İlahi Adalet, Yalnızca Ahirette Mi ve İlahi Cezalandırma Mı?

İLAHİ ADALET, YALNIZCA AHİRETTE Mİ VE İLAHİ CEZALANDIRMA MI?

(Aşağıdaki yazı, sosyal medyadaki paylaşımlar üzerine gelen sorulara verilen cevaplarımdan derlenmiştir.)

İnsanın en önemli içdisiplin sağlama ve motivasyon aracı; geleceği düşünmesi, işin sonuna, diğer bir ifadeyle ilahi adalete, hesaba kitaba inanmasıdır. Böyle bir insan, dürüst olur; keyfi davranmaz, sonucu göz ardı ederek anlık hazlar peşine düşmez, bir başkasının zarar göreceği yerde kişisel menfaati gözetmez.

Söylediği ve söyleyeceği, yaptığı ve yapacağı, yaşadığı ve yaşattığı şeyleri, yaptıklarının ve yaşadıklarının sonuçlarını ciddiye alır. Yalnızca bunlar bile insanı dimdik ayakta tutar. Bu bilinç, elbette anı göz ardı etmek veya hiçe saymak anlamına gelmez. Geçmişi unutmamak, anı yaşamak ve geleceği/işin sonunu (evvelin karşıtı ahir/eti) dikkate almak, her akıllı ve sorumlu insanın bilincinde olduğu üst değerlerdir.

İlahi adalete inanmak; birileri görsün veya bilsin diye, birilerinden alkış veya ödül almak için yahut ileride başa kakmak için değil, hiç kimseden bir beklenti içine girmeden, yapılan işin olumlu olası sonuçlarını dikkate alarak, Allah’ın hiçbir şeyi karşılıksız bırakmayacağı inancıyla doğru işler yapmaktır.

Kabul etmek gerekir ki çok az insan, ‘insani ve ahlaki değerler’in doğru olduğuna inandığı için sorumlu davranır. Birilerinden ödül beklentisi içine girdiği veya birilerinin cezalandırmasından korktuğu için değil, doğru, iyi ve faydalı olduğu için söylem ve eylemlerini icra eder.

İlahi adalet bilinci, insana ciddi bir otokontrol (özdenetim/içdisiplin) kazandırır. Çünkü bu bilinç, davranışlarının sorumluluğunu başkasına yıkma kolaycılığına karşı bir iç sorgulama ve uyanıştır.

İnsana, hayvana ve doğaya karşı insanlık dışı ve barbarca davrananlar; yaptıklarının sonuçlarını düşünmedikleri, göz ardı ettikleri veya es geçtikleri için, kendi yangınlarını kendileri ateşlemekte kendi iplerini kendileri çekmekte, kendi zindanlarında kendi kendilerini zincirlemektedirler.

“İlahi adalet”, ahiretteki hesabın dünyada ve ahiretteki karşılığı… Dünya’da ve ahirette adaletin gerçekleşmesi…

İlahi adalet bilinci, insana sorumluluk düştüğü durumlarda konuyu, Allah’a veya ahirete havale etmek elbette değildir.

‘İlahi adalet’ten söz ettiğimiz zaman, bu ifade, genellikle “ilahi cezalandırma” diye anlaşılmaktadır. Aşağıdaki örneklerde olduğu gibi, bu kavramı, “sistemin belli kurallara bağlı olarak işlemesi” biçiminde yorumlasak, sanki daha anlaşılır; şu gerçeği göz ardı etmesek daha doğru olacak.

Kur’an’da, din dili, Allah merkezlidir; daha doğrusu özellikle sosyal ve doğa olaylarının işleyişi konusunda Allah merkezli “teosentrik” bir dil hakimdir. Örneğin,

“Allah, yağmuru yağdırandır” (Şura, 42/28) ifadesi, ‘Hangi koşullarda yağmurun yağacağını (yağmurun oluşum sistemini) belirleyen O’dur’ anlamındadır.

“Gemileri hizmetinize veren O’dur.” (Hacc, 22/65) ifadesindeki verilmek istenen mesaj, ‘Gemiyi kullanmayı öğreten doğrudan Allah mıdır, yoksa geminin hareket etmesini sağlayan koşulları (sistem) oluşturan ve aklı lütfeden O mudur?’

“Gemileri yürüten O’dur.” (İsra, 17/66) ‘Biliyoruz ki gemileri yürüten bir sistem vardır, o sistem olmazsa bu gerçekleşmez; bazısı motoruyla, bazısı rüzgar gücüyle… Geminin batmaması ve hareket etmesi, Allah’ın suya bahşettiği kaldırma kuvveti yasası; itme gücü, suyun ve geminin yoğunluğu, geminin tasarımı gibi pek çok etken ve insana bahşettiği akıl ile mümkün olmaktadır.

“Allah izin (fırsat) verirse, yarın şunu yapacağım. Sınavlara çalıştım ve Allah’ın lutfuyla başardım. Allah karşılaştırdı. Allah yardım etti, şu hastalıktan kurtuldum” gibi tümceler, günlük hayatta kullanılan Allah merkezli dilden yansıyan bazı örneklerdir.

İlahi adalet, kaçınılmaz sonuçlardır. Kur’an’da “hak ve adalet” vurgusu hakim olduğu için, bu değerleri ihlal edenlerin başlarına gelen olumsuz sonuçlara dair örnekler öne çıkmıştır.

“42 – Onlar, (hakikate her fırsatta muhalefet edenler,) eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, onun rehberliğine, (önceki) toplumlardan daha çok bağlanacaklarına bütün güçleriyle yemin ederler: İşte şimdi onlara bir uyarıcı geldi, ama (onun çağrısı) onların sadece nefretle uzaklaşmalarını artırdı.

“43 – Yeryüzünde büyüklük taslama(larını) ve kötü tuzak(lar) kurma(larını artırdı.) Kötü tuzak, ancak sâhibine dolanır. Onlar öncekilerin yasasından (sünnet: değişmez yasa) başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın yasasında (sünnet: değişmez yasa) bir değişme (tebdil) bulamazsın; Allah’ın yasasında (sünnet: değişmez yasa) bir sapma (tahvil) bulamazsın.” Fatır, 35/42-43

Halk kültüründe, “ilahi adalet” kavramının kullanımında, genellikle “Kötülük yapan, kötülük bulur” yönünde bir anlam hakimdir. Ancak kavram, sosyal, fiziksel ve biyolojik etki – tepki yasasını dışlamaz, bunları da kapsamına alır.

İşte örnekler:

Hastalıkların çeşitli nedenleri var.

1 – Kötü beslenmek, hijyene dikkat etmemek, yaşlılık, iklim koşullarına bağlı direnç kayıpları, genetik sorunlar,…

Biyolojik ve fiziksel  açıdan kaçınılmaz sonuçlar:

“Kötü beslenirsen veya hijyene dikkat etmezsen hasta olursun.”

“İnsan bedenine, onun dayanma gücü üzerinde basınç uygulanırsa, beden zarar görür.

2 – Akıllı, dürüst ve sorumlu yaşamamak.

İnsan, akıllı, dürüst ve sorumlu olmayınca da sağlık sorunları yaşar.

Yalan söylemek strese, stres psikolojik sorunlara yol açar.

Psikolojik sorunlar ise vücut sağlığını olumsuz yönde etkiler.

İnsani ve ahlaki değerleri çiğneyenler için kaçınılmaz sonuçlar:

Kendilerini zayıf hissederler.

Özgüvenlerini gitgide kaybederler.

Moral ve ahlaki değerlerini kaybederler.

Onlara duyulan güven azalır ve gitgide yok olur.

İçlerine korku düşer.

Toplum nezdinde kınanır ve yasalar önünde ceza görebilirler.

O yüzden, bütün toplumlarda sorumluluk sahibi insanlar, çocuklarını veya 7’den 70’e muhataplarını sorumlu davranmaya çağırdıkları zaman, “Sorumlu davran! İşin sonunu (evvel sözcüğünün karşıtı ahir/eti) düşün, geleceği düşün, yarını düşün!” derler.

Sorumlu davranmayınca, işin sonunda ne olur? Başarısızlık, haksızlık, kötülük; suç işleyince ceza, vb.

İşte bu sonuç, ilahi adaletin ortaya çıkmasıdır. Ne var ki, her zaman bu sonuçlar, hemen ortaya çıkmaz. Çeşitli nedenlerle bazı insanlar, haktan hukuktan kaçmak isterler. Bu durumda haksızlığa uğrayanlar, haklarını ararlar. Bu hakkın gerçekleşmesi için mücadele ederler. İşte Müslümanlara saldıran ülkelerle ilgili olarak Kur’an’da, “Sizin ellerinizle onlara azap etsin/cezalandırsın, ….” diye ifade edilmiştir.

Bu ifade, sorumluluğu, ‘Allah’a ve ahirete havale etmemek’ anlamına gelmektedir. “Azap (ceza), küçük düşme (değer yitimi), hak kaybına uğrayan insanların haklarını geri kazanmaları, hakkaniyete inananların huzura ve feraha kavuşmaları ve içlerindeki öfkenin dinmesi, evet tüm bunların gerçekleşmesi, hakka inananların çabasına ve mücadelesine bağlı olarak gösterilmiştir. İşte konuyla ilgili ayet, bu gerçeğe işaret etmektedir:

“Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü’min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin.” (Tevbe, 9/14-15)

Diğer taraftan, insanlar yaşadıkları olumsuz gidişatı değiştirmek için mücadele etmeden Allah, onların durumunu değiştirmez. Kısaca, sizin yerinize, Allah sizin hakkınızı aramaz. Önce hakkınızı siz aramalısınız, Allah de böyle durumda değişme iradesine ve çabasına destek olacaktır.

Gerçek şu ki, insanlar kendi dünyalarını değiştirmeden Allah onların durumunu değiştirmez.” Ra’d, 13/11

İnsanlar, üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmedikleri zaman, kuşkusuz Allah, bunu kendi iradesine uygun zamanda gerçekleştirir.

İnsanın ilahi adalet bilinci güçlü değilse, Allah inancı da güçlü değil…

Bilinç, “vicdanın devrede olduğu bilgiye dayalı farkındalık” anlamına geliyor. Bilinç, bütünüyle salt bilgi veya inanç değil.

Dünya ekseninde baktığımız zaman, dikaktli bir gözlem yaparsak ilahi adaleti sık sık görebiliriz, bunun için çok iyi bir gözlemci olmamız, sosyal olayları, acele etmeden sabırla doğru okumamız gerekir. İlahi adaletin kişiye ve topluma yansımaları, kişinin ve toplumun geçmiş arka planına, bilincine, kapasitesine, gücüne, deneyimine, elindeki imkan ve fırsatlara göre değişebilir. Aralarındaki korelasyonu, bu çok karmaşık ilişkileri tam bilmediğimiz için eksik okuruz.

Birkaç örnekle konuyu açayım. İftira atan, başkasının canına ve malına kasteden, insanların arasını bozan, yakıp yıkan kişileri ve toplumları düşünelim. Ailede ha bire kardeşine zarar veren kişi, hem kendi içinde, hem de aile, akrabalar ve komşular nezdinde ciddi yıkımlar yaşar. Kuşkusuz bu yıkım, verilen zararın büyüklüğüne göre değişir; ailede istenmez veya güvenilmez. Çalışıyorsa, işten atılır, atılmasa bile ona güven duyulmaz. Öğrenci ise başarılı olmaz. Evli ise evliliği sarsıntı geçirir. Tüm bunlar, her zaman gerçekleşmez elbette. Ancak yaptıklarının frekansı arttıkça, saygısızlıktan dışlanmaya, şiddetten hapse kadar hepsini yaşaması mümkün.

Bir an için, her türlü kötülüğü yapan insanların hiçbir olumsuzluk yaşamadığını düşünelim. Kişinin kendi içinde kaos, güvensizlik ve korku yaşayacağını; günden güne yaptığı kötülüklerin frekansının ve çapının artması durumunda, bir gün mutlaka bir duvara toslayacağını düşündürür. O yüzden, “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.” “Ne ekersen onu biçersin” “Rüzgar eken fırtına biçer.” gibi özdeyişler, hemen her kültürde göze çarpar.

Trafikte sarhoş araç kullanan birinin kaza yapma olasılığı çok yüksektir. Öfkesinin kontrol edemeyen birinin, başına iş açması kaçınılmazdır. Nasıl ki doğada değişmez fizik yasaları ve ölçmekte zorlandığımız kuantum yasaları varsa, toplumsal yaşamda da “sosyolojik yasalar” söz konusudur. Bunların bazısı, mekanik yasalar, bazıları ise kuantum yasaları gibidir. Bazısının sonucunu hemen kestirmek olasıdır, bazılarının sonucunu bilmek ise, çok karmaşık sistemlerden dolayı pek kolay değildir. Şehir içinde 150-200 km/sn hızla giden birinin bir yerlere veya birilerine çarpıp zarar vereceğini bilmek için kahin olmaya gerek yoktur.

Bu nedenle ilahi adalet, yalnızca ahirete/ölüm sonrasına özgü değil.

Başınıza gelen her musibet (felaket, bela, olumsuz bir durum) kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin bir ürünüdür; bununla beraber çoğunu da Allah affedicidir.” Şura, 42/30

Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük de kendi (yanlışların yüzü)ndendir…” Nisa, 4/79

Olumlu veya olumsuz olarak yaşadığımız her şey, kendi seçimlerimizin bir sonucudur. Yaşadıklarımızı hayali dış etkenlere (fal, büyü, şans/sızlık, nazar, uğur/suzluk) bağlamak yerine yaptıklarımıza ve yapmadıklarımıza bağlamak daha gerçekçi ve daha geliştiricidir. Hem kendi iç dünyamızda hem de dış dünyada yaşanan olumsuzlukların sorumlusu yine insanların kendileridir; Allah da daha sorumlu davranmaları için seçimlerimizin sonuçlarını bize tattırmaktadır:

Yaptıkları işlerin bir bölümünü onlara tattırsın diye insanların ellerinin yapıp-ettiklerinin karşılığı olarak, karada ve denizde ekolojik bozulmalar ortaya çıktı. Böylelikle belki ders alıp dönerler.” Rum, 30/41

Allah, dünya hayatında da, ahirette de hakka inananları koruyup kurtaracağını, hak karşıtlarına ise ilahi cezayı (azap) vaat etmiştir. Örneğin, “dünyada ödülden” (Nahl, 16/97,41,30; Yunus, 10/64; Zümer 39/10); “dünyada cezadan” (Secde, 32/21; Bakara, 2/114; Zümer, 39/26; Fussilet, 41/16) söz etmiştir. Demek ki yaptıklarımızın karşılığı (ceza), yalnızca ahirete özgü değildir. Her insanın tüm geçmişini, bildiklerini, bilmediklerini, yapıp ettiklerini, ertelediklerini, içini ve dışını, gücünü, eline geçen imkan ve fırsatları tam bilmediğimiz için, onunla ilgili durumu, “çözülmesi zor karmaşık durumlar ve ilişkiler” kapsamında görüyoruz.

“Bazı insanlar, yaptıklarının sonuçlarını hemen yaşamıyor” gibi bir banal ve yüzeysel bir açıklama ile genel bir yargıya varmak, insanların ve toplumun iyiliğine olmayacaktır. Çünkü insanlar, ya haklarını kararlı bir iradeyle ve çabayla aramamakta, ya da böyle kişilerin tüm hayatlarına vakıf olmadığımız için onlarla ilgili doğru bir vargıya varamıyor, onlara bir süre tanınıp tanınmadığını bilemiyoruz. (Onlara bir süre tanıyoruz: Al-i İmran, 3/178; Fatır, 35/37; A’raf, 7/182-183; Ra’d, 13/32; Hacc, 22/44,48; Kalem, 68/44-45; Meryem, 19/84; Mü’minün, 23/55-56; Bakara, 2/214; Al-i İmran, 3/142; Tevbe, 9/16; Ankebut, 29/2; Muhammed, 47/29)

‘İlahi adalet’i salt bir ödül-ceza mekanizmasına indirgemek, çok büyük bir basitlik ve safdillik olur.

Düşünsenize, vatandaş, insanların canına, onuruna ve malına kastetmiyor. Neden? Allah cezalandıracak diye… Böyle bir durumda, kötülüğün kötülüğünden emin değil. İyilik yapıyor, dürüst davranıyor. Neden? Allah, onu cennete koyacak diye. Yaptığı iyiliğin iyilik olduğundan emin değil. Böyle kişi, şu gerçeği göz ardı etmektedir:

Bir insan neden İslam’ı seçer? Kitapta yasaklanan kötülükler, bu kişiye göre, İslam’ı seçmeden önceden de kötüdür; Kitapta önerilenler, İslam’ı seçmeden önceden de ona göre iyidir. O yüzden, İslam’ı seçmiştir.

Sonuç olarak, Müslümanlar, öncelikle Allah‘ın cezalandırmasından korktukları için değil, kötülüğün kötü/zararlı/ahlakdışı olduğuna inandıkları için kötülüklerden uzak durmalılar; ama yanlış ve kötülük yaptıkları zaman da, Allah‘tan korkmalılar. Bu korku, yaptıklarının bedelini bir şekilde ödeyecekler anlamındadır. Yine öncelikle Allah‘tan ödül bekleyerek değil, doğruların ve iyiliklerin doğru/iyi/faydalı/ahlaki olduğundan emin oldukları için doğru ve iyi olanı yapmalılar. Doğru ve iyilik yapınca da Allah‘ın yardım edeceği veya buna uygun bir karşılık vereceği konusunda umutvar olmalılar. Yaptıkları iyiliklerin bir gün, bir yerlerde karşılarına çıkabilme olasılığını göz ardı etmemeliler. Tıpkı balık bilmezse halık (yaratan) bilir gibi.

Konu hakkında daha fazla bilgi için bkz.

Hak ve (İlahi) Adalet Bağlamında Evrensel Ahlak

Vicdan – Empati – Ahlak – İlahi Adalet

Ahiret (Cennet) İçin mi Çalışmak Gerekiyor ve İlahi Adalet

Cennet ve Cehennemin Rasyonel ve Ahlaki Temelleri

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir