Öğretmenler Günü Veya Arkada Hoş Bir Sadâ Bırakmak

ÖĞRETMENLER GÜNÜ VEYA ARKADA HOŞ BİR SADÂ BIRAKMAK

Gerçek öğretmen; düşünmeyi ve sorgulamayı öğreten, dünyayı tanıyan ve tanıtan, hayatın reel sorunlarına ve sıkıntılarına, hak ve adalet ekseninde bilgiye ve belgeye dayalı çözümler sunan insandır.

Eğitim ve öğretim, ülkenin en temel aydınlanma yoludur. Aydınlanmadan rahatsız olanlar, bilgiyi ve emeği küçümseyenler, sömürü ve istismar çarkının baş mimarlarıdır. Halkımız eğitim ve öğretimi, kısa vadede salt iş ve gelir kapısı olarak görmemeli; böyle bir durumda, eğitimin ve insanın kalitesinin düşmesi, toplumsal aydınlanmanın ve gelişmenin gecikmesi kaçınılmazdır.

Her zaman ve her yerde nitelikli ve çalışkan öğretmenlere ihtiyacımız var. Bu ise, öncelikle üniversitelerin nitelikli olmasıyla mümkün…

Umarım öğretmenlerimiz, insan hayatı ve kendi alanları konusunda daha bilinçli ve sorumlu, kötülükler konusunda daha duyarlı, sorunlar konusunda daha barışçıl ve ülke için daha dostça ve kardeşçe bir tutum sergiliyorlardır.

Öğretmenleri mutlu edecek en güzel tavır, öncelikle alan içinde yer alan eğitim uzmanlarını anlamak ve onlara kulak vermek olmalı.

Herkes bildiğinin öğretmeni, bilmediğinin öğrencisidir. Bir ömür boyu aydınlanmak ve aydınlatmak hepimizin görevi…

Hayat şartlarının zorunlu bir sonucu olarak sorumluluk sahibi herkes, bir şekilde hem öğretmenlik hem de öğrencilik yapmaktadır

Aydınlık gelecek, ancak aydınlığa susamış gençlerle kurulacaktır.

Rasyonel ahlak, hak ve adalet gibi temel değerler kılavuzumuz olduğu sürece, önümüz aydınlık olacak, geleceğimizden umutlu olacağız.

Dürüst ve erdemli bir hayat adına çevresini ışıtan ve aydınlık bir gelecek için büyük gayret gösteren tüm öğretmenlere saygılar, sevgiler ve başarılar diliyorum.

Tohum ek, lütfen çakma (hibrit) olmasın!

Ağaç dik, lütfen yararlı olsun.

İnsan eğit, hak ve adalet merkezli olsun.

Lütfen beyin yıkama!

Bir Çin atasözü der ki:

Bir yıl sonrasını düşünüyorsan; tohum ek.

On yıl sonrasını tasarlıyorsan ağaç dik.

Yüzyıl ötesinin hesabını yapabiliyorsan insan eğit.

Bir kez tohum ekersen, bir kez ürün alırsın.

Bir kez ağaç dikersen, on kez ürün alırsın.

İnsanları bir kez iyi eğitirsen yüz kez ürün alırsın.

Birisine bir kez balık verirsen bir kere doyar;

Ona balık tutmasını öğretirsen ömür boyu doyar.

📚

İSTEK Vakfı, Özel Kemal Atatürk Lisesi’nde, 24 Kasım 1998 tarihinde

“Öğretmenler Günü” münasebetiyle yaptığım konuşma:

Öğretmenler Günü‘nü kutlayacağız. Ama nasıl? Doğrusu ben de bilemiyorum. Bugünü dünden ayıran yeni bir şey de göremiyorum. Doğal olan kutlama, bir yerlerden mutluluk haberi alma veya yeni kazanımlar elde etme sonucu gerçekleşir. Öğretmenlerin bugün siyasal, ekonomik, yasal ve sosyal statülerini yükseltecek kazanımlar elde ettiklerine dair elimde bir bilgi bulunmamaktadır. Yapay mutluluk arayışları, beni bir şeyleri sorgulamaya, sınırları zorlamaya itiyor. Eğitici ve öğretici konumda olan öğretmen, kendi gününde bile öğrencilere ve halklara kendi gerçeğini anlatamıyor. Sınıftaki rolünü burada da oynamak, değişmeme arzusudur. Öğretmeni tanımak için bugün ülkenin her tarafında yaşananlara bakmak, yapılan konuşmalara, gösterilere ve yürüyüşlere bakmak yeterlidir. Şöyle ki, son beş yılda yapılan kutlamalardaki benzeyiş ve farklılıkları görmek öğretmeni tanımamızı sağlayacaktır.

Ne diyorsunuz? Öğretmen büyüktür, öğretmen yücedir, öğretmen saygındır diye ben de aynı söylemler içinde mi olayım? Ya da içimden gelenleri mi dile getireyim? Elbette ki içimden gelenleri söyleyeceğim. Bir çoğumuzun hoşuna gitmese de bildiğim ve doğru olduğuna inandığım şeyleri ortaya koyacağım.

Bakın Mustafa Kemal Atatürk, 1929’da diyor ki:

“Büyük olmak için, kimseye iltifat etmeyeceksin; hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek ne ise onu görecek ve hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacak; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, ama sen bunlara dayanacaksın, önüne sonsuz engeller yığacaklardır. Kendini büyük değil, küçük ve insanlardan yardım gelmeyeceğini düşünerek bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyüksün derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.”

Öğretmenler Günü‘nde eğitim ve öğretim sorunları ve alınan mesafe üzerinde durmak istiyorum. Öğretmenin sorunları nelerdir?

Herkes gibi öğretmenin de onlarca sorunu vardır. Öğretmen şikayetçidir. Ekonomik statüsü, sosyal statüsü yeterli düzeyde değildir.  Sınıftan şikayetçidir. Dersini anlatmaktan ziyade sınıfı susturmakla meşguldür. Halbuki onun görevi sınıfı konuşturmaktır. Ama o, sınıfı konuşturamamakta, öğrenciler ise kendi aralarında birbirleriyle konuşmaktadırlar. Sınıfı konuşturmak zor iştir. İpin ucunu kaçırabilirsiniz. Sınıfla diyaloga girdiğinizde, denetimi sağlamak zordur. Sınıfa konuşma özgürlüğü vermek, sizi zor durumda sokabilir. Gelebilecek her soruya yanıt vermek de kolay değildir. Ama her öğretmenin böyle bir çabanın içinde olması birbirlerinin işini kolaylaştıracak ve sınıfı böylesi bir atmosfere alıştıracaktır

Ülkemizdeki pek çok öğretmen, öğrencinin üretken olduğuna, olabileceğine inanmaz. Bunlar mı, derler. Onların aradığı öğrencileri önlerine getirseniz de, onlar yine tartışmak ve sorgulamaktan acizdirler. Hazırlıksız gelen bir öğretmen, kendisini sorgulayan öğrenciye nasıl tahammül edebilir ki! Sonra ortada bir gerçek var ki pek çok öğretmen, işsiz kalmamak için bu mesleği seçmiştir. Günümüzde bir baltaya sap olmayan, olamayan ve uygun diplomaya sahip olanlar çoğu defa öğretmenlik, öğretmenlikte başarılı olamayanlar genellikle idarecilik yapmaktadırlar. Yoksa öğretmenler, dersi kaynatma yoluna, öğrencilerini susturma yoluna, derse geç gitme yoluna, öğrencilerden hoşlanmama, onlardan ümitli olmama yoluna giderler mi? Bütün bunlar, ülkemizdeki eğitimin genellikle kitaplarıyla zengin ve doğru olmayan bir içerik, verimli olmayan bir üretim, ayakları yere basmayan eğitim, halka indirgenemeyen bir öğreti olmasından kaynaklanmaktadır

Olaya iç ve dış cepheden baktığımızda benzer yaklaşımlara sahip olmaktayız.  Eğitim içinde olmayan insanlar ve bizim gibi eğitim içinde olanlar, özgün, özgür ve verimli bir eğitimden söz ederken, bunu uygulamaya geçirememekteyiz.

Olayın nedenlerine indiğimizde, sorunun çok yönlü olduğunu görürüz. Halk, ileri gelenler ve öğrenciler sorunun bir parçası olmakla beraber, asıl faktörün öğretmenin eğitim anlayışında düğümlendiğini görmekteyim.

Genel anlamda, çoğu öğretmen arkadaşın eğitim anlayışını şöyle sıralamak mümkündür;

  • Askeri disipline sahip bir sınıf.
  • Kılık-kıyafetiyle disiplinize edilmiş bir öğrenci.
  • Öğretmene karşı oturuşu, kalkışı, konuşması, bakışı, gülüşü ve ses tonuyla saygıdan öte bir beklenti.

Peki, öğretmen bu anlayışın neresindedir? Standart bir öğretmen tablosu çizmek gerekirse ki ben, olaya özellikle kendi branşım ve sosyal alandaki dersler, kısmen de olsa diğer alanlardaki dersler açısından bakmaktayım. Öğretmen sınıfta ne iş yapar?

  • Öğretmen sınıfta kitaptan okutur.
  • Öğretmen sınıfta kitaptan veya notlarından yazdırır.
  • Öğretmen kitapta olanı ufak değişikliklerle kendisi anlatır.
  • Öğretmen kitapta olanı öğrencisine anlattırır.

Ders kitabı temeldir. Ama kitapta olanların büyük kısmı öğrencinin yaşamıyla ilgili değildir. Okutma, yazdırma ve anlattırma çoğu defa geçiştirme (oyalama ve uyutma) yönteminin bir parçasıdır. Ayakları yere basmayan bir eğitim ve öğretim anlayışı vardır.  Çoğu meslek, bilgiyi teorik olarak verir. Pratiğe dönüştürüldüğü düşünülen birçok konuyu öğrenci gerçek yaşamda uygulamak ve hayata geçirmekten acizdir. İşlenilen her konu öğrencinin yaşamına indirgense, konu daha iyi anlaşılacak ve derse ilgi daha da artacaktır.

Öğretmen bilgi pazarlayıcısıdır. Ne var ki pazarladığı bilgiden kuşku içinde olanlar, sadece zamanı çarçur ederler. Bilgi falan pazarlayamazlar. Emin olmadığımız bir konuda, öğrenciye yardımcı olamayız. Bu noktada öğrenciye yardımcı olmak, bu konudan emin olmadığımızı söylemekle mümkündür. Öğrencisine güvenmeyen bir öğretmen, kendisine de güvenmemektedir. Her sınıfta azımsanmayacak ölçüde bizi dinleyecek ve anlayacak öğrenci bulunmaktadır. Sınıfta öğrenciyi konuşturmayan, “Ne bilir ki konuşsun” diye düşünenler, öğrencisine bu bilinci veremeyenlerdir. Halbuki düşünen beyin üreten beyindir. Üretimin ne yaşı var, ne de sınıfı. Yaşı ve sınıfı olanların da üretimi.

Her mesleğin öğretmeni, öğrenciye hayat yolundaki işaretleri gösterebilmelidir. Hayat yolunun işaretleri vardır:

Doğuştan ses çıkarmaya başlarız, daha sonra bu sesleri anlamlanlandırma yoluna gideriz. Bu bir eğitim değil, bir zorunluluktur. Eğitim ise, insanın bilinçli, kendi iradesiyle bilgi alarak değişime uğramasıdır.

Geçenlerde, bir sınıfta kitaptan konuyu okumak için herkes birbirine girince, onlara anlama ve anlatma, okumak ve yazmaktan daha önemli olduğundan söz etmiştim. Bir sonraki hafta sınıf anlatmak için birbirine girince, onlara sorgulama, anlama ve anlatmaktan daha önemli olduğunu dile getirdim. Sorgulama, okuyup yazmaktan, anlayıp anlatmaktan daha övgüye değerdir. Ama sorgulamak, özgürlük ve mutluluk için yeterli bir faktör değildir. Sorgulamanın sonucunda, doğru söyleyenlere destek olmak, yanlışı savunanlara karşı çıkmak gerekir. İnsan, yaşamı boyunca, dürüst insanlara destek olmalı, dürüst olmayanlara karşı çıkmalıdır. Dürüstlüğün gerekçesidir bu. Her öğretmen arkadaşım, özgürlük için, mutluluk için bu tanımın üzerinde durmalı diye düşünüyorum.

Sorgulayan bir toplumun geleceği aydınlıktır, sorgulamayan ve sorgulanamayan bir toplumun geleceği ise, karanlık.

Öğretmen, eğitim ve öğretim faaliyetinde sorun çözücü olmalıdır. Her dersin çözülemeyen, düğümlenmiş sorunları vardır. Bireyin önündeki bu kapıların kilitleri açılmadıkça, birey içeri girememektedir. Sizin konuşmalarınız, ona çok uzak gelmektedir.

Öğretmen, insana düşünsel anlamda biçim verme arzusunda olan bir insandır. Şekil veren değildir. Buna gücünüz yetmez. Öğrenci istemiyorsa, siz onu değiştiremezsiniz. Birilerini değiştirme arzusunda olanların, kendileri de değişmelidir. Biz, geçen yıl verdiğimiz dersin aynısını bu yıl da tekrarlıyorsak değişmiyoruz, demektir. Evrende her şey değişiyor. Değişmeyenler, sadece ölülerdir. Onlar da fiziksel değişime uğruyorlar. Kendilerini yenileyenler her yıl, öğrencinin yaşamını ilgilendiren güncel örneklerle dersi daha verimli hale getirebilirler. Gözlerini değişime ve gelişmelere kapayanlar silinip gitmeye mahkumdurlar. Tarihten bize ulaşan şahsiyetler, doğru veya yanlış, ama değişimin öncüleri olmuşlardır.

O halde öğretmen, değişim ve gelişimin öncüsü olmalıdır. Değişim ve gelişime engel olan şey, kendimizi içine soktuğumuz içinden çıkılamaz dairelerdir, sınırlar ve tabulardır. En özgür düşüncelimizin bile dokunulmazları, kendince oluşturduğu kutsalları vardır.  Yaşamımızdaki öncülleri yeniden gözden geçirmeliyiz. Toplumlar, zihinlerindeki köhneleşmiş fikirleri değiştirmeden kendilerini asla değiştiremezler. Formatlı bir yaşamı sürdürenler, fikir ve düşüncelerin değil, alışkanlıkların kurbanı olurlar. Formatlı yaşamdan yana olanlar değişim ve gelişimden yana olamazlar.

Dersleri siyasallaştırmaktan söz edeceğim. Her ders, özellikle sosyal branşlı dersler siyasallaşmalıdır. Dersleri politize etmekten veya politize olmaktan söz etmiyorum. Siyasallaşmak demek konu hakkında görüş sahibi olmaktır. Tercihte bulunmaktır. Kütle ve kitle olmaktan sorumluluğu alarak birey olmaya geçiş…. Öğrenciye bu bilinci ve bu özgürlüğü vermek zorundayız. Vermeliyiz ki o ders ve o konu sadece bize ait olmasın. O konuya öğrenci de sahiplensin. Bu sahipleniş onu, konunun uzmanı yapacaktır. Sosyal hayata indirgenemeyen bir konu siyasallaşamaz.  Konunun gerekçeleri ve gerekliliği ortaya konursa, bu öğrenci ya tercihte bulunacak veya konuyu daha etraflıca araştıracaktır. Neden? Konuya taraf olmak için. Benim yaşamımda yararı olmayan bir konuya neden taraf olacağım ki? Eee… Taraf olamayınca, politize edileceğim, ama belki de hiçbir zaman siyasallaşamayacağım. Çünkü tercihler bana ait olmayacaktır. Bu yaşta, bu sınıfta yaşamın temelleri üzerinde tercih etmesini öğrenemeyen bir kişi, gelecekte de tercihlerini, başkalarına, idarecilerine ve yöneticilerine bırakacaktır.

Toplumda siyasallaşma denince ilk akla gelen, bir siyasal partiden yana olmak anlaşılmaktadır. Siyasallaşma denince aklıma, alternatifler arasında tercih etme ve seçim yapma gelmektedir.  Ülkemizde belli yaşa ulaşmayanların siyasal kimliğe sahip olamayacağı, hatta bu yaşta olsanız bile belirlenen sektörlerde görev yapıyorsanız, siyasal söylem ve eylemde bulunamayacağınız öngörülmüştür.

Ben diyorum ki siyaset bir tercihtir. Anlaşmazlıkların içinde doğru ile yanlış arasında bir tercih. Bu ise, çok küçük yaşlarda başlar. Örneğin, parayı bir gecede çarçur eden veya eve geç gelen babaya, anne:” Nerede kaldın, neden ölçüsüz yaşıyorsun” diyerek çıkışınca, tartışınca ve aralarında kavga edince, 7-8 yaşlarındaki çocuklarının:” Babama laf yok” demesi sizce nedir? Bu çocuk ne yapmaya çalışıyor? Evet, bu çocuk siyasal bir tercihte bulunuyor. Hem de kendisine en yakın olan iki insan arasında. Ama yanlış bir tercihte bulunuyor. Şayet düşünüyorsak, bir şeyleri kabul veya reddediyorsak, tercihte bulunuyorsak, siyasal bir kimliğimiz var demektir. Bu tercihimizi ne ölçüde doğru kullanırsak, önümüzdeki günler, bu veya buna yakın paralellikte gidecektir. Bu çocukta da ileriki yaşlarda ciddi bir değişime uğramazsa farklı sonuçlar beklememize gerek yoktur.

Konunun başına dönersek, ders siyasallaşınca öğrenci, konu içinde bir tercihte bulunacak, taraf olacaktır. Siz bir konuda taraf olduğunuzda, artık o sizin işinizdir. O işi sürdürmek sizin işinize de gelecektir.

Peki ben ne istiyorum?

  • Ülkemizde ilginç olaylar yaşıyoruz. Bizim görevimiz geleceğimizi aydınlatmak iken, birileri bunu karartmaya, bizi karanlığa gömmeye çalışıyor. Din adına çığırtkanlık yaparak, slogan atarak dini karikatürize etmeye çalışıyor. Halkları din denen olgunun bu olduğuna inandırmaya çalışıyor. Arap kültür ve geleneğini yaşamın gerçeği gibi sunmaya çalışıyor. Ben diyorum ki bu işin gerçeği neyse, onu araştıralım ve gündemi onların elinden alalım. Gündeme egemen olanların geleceğe de egemen olabilecekleri unutulmamalıdır. Doğru ile yanlışı birbirine karıştıranlar, birkaç doğruyla taraftar topluyor ve ayakta kalıyorlar. Bizse en azından yanlışlara karşı mücadele edersek, ortada kalan şey doğru ve gerçek olacaktır.
  • Hızla değişen ve gelişen dünyada gelişmelerden geri kalmamamızı istiyorum.
  • Öğrenciler yaramaz da olsa, düşünmeye ve konuşmaya yönlendirici sorular sorulduğunda, içlerinde üreten, bilgi ve fikir üreten beyinlerin çıkacağını, dolayısıyla onları yaşamın temelleri konusunda düşünmeye itmenin gereğini istiyorum.
  • Zor da olsa, her konunun yaşam içindeki yerini ve güncel yaşamla bağlantısının kurulmasını istiyorum.
  • Öğrenciden güncelin dışına taşan konularda ezbere ve dayatma yolun gidilmemesini istiyorum.
  • Okulumuzda en azından bir internet ağının kurulmasını, bununla dersleri boş olan arkadaşların branşlarıyla ilgili konularda dünyadaki gelişmeleri takip edecekleri ve meslektaşlarıyla iletişim yoluna gidebileceklerini, buna ek olarak okulda kablolu televizyon yayınının sağlanmasını bu yolla yurt içi ve yurt dışı haberlere Türkçe ve İngilizce olarak ulaşabileceğimizi istiyorum.
  • Çoğu insan doğal yaşamdan yanadır. Tıpkı evdeki yakınlarımızla ve çevremizdeki arkadaşlarla konuşmalarımız gibi. Bu davranış şekli bizi ne sıkar ve ne de yorar. Sınıftaki eğitim ve öğretim de örnekteki gibi doğal havada sürdüğünde, birileri ne uyur, ne sıkılır ve ne de yorulur. Çünkü biz kendi kendimize yapay konular bularak vakit geçirmeyiz. Bizi ilgilendiren şeyleri konuşuruz. Bu da bizi rahatsız etmez. Demek ki işlediğimiz konuların bizimle ilgisini kurarsak, aynı ortamı sınıfta da sağlayabiliriz.
  • Okulda öğretmenlere yüklenen haftalık ders saatinin azaltılmasını, öğrencilere yüklenen aktif olmayan sosyal faaliyetlerin başka alanlara kaydırılmasını, bunların yerine okulda haftalık konferansların düzenlenmesini, konu ve gündemi öğrenci ve öğretmenlerin seçmesini, güncelin tartışılmasını, sosyal branşlı derslerin yanı sıra fen bilimlerinde de, konuların yaşamımızla ilgisi hakkında uzmanların bizi bilgilendirmelerini istiyorum.

Beni dinleme zahmetinde bulunan herkese çok teşekkür ediyor, bu konuşmamın seviyeli  ve verimli diyaloglara yol açmasını ve bu doğrultuda aydınlık bir gelecek umuyorum.

📚

ARKADA HOŞ BİR SADA BIRAKMAK (24 Kasım 2017’den)

Bir öğretmenin alabileceği en kıymetli hediyeyi aldım bugün. Haydarpaşa Anadolu Lisesi, 11. Sınıftan Ahmed Babatürk, Asude Revna Babayiğit, Melike Nur Gülek, Sümeyye Akdağ, Şevval Buse Boncukcu ziyaretime geldiler. Okulun idarecileri, öğretmenleri ve öğrencilerinin benimle ilgili görüşlerinden oluşan elyazması kitap gibi bir defteri hediye ettiler. Güzel tanıklıklarını dile getiren, büyük bir emekle hazırlanmış bu hediye, beni çok onurlandırdı ve duygulandırdı. Tüm Haydarpaşa camiasına teşekkür ediyorum.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir