Teknoloji, Ahlâk, Sanat-Ahmet İnam

Teknoloji, Ahlâk, Sanat

Ahmet İnam


Bu gün “teknoloji” adını verdiğimiz, sorunlarımızın çözümü için araçlar üretmeye, keşfetmeye, kullanmaya ilişkin çabalarımız, bununla ilgili bilgiler, kuramlar, düşünceler; bilebildiğimizce, bu gezegendeki insan olarak yaşamamızın başlarında “doğallığını” koruyordu. Varolma savaşında, insan, doğaya “katkıda bulunarak”, sonuç elde etmeye çalıştı.

Bulduğuyla, ona “verilenle” yetinmedi; bir anlamıyla insan olmak bu yetinmemekle ilgili. “Alet yaptı”, ateşi buldu, doğayı dönüştürmeye başladı. Bu dönüştürme çabası doğanın içinde kaldı yüzyıllarca.

Doğal “teknik”lerden oluşuyordu, yaşamın kültür içindeki değerlerinin buyruğu altındaydı, onlarla birlikte idi. Bu değerler için silah yaptı, yapılar, köprüler kurdu; değirmenler, tezgahlar oluşturdu. Beslenmesi, korunması, hastalıklarla başedebilmesi için “teknikler”, araçlar, yöntemler geliştirdi.

Yaşamla, doğayla bütünleşmiş bu teknoloji ona sahip olan toplumu, diğer toplumlar önünde “güçlü” kılabiliyordu; insan baştan beri teknolojiyle gelen, teknolojiden ortaya çıkan güçten etkilendi, o gücü, doğaya, kendine, kendinden saymadığı diğer insanlara uyguladı. Tanrılara kafa tuttu; farklı kültürlerin söylencelerinde, edebiyatlarında insanın teknolojiyle sağladığı gücünün “insan üstü” görüldüğüne tanık olabiliriz.

Doğal Teknoloji, Yaşanan Yaşamın içinde olan, onu sürükleyip, bir yerlere doğru çekmeyen, itmeyen bir anlamıyla “masum”, çocuksu teknoloji, kullanılan, el altında tutulan, denetlenebilen teknoloji, dizginleri elimizin altında olan bu güç, hep bir kavganın içinde oldu, Batı Kültüründeki tarihi boyunca. Doğallığı, barış içinde olması anlamına gelmiyordu; “masumluğu”, içinde denetleyen aklın tutkularını taşımaması demek değildi. Doğal teknolojinin, baştaki, “kaynaktaki” teknolojinin içindeki “kavga”, “iktidar”, yaşamın kendi iç işleyişindeki “kavga” ve “iktidar”dı.

Sanayi devrimi ve ardından gelen hızlı gelişimler zinciri içinde, bir araç olan teknoloji, kendi başına buyruk özelliğini kazanmaya başladı. Yaşamın bütünlüğüne “yayılmış” yanı, denetleyen aklın gerçekleştirdiği büyük sıçramalar sonucu kazandığı ivme ile ortadan kalktı. Teknoloji yaşam için değildi sanki; yaşam teknoloji içindi.

Teknoloji, Doğal Teknoloji olma durumunu yitiriyor, doğa dönüşüme uğrayarakTeknolojik Doğa olmaya başlıyordu. “Müdahale” fazlaydı doğaya, ziraat, hayvancılık, elektronik mühendislik, tıp, iletişim teknolojileri, genetik alanındaki çalışmalar başını almış gidiyordu. Birleştiği piyasa ekonomisiyle, düzeni çeviren bir çarktı artık; dönmesi gerekiyordu; durursa bütün bir yaşam duracaktı; yaşam bu çarkın çalışıyor olmasına bağlıydı, o işleyecek, gidecek, yaşam onu izleyecekti.

İnsan bilgisinin sınırlarını genişletmede, bilimsel araştırmalara katkıda bulunmada teknolojinin rolü geçmişe göre önemli ölçüde arttı. Bilimsel gözlemlerin, deneylerin gerçekleşmesi, teknolojik birikimi ardına alarak, kolaylaştı. Teknoloji ile bilim bir anlamda giderek birleşti. Bilim ve teknolojinin dışındaki insan, bilimi, silah yapımı, uzay teknolojisiyle, tıptaki yeni araştırmalar ve buluşlarla, bilgisayar ve iletişim ağlarıyla özdeşleştirdi. Bilimsel araştırmaların dayandığı varsayımları, kabulleri, ilkeleri, akıl yürütmeleri, tarih ve kültür içindeki seyriyle çoğu kez anlayamadığı için, yaşamına yansıyan teknolojik bulguları, tıptaki, mühendislikteki hızlı açılımları “bilimsel ilerleme”olarak yorumladı. Bir yandan da bu öngörüsü, dünyayı, evreni, insanı kavrayışımızdaki teknolojik kaygılarla donanmış tutumumuz nedeniyle gerçek olmaya başladı.

“Algoritma” arayan, sıkı bir denetimin ardından koşan teknikleşmiş bilgi kaygısı, teknolojik bilgi endişesi, bilgiye bakış ufkumuzu belli ölçüde sınırladı: Bilgisayarların diline dönüştürülmüş, bir denetleme, sorgulama, düşünme çabası, insanın benzerini yapma, yapay zekâ oluşturma, robotlarla üretim sürecini hızlandırma, insan hatalarını en aza indirgeme tutkularıyla beslendi.

Teknolojinin “hızı”, “rahatlığı”, hayatımızı görünürde “kolaylaştırması”, yaşam sorunlarının çözümüne katkısı (iletişim, trafik, kent yaşamının alt yapı sorunlarının çözümlerine…), sağlık sorunlarımızla başetme uğraşımıza yardımı, ona güveni arttırdı.

Teknolojinin bu pragmatik gücü, bilimsel etkinliğin gücü olarak algılandı, onun ardından gitmenin “ilerici”“aydın” olmanın bir gereği olduğu ileri sürüldü.

Teknoloji, kazandığı görünürdeki başarının ivmesiyle, sonucunu baştan kestiremeyeceği dolayısıyla sonuçlarını denetlemede zorlanacağı projeleri gerçekleştirme riskini üstlendi: Fabrikalardaki “seri üretim” hava kirliliğine, enerji sorunlarına, tüketim toplumunda yaşayan insanların ekonomik, ruhsal sıkıntılar yaşamasına yol açtı.

Nükleer enerji kullanımı, radyasyon tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı insanları; nükleer silahların kullanımının yaratacağı zararlar gezegenimizdeki alışa geldiğimiz yaşamı bitirebilecekti.

Bilgisayarların, onlarla ortaya çıkan haberleşme ve bilgiye ulaşma tekniklerinin, yaratılan sanal gerçekliklerin, onları kullanmayı başaramayan insanın başına ne gibi sorunlar açabileceğini bugünden bilebilmek oldukça zor.

Genlere teknolojik müdahalenin gerek gıda teknolojisinde gerek tıpta sağlayabileceği olumlu sonuçların yanında, doğal olanla “oynamanın”, tıpkı içinden akım geçen elektrik kablolarıyla oynayan çocuğun durumuna benzer durumla karşı karşıya gelmemize yol açabileceğini de göz önünde bulundurmalıyız.

Teknolojik olanaklarımız giderek artmakta ama bu olanakları kullanmamız durumunda ortaya çıkacak belki de önlenemez felâketlerin neler olabileceğini bilemiyoruz.

Teknolojiyle yaşayan insan, bedeni önceden denetleyemeyeceği bir biçimde hızla gelişen ergene benziyor. Aynaya baktığında kendini tanımakta zorlanıyor; organlarını kullanırken sakarlıklar yapıyor. İnsan hâlâ teknolojideki ilerlemeleri anlamakta, kavramakta zorlanıyor, kendisinin teknolojik bilgi ve becerileri sağlayan bir güç tarafından sürüklendiğini hissediyor.

Teknolojinin hızı, onu yorumlayacak, yaşamımızda bir yere oturtacak yorumlama, özümseme hızımızdan fazla. Bilgisel, Düşünsel, Ahlâksal açıdan, teknolojiyi yaşamımızla uyum içinde yaşayacak olgunluktan yoksunuz. Hızlı gelişmeler karşısında ürperiyoruz, sonuçlarını kestiremiyoruz, bu gelişmelerin. Teknolojik bilgiyi ürkütücü olmaktan uzaklaştıracak bir bilgisel donanım eksikliği taşıyoruz. Teknolojik büyümeyi özümseyecek, yorumlayacak, bir bilgisel olgunluk içinde değiliz.

Teknoloji malumat (enformasyon) sunuyor yaşamımıza, malumata erişimi kolaylaştırıyor, bu malumatın, bilgisel zenginlik, derinlik taşıdığı kuşkulu görünüyor. Neden? Bilgiye bakışımızda, ona yaklaşmamızda bir sorun var. Kesinlikle anlaşılması, yorumlanması tartışılması gerekli zor bir sorun. Altında kalıp, ezildiğimiz bir sorun.Malumatı bilgi sanma sorunu. Teknolojinin bu durumunu, yaşamın kendisi sanma sorunu.

Buyruklarla, kurallarla, tekniklerle, akış diagramlarıyla (flow chart) yaşanan bir yaşam, bence yaşamaya değmeyen bir yaşam. Körleştiren bir bilgi! Bilgi olmayan, erdem olmayan, hayatı olmayan, can olmayan, canı olmayan bir bilgi.

Bilgi (malumat) çağındaki bilginin, insan varlığına açtığı büyük bir yara. Malumat budalası, haber budalası olmuş çağımın ağır sorunu. Üzerimize gelen, saldıran, ele geçiren sinsi bir sorun. Bilgimizin kendi varlığımızı gerçekleştirmede engeller oluşturması. Toplumsal ilişkilerimizi bozan, alt yapı sorunlarımızı çözüyor gibi görünüp, içsel kirliliğimizi arttıran bir sorun.

Bilgi, malumat değildir yalnızca, malumatla insan olabilme, bütünselliğimiz içinde, bedenimiz, duygularımız, düşüncelerimiz, çevremizle ilişkilerimiz içinde, insan olabilmenin zengin olanaklarını gerçekleştirerek insan kalabilmedir. Canlı olabilmek, can olabilmek, yaratıcı gücümüzü kullanabilmek, her dem çiçeğe duran bir ağaç gibi olabilmektir.

Düşünsel hamlık, aklın yalnızca hesaplayan, denetleyen akıl olduğunu sanmamızdan geliyor. Bilgisel hamlık, bilgiye olan tavrımızın, duruşumumuzun, tutumumuzun, beklentilerimizin, umutlarımızın çarpıklığından doğuyordu. Düşünsel sorun mantıksal düşünme yetersizliğinden gelmiyor. Mantığın tek olduğunu sanma gafleti öldürücü! Acele kurallara bağlanmış, hamhalat düşünme beceriksizliğimize şifa olabileceğini düşündüğümüz teknoloji, ilaç olamıyor, zehir oluyor!

Bir farmakon gibi gördüğümüz teknoloji, denetleyen, hesaplayan akılla yapılıyor. Bu akıl, teorik akıldan destek alsa da, kıskanç bir akıl, egemenliği ele geçirmek istiyor. Buyurganlığı ele alıp, önce anlayan aklı, sonra sırasıyla şiirleyen aklı zincire bağlıyor. Şiirleyen akıl, köle muamelesi görüyor, küçümseniyor, Heidegger‘in o güzelim saptamasında gördüğü, şiirle-teknoloji ilişkisi (ikisi de aynı kavramdan poiesis‘den kaynaklanıyor!) yitip gidiyor. Coşkunun, heyecanın, içimizdeki ateşin akıl dışı sayıldığı bir akıl anlayışı, teknolojiyi canavarlaştıran denetleyici aklın zulmünden geliyor. Tiran o! Bir müstebit, baskıcı, işkenceci bir akıl! Erotik Aklı buduyor, inanan, bağlanan aklı doğruyor; bu boyunduruk altında eleştiren akıl, fazlaca sesini çıkaramıyor.

Teknoloji, insana yakışmıyor. Henüz. Yakışacak. Umudum var. Ahlâksal Olgunluk bunu gerektiriyor. Bilginin, düşüncenin hastalıklı yapısını, ahlâksal sorumluluğumla aşmaya çalışacağım. arpıtılmış bilgi ve düşünme, ahlâksal sorumluluğumun üstünü örtmeğe çalışıyor. Çağdaş yaşamda, birçok durumda, birçok kültürde bunu başarabiliyor da. Ahlâksal sorumluluğum önüme şöyle bir tablo çıkarıyor:

Teknolojiyle birlikte, bilgi (malumat) kodlanarak, saklanıyor, iletiliyor. Matbaa makinasıyla, medya kanallarıyla, bilgisayar ağlarıyla aktarılan malumat, denetleyici aklın, ele geçirme, boyunduruk altına alma tutumunu pekiştiriyor. Bunu aşabilmek, bu gerekliliğini duyan ahlâksal sorumluluğumuzun harekete geçmesiyle gerçekleştirilebilir.

Ahlâkın, teknoloji-yoğun yaşamımızdaki yeri, bu noktada önem kazanıyor. Bizi yaşamsal bütünlüğe kavuşturacak, daraltıldığımız, sıkıştırıldığımız alanlardan çıkaracak çıkartacak güç, bu sorumluluğumuzla birlikte, yüzünü gösterecek sanattan gelecektir.

Sanatla teknolojik gerginlik, teknolojik gerilim, zincirleri kıran, özgürleştiren bir güce dönüşecektir. Ahlâkla, sanatla iç içe, birlikte olan teknoloji, başına buyruk davranmayacaktır artık. Teknoloji, bütün olan insanın, bütünlüğü içinde yerini alacak, orkestrada, çalabileceği enstrümanların başına geçecektir! “Play-back” olmayacaktır artık; her sazı teknoloji çalmayacaktır. Teknoloji, kendisine verilen işleri yapacak, bu gezegendeki yaşamı, canlı, taze, devingen, her dem yeni kılacak düzenlemeler içindeki yerine yerleşecektir. Haddini bilecek, ahlâk ve sanatla birlikte kavgalı ama kardeşçe yaşamasını öğrenecektir.

Yaşamdır, en yüksek değer. Varlığın çeşitliliği, çok renkliliğiyle, canın önemli görüldüğü, var olanların kendileri olarak yer aldığı zenginlik içinde, teknoloji, yaşamı düzenleyen, denetleyen bir güç değil de, yaşamın çiçek açmasına olanak sağlayan, yaşamı destekleyici görevini yerine getirecektir.

Unutmayalım, teknolojiyle yitirdiklerimizin yanında çok şeyler kazandık. Denetleyebildiğimiz alanlar giderek artıyor. Yazgımızı kendimiz çizemiyoruz ama, genlerimizi, iklimi, kaynak kullanımını ahlâksal ve sanatsal kaygılarla bir ölçüde de olsa denetlemeye başlıyoruz.

Denetleyebildiğimiz alanların artması, ahlâksal sorumluluğumuzu arttırıyor!

Hastalıklardan, doğal afetlerden yakınırdık eskiden, kendimizi bir açıdan sorumlu tutmazdık. (Tanrının cezası olarak görürdük çoğu zaman!) Şimdi giderek denetimimiz altına giriyorlar. Öyleyse, her varlığın, o varlık olma onuruna uygun bir biçimde yaşamasına olanak sağlayacak ortamı hazırlama, insanın omuzları üstünde bir ahlâksal yükümlülüktür.

Teknoloji geldi. Sorumluluğumuz arttı. Sorumluluğumuz, yaşam zenginliğini korumamızı istiyor bizden. Sanatın yaratıcı gücüyle, yaşayışımız hakkında sınırları belirsiz çoklukta yorumlar yapabilir, can olmaya, canlılığa katkıda bulunabiliriz!

Geleceğin teknolojisi, doğaya ters düşmemeli. Doğayla bütünleşmeli. Artık, gözlüklerimiz, saatlerimiz, tüten fabrika bacaları ortadan kalkacak. Teknoloji, hücrelerimize uzanarak bize saati bildirecek, görüş gücümüzü arttıracak. Şimdiki teknoloji, emekleyen bir teknolojidir, olgulaştığında, bedenimizin, toprağın, suyun, gökyüzünün doğal bir üyesi gibi olacak. Bizim olacak. Elimiz, kolumuz, kulağımız, gözümüz, beynimiz olacak. İnsan olgunlaştıkça, teknoloji doğallaşacak.

Bu gezegen bize yetmemeye başladığında, insan diğer gezegenlerde, ortamlarda yaşamını sürdürmeye çalışacak. Yaşamı taşıyacak. Geçmiş yaşamını, bilgi teknolojisiyle taşıyacak, uzayın diğer bölgelerine.

İşte bu taşımada, ahlâk sorumluluğuyla yapılan sanat, farklı yorumları sağlayacak. Gelecek kuşaklar, nasıl anımsayacaklar geçmişte yaşananları? Ahlâk sorumluluğuyla, can ahlâkıyla, zengin yorumlarıyla, menevişli anlatımlarıyla sanat, bunu sağlayacak. Dar kafalı bir mühendisin kodlarıyla mı anımsanacak, dünyadaki yaşanan bunca çeşitlilikler, derinlikler? Sanat, yaşananlardaki insanın gücünü ortaya koyacak. Geleceğin insanı, köklerini tek bir yorumla, tek bir gözlükle görmeyecek, yoksa bu onun ölümü olur. Yaşam, çeşitlilikle sürüyor çünkü. Sanat burada işe koyulacak.

Öyle olursa, bu yazım bir gün anımsanacak. Değilse, insan, yazgısına karşı direnememiş, evrenin anlaşılmaz fırtınalarında sürüklenen bir varlık olarak, çırpına çırpına ölecek ya da şimdiden kestiremeyeceğimiz bir varolma biçimine teslim olacak.

Sisifos’un torunlarıyız, unutmayalım!

* * *

Ahmet İnam, Teknoloji Benim Neyim Oluyor?

http://www.derkenar.com/kitapkurdu/teknoloji-ahlak-sanat/

 

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir