MESAJ VE ÜSLUP

Kuşkusuz mesaj (asıl anlatılmak istenen ana düşünce/içerik) da, üslup (anlatım biçimi/ yöntemi) da çok önemlidir. İnsanlar arası iletişimde mesaj amaç, üslup ise araçtır.

Düşünsel, inançsal veya ahlaki ilişkilerde amaç; haksızlığa karşı durup insan haklarını korumaktır, kötülüğü değil iyiliği ve yardımlaşmayı yaymaktır, ayrışmayı değil dayanışmayı güçlendirmektir, kin ve düşmanlık yerine dostluğu başlatmak ve güçlendirmektir, sahte ve ikiyüzlü yaşam yerine hakikati ve gerçeği bilmek veya bulmaktır, zulme son verip adaleti sağlamak, hakkaniyetten yana olmaktır, kavgayı-savaşı sona erdirip barışı egemen kılmaktır, öldürmeyi değil yaşatmayı bilmektir, bozucu ve bozguncu değil düzeltici olmaktır. Tüm bunlar amaçtır. Çağlar boyunca güvenilir insanlar bu amaç doğrultusunda mücadele etmişlerdir.

Doğru mesaj önceliğimiz olmalıdır. Bir ortam için en doğru mesaj, o ortamda öncelikli bilinmesi, duyulması ve görülmesi gereken doğrular ve gerçeklerdir. En doğru mesaj, günün sözüdür, zamanın sözüdür. Herkesin konuşmaktan, dile getirmekten korktuğu, ürktüğü, ama söylenmediği, o hatalar tekrarlandığı için bazı insanların üzüldüğü, zarar gördüğü gerçeklerdir ve doğrulardır. Günün, zamanın veya ortamın en öncelikli mesajının önüne geçen kişi, farkına varmadan hak ve adaletten engelleyen bir konuma düşer, zırvalaması ve saçmalaması ilahi adalet gereği kaçınılmaz olur.

Mesajı ifade etmenin (üslubun/tarzın/yöntemin) kuşkusuz bin bir türlü yolu vardır. Bu ise, zamana, zemine, insanlara olan yakınlığımıza, uzaklığımıza ve onların üzerindeki etkiye göre değişkenlik gösterir. Nezaket, zarafet, kibarlık elbette takdire şayandır. Ancak bozucu tutumlar, tutarsız açıklamalar, sorumsuz davranışlar, haddini bilmemek, bahaneler, mesaj kaygısı taşımamak, ne yazık ki arzu edilen o sıcak atmosfere soğuk su püskürtmek gibidir. Böylesi durumlar bir anda havayı soğutur, üzerimizde soğuk düş etkisi yapar.

Üslubu mesajın önüne geçirenler, üsluba takılırlar ve üslubun zaman ve zemine göre değişkenliğini göz ardı ederler. Oysa mesajın arka planını, güçlü etkisini ve sonuçlarını bilmeli, iletişim ve ulaşım araçlarını zaman zaman değiştirmeyi de yolun bir gereği olarak görmeliyiz. Öyle ya, asfalt veya çamurlu yolda, dağda veya kırda kullanacağımız araçlar farklı olabilir.

İnsanlığa, topluma mesajı olanların bir derdi, bir iddiası ve bir davası vardır. Gözlemcilere düşen sorumluluk, bunu anlamak, bu iddianın gerçekliğini sorgulamak ve hakikati geliştirmek olmalıdır. Muhataplarının ses tonuna, kullandığı sözcüklere, şekline görüntüsüne takılmak, bizleri hakikatten uzaklaştırır. İletişimlerinde üslubu mesajın önüne geçirenler, hakikatin önemini ve değerini ikinci plana iten kişiler, duyarsız veya sorumsuz yaşayan yahut halkı büyüleyen insanlardır. Onlar da zaten monologla, tek taraflı konuşmayla mesaj verdikleri ve interaktif bir iletişimden yana olmadıkları için pek de bir üslup sorunu yaşamamaktadırlar.

Bozan ile yapanı, zarar verenle faydalı olanı aynı kefeye koymak hakkaniyete uygun olmaz. O yüzden, hangi ortamda bulunursak bulunalım sorumluluk, yalnızca bir kişiye değil, herkese düşmektedir. Rollerimizi doğru tespit etmeliyiz; bize ait hayat sahnelerinde seyirci miyiz, oyuncu mu; konuk muyuz, ev sahibi mi? Oyuncu, ev sahibi veya yaşanan sorunların gerçek tarafı ve aktörü olsak, defalarca tekrarlanan sorunların ve sıkıntıların egemen olduğu böyle ortamlarda acaba nasıl bir tutum içinde olurduk diye düşünmeliyiz. Aksi takdirde, kendi gözümüzdeki merteği görmek yerine başkasının gözündeki çöpü görme gibi bir haksızlığın içine düşmüş oluruz.

Diğer taraftan, mesaj ve üslup konusunda yapılan hataları birbirine eşdeğer görmek veya onları aynı kefeye koymak, büyük bir yanılgıdır. Niyeti bozuk veya kötü niyetli insanlar, kişiliklerinin de bir gereği olarak kirli mesajlar verirler.

Üsluba takılıp mesajı öncelemeyenler veya öteleyenler, mesajı yaymaya çalışan insanları hedef tahtasına koyuyor ve ‘Bu insanın hiç mi hatası yok diye’ muhataplarını, durup dururken zorlu mücadele içerisinde olan insanlarda hata bulmaya zorluyorlar. Mesajı duyurmayı kendisine görev bilen insanların hatasını bulmamayı ve konuşmamayı ‘ilahlaştırma’ ile özdeşleştiriyorlar.

Sorunlar ve sıkıntıların çözümünden kaçan, sorunların ve sıkıntıların üzerini örterek herkesi aynı kümenin içinde tutma eğiliminde olanlar, mavi boncuk dağıtma görüntüsü altında, kimi yerlere selam, kimi yerlere laf çakarak arada yalpalıyor, bocalıyorlar. Bunun sonucu samimiyet testine maruz kalarak fitneleniyorlar; bu sayede kimilerinden alkış alıyor, gerçek dostlarını ise hayal kırıklığına uğratıyorlar.

‘Bir insana ‘doğaüstü’, ‘insanüstü’ nitelikler atfedilmiyorsa, kimse onun kusursuz-yanılmaz olduğunu iddia etmiyorsa, onun koruyup kurtaracağı, şefaat edeceği, cennete götüreceği iddiası yoksa,  yazdıklarına vahiy muamelesi yapılmıyorsa, bu kişi kendisini sorgulanamaz görmüyorsa, kendisi bu saçmalıklara izin vermiyorsa, durup dururken, ‘bu kişinin hiç mi hatası yok’ söylemi iyi niyet taşımıyor. Bir yanlışı varsa elbette herkes bunu söyler, söyleyebilir. Onun dışında hadi bir hata bulalım diye yola çıkılmaz.

Erdem mücadelesi veren insanları takip edenler, Allah’tan başka hiç kimsenin kusursuz olduğunu kabul etmedikleri için erdemli insanlarda hata bulma oyununa geliyorlar, bir düşünelim de hatasını bulalım diye kendilerini zorluyor, güya objektiflik adına farkına varmadan kendilerine zarar veriyorlar. Çünkü başkasının ayıbı, hatası ve yanlışı araştırılmaz (tecessüs), açık-net yanlış varsa zaten uyarılır. Kimse melek olmadığına göre, böyle bir zorlama, kişiyi üsluba takılmaya sürükleyeceği için hak merkezinden de uzaklaştırır. Oysa üslup meydanlarda konuşulmaz.

Üslup konusunda yapılan hatalar, genellikle bazen kendini kontrol edememekten, bazen sabırsızlıktan, bazen içine düşülen çaresizlikten, bazen özensizlikten, bazen acele etmekten, bazen iyi dinlememekten, bazen karakter sorunundan kaynaklanmaktadır.

Neredeyse tüm elçiler ve onların yakın dostları, Allah tarafından sabırlı olmaya davet edilmiş, bu konuda eğitime tabi tutulmuşlar ve sınamalardan geçirilmişlerdir. Görevlerinin sadece mesajı duyurmak, zaman zaman da hatırlatmak ve sonuçlarıyla uyarmak, muhatapları konusunda acele etmemeleri, muhataplarına fazla yüklenmemeleri, onlara baskı yapmamaları konusunda sık sık uyarılmışlardır. Ama Rabbimiz mesajın iletilmesi ve yaşama geçirilmesi konusundaki sabırsızlıklarından dolayı onları sık sık uyarırken, kınama yoluna gitmemiştir.

Üslup konusundaki doğru yaklaşım, üslubu gündem yapmadan, medya üzerinden değil, doğrudan muhatabımızla konuşmaktır. Diğer taraftan üslup konusunda farklı yaklaşımları, farklı peygamberlerin ve Allah Resulünün yakın dostlarının hayatlarında da görmek mümkündür. Üslup konusunda daha doğru yaklaşım için muhataplarımıza önerilerimizi elbette dile getirebiliriz. Verilen mesaj doğru ise üslup konusu; kınama, ayrışma, kavga ve çatışma konusu ve nedeni olamaz, olmamalıdır.

Yetişkin bireyler, yaptıkları işlerin ve yaşadıkları olayların ahlaki sorumluluğunu almaktan çekinmez, bulundukları ortamlarda bu sorumluluğun gereği olarak en gerekli ve en doğru mesajı verirler, üslup konusunda kalıpçı davranmaz, pedagojik yaklaşımın gereği olarak doğal davranırlar.

BKZ. LÜMPENLİK VE EMEK-DEĞER İLİŞKİSİ

Pasif İyiden Aktif Kötüye Ya Da Aktif İyiye Yolculuk Nasıl Olur?

Mahallenin Delisi, Özünde İyi Bir İnsandır (!)

Çocukça Yaşamlar – Ergence Tepkiler

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir