Yozlaştırılan İman Meselesine Eleştirel Bir Bakış

“Müslüman” kelimesinin ilk geçtiği yer olan Kalem Suresi’nden başlayarak ana mesaja odaklanmamız elzemdir; zira, bu okuma, her cuma birbirlerini mütemadiyen kutsayan ‘tatlısu müslümanları’nın Tanrı’ya iman etme (güven duyma) konusunda nasıl bayağılaştıklarını, çevrelerinde vukuu bulan kadın cinayetlerine, emek kavgasına, devlet adına işlenen katliamlara ve açlığa nasıl kayıtsız kaldıklarını göstermektedir. Hayatın her alanında devrimleri boğmaya çalışan ve Tanrı’nın öfkelendiği statüko adına mülk sahiplerinin safında 1/40 oranında yer almayı cennete giriş bileti olarak gören bu inanların, adı ‘barış’ olan bu vakarlı duruşun içinde daha kendi beyinleri ile sulh içinde olmadıklarını göreceğiz!

Kalem Suresi’nin 8. ayeti, “Yalanlayanları tanıma, onlara itaat etme!” diyor. Peki kimdir bu yalanlayanlar, “eskilerin masallarıdır” diyenler? Tek bir tanrı inancını yok sayanlar mı yoksa bir isteği görmezden gelirken kendi isteklerini dayatmakta ısrar edenler mi? Kuran’ın bir başka ifadesi ile, Allah’a kavuşmayı umanlar mı yoksa dünya hayatını tercih edenler mi? Bu sorunun cevabı, bize bu kitabın derdinin de ne olduğunu gösterecektir. Pek çok müslüman, maalesef ki, sadece inanç noktasında “uzak durmak” refleksini gösterebiliyor. Arkasından gelen ayetler, biraz açıklık getiriyor ‘yalanlayanlar’ın kimliğine dair. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

* “Senden müsamaha göstermeni isteyenler / müdahane (yağcılık) yapmanı isteyenler ki, onlar da sana müsamaha göstersinler / müdahane yapsınlar” (68/9).

* Çokça yemin eden (68/10), küçük gören ve laf taşıyan (68/11).

* Hayrı engelleyen (68/12), kaba/zorba (68/13).

* Mallarına ve soyuna güvenen (68/14).

Hepsini bir arada düşündüğümüzde ortaya çıkan sonuç şudur: Kendi çıkarından başka bir derdi olmayan yani omuriliksiz/kişiliksiz; statükoyu sürdürebilmek için gerektiğinde yeminlere başvuran, gerektiğinde baskı uygulayan kişiye “yalanlayan” diyor Kuran. Diğer bir ifade ile, kendi küçük ve alçak dünyasının dışındaki hayatı yalanlayan, yok sayan insanı tasvir ediyor. Öyle yalancı insanlardır ki; statükolarına zarar vermemesi için zalimin karşısında mazlumu savunan sözlerin değiştirilmesini isterler (10/15) ve ‘orta yolu bulmak’ için servetlerini rüşvet aracı olarak kullanırlar (68/9 ve 10/21) . Örneğin, bu statükocular, biraz samimi olduklarında da Musa’ya ve Harun’a şöyle derler: “Atalarımızın kurduğu mevcut düzeni yıkıp burda devlet ikinize kalsın diye mi geldiniz?” (10/78).

Akabinde, ‘bahçe sahipleri’ (68/17-35) kıssası ile örnekliyor Kalem Suresi. Özetle, hasat zamanı geldiğinde sırf yoksullar ile ürünlerini paylaşmak zorunda kalmasınlar diye Allah’a iman etmeyen (Allah’a güvenmeyen, yani Allah’ın yarattığı rızıkların tüm insanlara yeteceğine inanmayan ve bu yüzden bencilce biriktirmek isteyen) kişilerin bahçelerinin yok olduğu anlatılmaktadır. Bu duruma, “afet” demektedir Kuran çünkü bu insanların sadece kuruntularının peşinden gittiklerini (10/36) belirtmektedir! Bunlar, “akılları tutulmuş sağırlar”dır (10/42), “vicdanları körelmiş körler”dir (10/43) ve “ömrünü zulümle geçirenler”dir (10/54).

Bu afetten sakınana yani iman edene (emin olana), paylaşana ise “müslüman” demektedir. İman eden/güvenen müslüman nasıl biridir?

* Kelimenin kökü düşünüldüğünde, müslüman, selamet/barış içinde yaşayan ve yaşatandır.

* Yukarıda belirtilen gerçeği bilerek, içtenlik ile yaşayan (10/2). Yani, bir parçası olduğu evreni sahiplenmeye kalkmayan, paylaşarak refah içinde yaşayabileceğine iman eden kişi.

* “Allah, isterse onları doyurur, biz mi doyuracağız onları?” (36/47) demeyen kişi.

* Servetinin 1/40’ını değil; ihtiyacından fazlasını (2/219) paylaşan kişi. Diğer bir ifade ile, zaten zenginliği mülk ile ölçmeyen kişi.

* Statükoya boyun eğmeyen, dayanışan ve mücadele veren (dayanışma için buluştukları yerleri kıbleleri yapan) yani Allah’a güvenen, iman eden (10/84-87).

* Aklını kullanan (10/100) ve sağduyudan şaşmayan (10/105).

Müslüman, atalarının değerleri üzerinden değil; ezen-ezilen mücadelesi üzerinden fikir yürüten ve safını belli edendir. Bu davada, üreten, dayanışan, paylaşan bilinçli bir bireydir. Allah’a iman eden yani üreterek, paylaşarak ve dayanışarak maddi ve manevi anlamda yoksullaşmayacağına ve yalnızlaşmayacağına dair emin olan kişidir. Allah’a iman etmek budur. İnanç meselesi değildir! İnancı ne olursa olsun, putlaştırmadan yani statükoya eklemlenmeden bireyin özgürleşmesi ve özgürleştirmesidir iman etmek! Sırtını bir yere yaslama ihtiyacı hissetmeden zulmedenin karşısına dikilecek cesareti gösterebilmektir.

Ali Kemal Yenidünya

29.05.2016

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir