları,

– ölmüş dahi olsalar bağlılarına yardım edecekleri,

– istedikleri kadar insanı cennete sokacakları,

– Dünya’nın onlar sayesinde ayakta durduğu,

– bağlılarına tövbe verip onların günahlarını bağışladıkları,

– soğuğun ve sıcağın onları etkilemediği,

– denizin üstünde yürüyebildikleri gibi olağanüstü nitelikler anlatıldıkça anlatılır.

Bunların yanı sıra Allah’a çok yakın oldukları, Ondan mesajlar aldıkları, hatta haşa Allah’ın kendisi, yansıması ya da parçası oldukları, hiç günah işlemedikleri, konuştukları her şeyin Allah sözü olduğu da söylenen şeyler arasındadır.

Bu anlatılanlarla büyülenen insanlar, Allah’a daha yakın olmak, cenneti garantilemek, kaza ve belalardan korunmak ve umut ettikleri şeylere ulaşmak amacıyla onlara bağlanır. Koşulsuz bir bağlılıktır bu. Önlerinde eğilir, ellerini eteklerini öper, ne söylerlerse doğru kabul ederler. Tabii ki yalnızca bunlarla kalmazlar. Mallarını, canlarını, emeklerini bu şahıslar için seferber ederler. Bunun sonucunda, ortaya o gruplara ait şatafatlı lüks binalar, geniş arsalar, hatta bankalar ortaya çıkar. Güçlendikçe daha çok kişi tarafından tanınırlar. Güç insanları çeken, büyüleyen bir unsurdur. Bu aşamadan sonra dini bir gerekçesi olmasa bile sırf o güçten nemalanmak isteyenler bile bu gruplara katılırlar.

Birtakım şahıslara koşulsuz bağlılığa dayanan bu tür gruplar, yönlendirilmesi en kolay topluluklardır. Yüceltilen şahsın bir sözü, kalabalığın sözü; bir tercihi kalabalığın tercihi olabilir. İstişareye değil yönlendirmeye, tartışmaya değil mutlak itaate dayanan bir ilişki söz konusudur.

Olaya başka bir açıdan bakalım: Yöneticiler açısından en ideal, en iyi toplumlar; durumlarına rıza gösteren, ses çıkarmayan, isyan etmeyen topluluklardır. Ne kadar ihtiyaç içinde olurlarsa olsunlar, yoksulluk, açlık, aşağılanma içinde de kalsalar bile bu durumu kabullenen, hallerinden memnun kalabalıklar, yönetilmesi en kolay kalabalıklardır. Din, işte bu ideal ortamı sağlamak için de çok kullanılagelmiştir. Bunun en açık örneklerini Hinduizm’de görebiliyoruz.

Hinduizm’deki “kast sistemi” kalabalıkları disipline etmeye yönelik ve gönüllü itaate zorlayan bir sistemdir.

Bu sisteme göre toplum hiyerarşik olarak dört sınıfa ayrılır. En itibarlı sınıftan en alt sınıfa doğru kast sistemini şu gruplar oluşturur:

  1. Brahminler (Din adamları ve Bilginler)
  2. Kşatriyalar (Yöneticiler ve askerler)
  3. Vaisyalar (Tüccar, esnaf ve çiftçiler)
  4. Sudralar (Hizmetçiler)

Ve Paryalar (Hindu olmayanlar veya farklı gerekçelerle kast dışına itilenler): Bu gruptakiler, en alt kasta dahi kabul edilmezler.

Hindulara göre, bu kastlar dini inanç alanı içinde yer alır. İnsanlar daha doğmadan Tanrı tarafından hangi kastta olacakları belirlenmiştir. Tanrı tarafından belirlenmiş bir duruma itiraz etmek mümkün müdür? Tabii ki hayır! Bu inancı güçlendirmek için şöyle bir metafor üretmişlerdir: Kastlar, Tanrı Brahman’ın vücudunun çeşitli yerlerinden yaratılmıştır. Buna göre Brahminler(din adamları), Brahman’ın ağzından; Ksatriyalar(yönetici ve askerler) kollarından; Vaisyalar(tüccar, esnaf) midesinden; Sudralar(hizmetçiler) da ayaklarından yaratılmıştır. Dolayısıyla, hizmetçilerden oluşan Sudralar’ın görevi, diğer üst kaslarda olan insanların yükünü çekmektir. Bu onlara Tanrı tarafından (!) verilmiş bir görevdir.

Peki çok çalışarak ya da farklı yollarla bir üst kasta geçmek mümkün müdür? Hayır, ölene kadar bu mümkün değildir. Fakat reenkarnasyon ile insanlar ölmekte, sonra tekrar dünyaya gelmekte, tekrar ölmekte ve tekrar doğmaktadırlar… Bitip tükenmeyen bu döngüye samsara çarkı denir. Samsara çarkı gereği, kişi öldükten sonra bir sonraki hayatında daha üst bir kastta dünyaya gelebilir. Peki bu nasıl olacak! İşte bu, kişileri sessiz kılan, her haksızlığa ve sömürüye rıza göstermeye iten bir cevaptır. Eğer bu yaşamınızda, itaatkar olur, kastınızın gereklerine uygun hareket ederseniz bir sonraki yaşamınızda daha üst bir kastta dünyaya gelebilirsiniz. Eğer böyle olmaz, isyan eder, kastınızın gereklerini yerine getirmez, üst kaslara geçmeye çalışırsanız; bir sonraki yaşamınızda daha alt seviyedeki bir kastta, yahut parya olarak ya da bir hayvan, bir böcek olarak dünyaya gelebilirsiniz.

Görüldüğü gibi din, asırlar boyunca kalabalıkları yönlendirmek, onlardan güç ve menfaat elde etmek, onları disiplinli ve itaatkar hale getirmek gibi amaçlarla kullanılagelmiştir. Bu amaçlar doğrultusunda vahye dayanan dinlerde bile, zaman zaman insan eliyle hurafeler, uydurmalar ortaya çıkmış, ekleme veya çıkarmalar yapılmıştır. Bu nedenle ana kaynaktan kopmamak, aklı kullanmak, düşünmek, sorgulamak, araştırmak çok önemlidir. Kurandaki ayetlerde sık sık delilin önemi üzerinde durulur. Farklı iddialar karşısında “bir deliliniz var mı”, “delilinizi getirin” denir. Düşünmeye ve aklı kullanmaya vurgu yapılır. Onlarca yerde “hiç düşünmez misiniz”, “hiç aklınızı kullanmaz mısınız” diye geçer. Şahısları yüceltmemeye, onlara koşulsuzca bağlanmamaya vurgu yapılır. Allah’ın bütün insanlara şah damarlarından daha yakın olduğu; sadece Allah’tan medet beklemek, kurtuluş ümidi ile sadece O’na bağlanmak gerektiği vurgulanır. Aşağıdaki ayetler bu eksende dikkate alınabilir:

7A’raf/194-Allah’ın yanı sıra yalvarıp yakardıklarınızın hepsi sizin gibi kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler.

7A’raf/195-Onların yürüyecek ayakları mı var? Yahut tutacak elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var, ya da işitecek kulakları mı var? De ki: “Haydi, çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun da bana göz açtırmayın bakalım!”

7A’raf/196-Çünkü benim velim, Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.

7A’raf/197-Allah’ın yanı sıra yalvarıp yakardıklarınız size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.

10Yunus/18-Allah’ın yanı sıra kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere kulluk ediyorlar ve “İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a göklerde ve yerde O’nun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz!? O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”

39Zümer/36-Allah, kuluna yetmez mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.

12Yusuf/40-“Sizin Allah’ın yanı sıra kulluk ettikleriniz, Allah’ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”

“Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (e fe la ta’kilun): Bakara 44, Al’i İmran 65, En’am 32, A’raf 169, Yunus 16, Hud 51, Yusuf 109, Enbiya 10, Enbiya 67, Mü’minun 80, Kasas 60, Saffat 138

17İsra/36- “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”

You may also like...

1 Response

  1. Tugrul Akbulut dedi ki:

    Allah razi olsun cok güzel bir hazi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir