Asabiyet: Bakara suresi, 124. ayet üzerine

“Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirince Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Ya soyumdan olanlar?” deyince, Rabbi; “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.” Bakara 124

Soya sopa çok önem veren bir toplumuz. Ancak yukarıdaki ayette görülen o ki, Hz. İbrahim’in soyundan gelmek bile bir şey ifade etmiyor. Önemli olan insanların ne kadar dürüst ve erdemli olduklarıdır; kimin oğlu, kimin torunu olduğu, nerede doğduğu, hangi ırktan geldiği değil.

İnsanları ahlakına, karakterine, davranışlarına göre değil de kendi seçmediği başka unsurlar ile değerlendirmek çok yaygın bir anlayış. Bu değerlendirme kriterleri ırk, renk, dil, cinsiyet, yaş gibi unsurlar olabiliyor.

Hz. Muhammed de peygamberlik dönemi boyunca vahyi tebliğinin yanı sıra, cahiliye dönemindeki bu gibi yanlış inanç ve anlayışlarla da uğraşmış, mücadele etmiştir. Onun mücadele ettiği cahiliye anlayışlarından biri de “asabiyet” idi; buna soy üstünlüğü ya da kabilecilik de denilebilir. İnsanları ahlakına ve davranışlarına göre değil de soyuna ve kabilesine göre değerlendirmeye dayanan bu anlayışa, cahiliye dönemi şiirlerinde rastlamak mümkündür:

“İster zalim ister mazlum olsun kardeşine yardım et.” “Kardeşim bir topluluğa karşı haksızlık yapınca ben ona yardım etmeyeceksem haksızlığa uğrayınca da yardım etmem.” “Senin gerçek kardeşin seninle birlikte hareket eder; sen zalim olursan o da seninle birlikte zalim olur.” (Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Asabiyet” maddesinde bu beyitlerin kaynaklarını görmek mümkündür.)

“Senin gerçek kardeşin sen zalim olursan seninle birlikte zalim olur” anlayışı, sorunun boyutunu ortaya koymaktadır. Şiirlerde de görüldüğü gibi, insanlara adaletle değil de soylarına göre muamele etmek; haksızlıkları arttıran, zulmü körükleyen bir anlayıştır. Çünkü “bizim soyun en kötüsü, diğerlerinin en iyisinden daha iyidir” mantığıyla hareket edilir; böylelikle aynı kabilede olanların yaptıkları her yanlışa bir bahane bulunurken, başka kabileden olanların iyi davranışlarında bile bir kötülük aranır. Aşağıdaki hadis bu anlayışı kınamaktadır:

“Asabiyet duygusuyla öfkelenen, asabiyet uğruna savaşırken yahut asabiyet davası güderken körü körüne açılmış bir bayrak altında ölen kimsenin ölümü câhiliye ölümüdür” (Müslim, “İmâre”, 57; Nesâî, “Tahrîm”, 28; İbn Mâce, “Fiten”, 7; Müsned, II, 306, 488).

Maalesef günümüzde de insanlar mevkileri, memleketleri, soyları gibi kriterler ile değerlendirilmektedir. Sosyal hayatta çok sık gördüğümüz bu durum, dinle ilgili de oldukça yaygındır. Şeyh, evliya, pir, gavs olarak isimlendirilen bazı insanların çocuklarına, 3-5 yaşlarında olmalarına rağmen büyük bir saygı gösterildiği, önlerinde el pençe divan durulduğu, elinin eteğinin öpüldüğü bilinen bir gerçektir. Şeyhlik sisteminin babadan oğula geçtiği inancı yine cahiliye dönemindeki asabiyet düşüncesinin yansımalarındandır.

Ayrıca şu da ciddi bir tutarsızlıktır ki; asabiyete karşı mücadele etmiş, insanların soyuna göre değerlendirilmelerini kınamış bir peygamberin ümmeti; insanları peygamber soyundan gelenler ve gelmeyenler diye ayırıyor. Peygamber soyundan gelenler, “seyyid” veya “şerif” diye isimlendirilerek kutsallaştırılıyor. Şeyh, evliya, gavs kutup diye isimlendirilen kişilerin de neredeyse tamamının peygamber soyundan geldiği yani seyyid veya şerif olduğu kabul edilir. Onlara insanüstü nitelikler atfedilir, hatasız ve kusursuz kabul edilir; büyük kalabalıklar sorgusuz sualsiz onların peşinden giderek kötülüklerden korunacaklarına ve cennete gireceklerine inanırlar. Oysa yukarıdaki ayetin yanı sıra şu ayetlerde de peygamberlerin dahi birinci dereceden yakını olmanın kişiye bir ayrıcalık kazandırmadığı açıkça ortaya konulmuştur:

“Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.” Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.” Hûd suresi, 45 ve 46. ayetler

“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.” Tahrim suresi, 10. ayet

Hiç kimse ailesini, memleketini, soyunu kendi seçmiyor ve bunları bir emek harcayarak elde etmiyor. İnsanın sorumluluk alanında olmayan bu gibi alanlar, insanı değerli de kılmaz, değersiz de. İnsanı değerli kılan şey kendi düşünceleri, sözleri, davranışları ve ürettikleridir. Kişi bunlar iyi ve doğru olduğu sürece değerlidir ve çevresine değer katar. Bu yüzden insanoğlu için kendi elleriyle yaptığından başkası yoktur. (Necm suresi, 39. ayet)

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir