Yetmiş İki Millete Bir Gözle Bakmak

BAKIŞ AÇINIZ, GÖZLERİNİZ VE KALBİNİZ

DÜNYAYA AÇILAN PENCERENİZ, GÖNÜL KAPINIZ

SİZİ FARKLI KILAN ÖZELLİĞİNİZ VE FARKINDALIK

“Herkese şefkat gözü ile bakmalısın. Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan halka müderris olsa da; Hakk’a âsîdir.” Hacı Bektaş’a atfediliyor.

Hacı Bektaş, bu sözüyle insanlara şefkatle yaklaşmaktan söz etmektedir. Evet, insanlara şefkatle yaklaşmak doğru bir yöntemdir. Türk Dil Kurumu, “şefkat” sözcüğünün karşılığını, ‘Koruma, acıma ve sevgi duygusu’ diye vermektedir. İnsanlara yaklaşırken koruma, acıma ve sevgi duygusuyla yola çıkmadan onlara yardımcı olmak zordur. Aslolan herkese bu gözle bakmak, bu gözle yaklaşmaktır. Yoksa sahtekarlarla dürüst insanları, canilerle hayat kurtaranları, bozgunculuk yapanlarla barış ortamını hakim kılmaya çalışanları, bölücülerle birleştiricileri, hırsızlarla emekleriyle kazananları, önüne geleni ayartmak isteyenlerle iffetli olanları, teröristle Mehmet Akif’’i, dini inançlarını zor ve şiddet kullanarak kabul ettirmek isteyen kişilerle peygamberlerin yakın dostlarını, peygamberlerle savaşanlarla peygamberleri aynı kefeye koyamayız, onların her birine aynı gözle bakamayız. Bunun aksini iddia edenlere Allah bilemeyeceğimiz, kestiremeyeceğimiz öylesine olaylar yaşatır (42Şura, 30; 4Nisa, 79) ki ilahi adalet gereği acıları tadınca söylediklerine bin pişman olurlar.

Ancak insanlar yalancı da olsalar, hırsız da olsalar, iffetsiz de olsalar, ne tür inanç ve davranışa sahip olurlarsa olsunlar onlara şefkatle yaklaşmadan onların sorunlarını çözmek kolay değildir. Şefkat duygusu, koruma amacını güden dostça, arka planında sevgi olan bir yaklaşım biçimidir. Yoksa insanları ve onların niteliklerini erdemli görme eğilimi değildir. Zaten baskı ve şiddete başvurmadan din konusunda konuşanlar, yazanlar, başkalarının da duyması için emek harcayanlar, isterse yanlış bir inanç üzere olsunlar, bu şefkat duygusuyla hareket etmektedirler. Tam tersine bu konularda konuşmayanlar, yazmayanlar, bunlara kulak vermeyenler, söylenenleri rafa kaldıran veya es geçenler, bu konuda emek verenleri kınayanlar işte bu şefkat duygusundan yoksundurlar. Asıl onlar, bırakın insanları kategorize etmeyi, onlara yaklaşımda bile, yöntem olarak bile ayrımcılık yapmaktadırlar. Cinsiyet ayrımcılığı yapanlar, ırk ayrımcılığı yapanlar, etnik ayrımcılığı yapanlar, sınıf ayrımcılığı yapanlar, din ya da milliyet faşizmi yapanlar gerçek ayrımcılar ve bölücülerdir. Sahtekâr, yalancı, ahlaksız, katil veya hırsız; hangi dine, hangi inanca, hangi milliyete, hangi etnik gruba mensup olursa olsun sahtekârdır, yalancıdır, ahlaksızdır, katildir, hırsızdır. Bizim toplumun en kötüsü başkalarının en iyisinden daha iyidir anlayışı gerçek ayrımcılıktır, gerçek bölücülüktür. Oysa ilahi kitap KUR’AN, ‘Kendi aleyhine, en yakın dostlarının aleyhine bile olsa adaletli olmayı’ yalnızca ahlaki bir buyruk olarak değil ilahi bir hüküm olarak ortaya koymuştur. (Bk. 4Nisa, 135) Yine KUR’AN, “düşmanın bile olsa adaletli davranmayı, gerçek takvanın (dindarlığın) bu olduğunu” öğütlemiştir. (Bk. 5Maide, 8 )

Olumsuz olaylarda, olayın aktörlerini görmezden gelerek herkese aynı gözle bakmak paranoyadır. Düşünün ki birisi yalan söylüyor, cinayet işliyor ve hırsızlık yapıyor. Sizden buradan hareketle herkese yalancı, katil veya hırsız gözüyle, ‘tek bir gözle’ bakıyorsunuz. Düşünün ki birisi dürüstlük örneği vererek çok önemli olaylarda adaletli davranıyor; böylece oldukça ciddi bir risk üstleniyor, bu kişi oldukça yardımsever veya oldukça çalışkan… Siz bu olaydan yola çıkarak herkese, dürüst veya yardımsever ya da çalışkan gözüyle, ‘tek bir gözle’ bakıyorsunuz. Yaptığınız doğru mudur? Yapanla yıkanı ayırt edemiyorsunuz. Dost ile düşmanın veya dostluğa daha yakın olanla düşman olma eğilimi olanın farkına varamıyorsunuz. Dostunuza düşman düşmanınıza dostunuzmuş gibi davranıyorsunuz. Evet, kişi nasılsa etrafındakileri de öyle görüyor, onlara öyle davranıyor.

Sizi farklı kılan yönünüzün farkında oluşunuz veya olmayışınız sizin bilinç düzeyinizi ortaya koyar. Gerçek farkınız; ırkınız mı, diliniz mi, cinsiyetiniz mi, boyunuz mu, kilonuz mu, yaşınız mı, gözünüzün ve saçınızın rengi mi, fiziğiniz mi, mesleğiniz mi, kariyeriniz mi, paranız mı, işiniz mi, babanızın mesleği mi, dostunuz mu? Eğer ilkeleriniz ve değerleriniz varsa bunun da insanlığa barış, saygı, sevgi ve kardeşlik getireceğine inanıyorsanız bunları dile getiriyorsanız, zaten bu durum, muhataplarınızdaki eksikliğin farkındalıktan kaynaklanmaktadır. Sürü psikolojisi ile yaşıyorsak herkes çoban bellediğinin arkasından gidecek, ilk koyun kendisini kayalardan atınca diğerleri de benzer bir tutum içine girmekte tereddüt etmeyecektir. Buna engel olmak isteyenleri de yol kesmekle suçlayabilecektir.

Yeni tanışılan insan hakkında onun masum (suçsuz) olduğu karinesi geçerlidir. Onun hakkında suçlu veya erdemli yakıştırması ise bir gerçeğe dayanmaz, böyle bir davranışın sağlam bir dayanağı yoktur. Birinin ahlaklı ve inançlı olması da sonradan kazanılan bir durumdur. Durup dururken kimse şu ahlak veya bu inanç üzere olmaz. İnanç ve ahlak, bir bilginin doğruluğundan emin olmak ve bunu davranışlara yansıtmaktır. Oysa suçsuzluk doğuştan getirilen bir durumdur. Aksi ispat edilinceye kadar herkes suçsuzdur (masumdur). Suçsuz insana şefkatle yaklaşılır, eğer onda bir hayır varsa o hayır paylaşılır. Onun bilgisinden yararlanılır, ahlakı ve karakteri örnek alınır. Eğer onda birtakım eksiklikler varsa ona şefkatle yaklaşılır; bunun giderilmesine, sorunlarını çözmesine ve gelişimine katkı sağlamaya yardımcı olunur.

Kim olursa olsun herkesin doğru yolda olduğunu iddia etmek ve yukarıdaki sözü böyle anlamak ve bunu yaymaya çalışmak istismara girer. Değerleri istismar etmek kimseye hayır getirmez. Mistik ve New Age gibi bazı akımlar, evrensel ilkeler ve standart ahlaki değerler olmadığını iddia ederek tüm değerlerin ve özellikle ilahi dinlerin içini boşaltmak istemektedirler. Bu ilkelerin dönemsel veya yöresel olduğunu, arka planında değerlere bağlı olmayan bir kurallar bütünü olduğunu sabuklamaktadırlar. Oysa tarihin her döneminde ve dünyanın her ülkesinde ve herkese göre yalan söylemek, kandırmak, aldatmak, ihanet, kula kulluk, cinayet, hırsızlık, insana zarar veren yiyecekler, içecekler, sözler ve davranışlar kötüdür. Kimse kendisinin böyle bir muameleye tabi tutulmasına rıza göstermez. O yüzden ‘evrensel ilkeler ve değerler yoktur’ diyenler insanlık düşmanıdırlar, insanlığa en büyük zararı bunlar vermektedirler. Evet, en azından herkesçe bilinen ve kabul edilen ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ gibi evrensel bir mutabakat metni vardır. Nitekim değerleri merkeze alan dünyadaki tüm din mensupları bu anlayışlara karşı mücadele vermektedirler. Öyleyse akıllı her insan, ayartıcıların bu tuzağına düşmemelidir. Çünkü bu, şeytanın en büyük tuzağıdır. “Kötülüğe ve yanlışa yaklaşma/yanaşma” buyruğu için şeytan, atalarımızı, “Aslında o kötülük değil. Senin sonsuza kadar eksik ve muhtaç yaşaman için kurulmuş bir tuzak veya tezgahtır” diyerek kandırmıştır.

Ne dersiniz? Yazı yazarak emek verenler, bu yazıları okuyacak olan insanların hepsini tanıyor mudur? Asıl şefkat, verilen bu emek değil midir, yoksa?

(Turgut ÇİFTÇİ)

You may also like...

6 Responses

  1. ALI emre dedi ki:

    kardesim yazinizin basinda sapik dusunlerinizi yine fetva verir gibi soylemissiniz.birakinda insanlar kendileri dusunsun sen kimsin ki fetva verirsin..72 millete kim olursa olsun tek gozle bakacaksin bu acik turkcenin baska manasini uydurup insanlara boyle uyutmak ve cehenneme suruklemeye ve egonu tatmin etmen dinle bir ilgisi yoktur. din kesin dir oku.

    • admin dedi ki:

      Yazı, o başlık iddiasında olanları eleştirmek için yazılmıştır; yazıyı okumadan yorum yapınca böyle tuhaflıklar olabiliyor.

  2. Muhittin Adıyaman dedi ki:

    1) Hadîs-i şerifte Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyururlar:
    “Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.”
    2) Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan halka müderris olsa da; Hakk’a âsîdir.
    Efendimiz Hadis’inde 72 fırkanın ateşte olduğunu belirtiyor.
    Yunus Emre veya Hacı Bektaş 72 fırkanın birbirlerinden farkının, üstünlüğünün olmadığını belirtiyor.
    Hasıl-ı Kelam ;Şerrin Şerre Üstünlüğü yoktur.

  3. Ozan Can dedi ki:

    Elinize sağlık sayın öğretmenim.

admin için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir