Çocuklarımız İçin En Güzeli

ÇOCUKLARIMIZ İÇİN EN GÜZELİ

     İnsanın benliği, hem kendi tercihlerinin, hem çevresinin etkisiyle şekilleniyor. Bu şekillenmede, yetiştiği ortam mı daha etkili, yoksa kendi tercihleri mi daha etkilidir, bunu tartışanlar olsa da; insanın hayatında, belirleyici role sahip olan ve nihai kararı veren yine kendisi. Çevre, onun kararlarını etkilese de, bireyin kararlarını belirleyici bir gücü bulunmuyor. Bu nedenle gerek yasalar, gerek din, yaptırım gereken durumlarda çevreye değil, olaydan sorumlu kişiye faturayı kesiyor.

     Çocuklarımız için en güzelini istiyoruz. İyi, ahlaklı, hayırlı evlat olsunlar istiyoruz. Çocuklar tercihleri sayesinde, yetişme ortamına rağmen kararlar alabilme yetisine sahip olsa da, yetişme ortamı dediğimiz; anne baba ve çevrenin etkisi az değil ve çok önemli.  Bunun için bilmemiz ve yapmamız gerekenler var. Benim de zaman zaman “oğluma şunu kazandırsam yeter” dediğim şeyler oluyor. Bunları yazayım dedim ve şu listem ortaya çıktı;

 

1. Kimseye zarar vermesin isterim. 

     Bir çocuğa kazandırılacak en önemli değer, “başkasına zarar vermemesi olsa gerek. Bunu öğrenmek, empati becerisi ve insanların haklarına saygı duymayı gerektiriyor. Dinin teorik kısmını büyüyünce öğrenir; dinin pratik kısmı, hak temelli özünü “kimseye zarar vermemeyi” öğrensin.

     Çocuklu aileler, çocuklarının yaptığı gürültülerden genelde rahatsız olmazlar, başkalarını rahatsız ettikleri için de kendilerini sorumlu hissetmezler. Çünkü onlara göre bebektir anlamaz, çocuktur söz dinlemez. Oysa değerler eğitimi, daha bebeklikten itibaren başlıyor. Anlamadıklarını düşündüğümüzde dahi bizim kararlı ve tutarlı davranışlarımız çocuklar üzerinde etki ediyor. Bebeklikten itibaren çocuklar ses çıkarmayı çok seviyor, bu seslerden başkalarını rahatsız edecek olanları engelleyip, bebeği başka şeye yönlendirmek ve kısaca uyarmak gerekiyor. Çünkü bebek de anlar… Çocuk da anlar. Hepsini değil, bir kısmını anlar. İlerde daha iyi anlar…

     Bazı aileler, çevreyi rahatsız etmemesi için çocuğunu uyarmayı, onu engellemek olarak görüyor; gelişimi için sınırsız özgürlük gerektiğine inanıyor. Oysa ahlak gelişimi ve sınırlar eğitimi her şeyden daha önemli. Başkasının sınırında, kendi özgürlüğünün bittiğini anlaması gerekiyor. Ya bana yapılsa anlayışı… Yoksa, empati yapabilen, duyarlı, saygılı ve özgüvenli birey yetiştirmek nasıl mümkün olabilir?

     Bazı ailelerde, konu kendi çocuklarıysa, ne yazık ki başkasına zarar vermek umurlarında olmuyor. Bu, kontrolsüz ve aldırmaz yaklaşım, bencillik ve kibirle büyüyor. İşte bu çocuklar empatiden, saygıdan yoksun ve zarar verici olarak yetişiyorlar. Bencilce kibirli yetişen çocuk, dünya etrafında döndüğünde o dünyayı parmağında oynatmaya çalışmaz mı?

 

2. Bilgiye, söze, öğüde değer versin isterim.

     “Şunu bilsin, şu kadar bilsin” diye bir derdim yok. Bilgiyi bir şekilde ve gerektiği kadar öğrenir zaten. Ama bilgiye değer versin isterim. Çünkü bilgi; sözdür, öğüttür, tecrübedir, emektir.

     Şunu düşünüyorum: Neden bazı insanlar söze/bilgiye/nasihate önem verirken bazıları için bunlar çok değersiz? Çünkü bedel ödememişler. Herkesin yaptığı davranışların doğal sonuçları vardır. Ancak bu doğal sonuçları yaşamasına izin verilmeyen ve arkaları hep birileri tarafından toplanan çocuklar, ilerde de söze değer vermiyorlar. Sözün onlar için bir anlamı olmuyor. Mesela çocuğa “oraya gitme düşersin” dedikten sonra çocuk düşmesin diye tutuyorsak, çocuk tercihinin sonucunu yaşayamaz (elbette ciddi tehlikeler hariç, ama bir diz yarasının zararı telafi edilebilir). Bu şekilde, çocuk için söz/uyarı değersizleşir, bu şekilde büyüyen çocuğun sorumsuz biri olma olasılığı yüksektir.

     Bebeğim koltuğa tutunuyor, düşüyor, bi daha bi daha… Gerçek bir zarar ihtimali hariç, onu özgür bırakıyorum. O da keşfediyor, bazen defalarca poposunun üstüne düşüyor. Zaman geçtikçe, yavaş düşmeyi öğreniyor. Sonra, elini yere uzatarak canının acımamasını sağlıyor. “Oğlum düşersin dikkat et” diyorum, düşüyor. Bu senaryo belki 10 kez yaşanıyor. Ama ben hem uyarıp, hem tepesinde durup, düşmelerine engel olsam, ne keşfedebilir, ne öğrenebilir, ne de yaptıklarının sonuçlarını görüp anlayabilir…

     Sözün güvenilirliği de çok önemli. Uyardığımda sözümün gerçekliğine güvenini kaybetmemesi gerekir ki sözün değeri olsun. Mesela, “Cıss” sözünü, az şey için kullanıyorum ki, sözüm değerini kaybetmesin. Cıs dediğimin gerçekten tehlikeli olmadığını gördüğünde, gerçek tehlikelere de duyarsız kalabilir.

     Çocuğun bedel ödemesi için, özgürlük ve sorumluluk gerekiyor. Ödevini yapmadıysa eksi alsın, dersi geçemediyse kalsın. Belki bir yıl kaybeder, ama hayat boyu bir ders kazanır. Sabah kalkmadıysa servisi kaçırsın, beslenme almadıysa o öğün aç kalsın, harçlığını bitirdiyse istediğini alamasın… Bedelini yani doğal sonucunu ödesin. Böylece daha özgür, daha sorumlu, söze değer veren biri olsun… Bedeli ödenmeyen dersler, her sene alttan alınan dersler gibidir, verilmeden mezun olunmaz, ertelendikçe yükü artar. 

     Her şeyin bedelini ödemek için yeterli imkanımız yok tabii ki. Bu yüzden bilgi çok önemli. Yani ateş yakıyor mu diye, ateşte yanarak deneyimleyemeyiz. Uçurumdan atlarsam ölür müyüm diye deney yapamayız. Tek bir ömrümüz, sınırlı zamanımız var. Bu yüzden, “Ateşin yaktığı”, “uçurumun öldürdüğü” bilgisi bizim için hayatidir. Her şeyi tecrübe edecek kadar can hakkımız, koruyucu kalkanlarımız yok. Birileri o bilginin bedelini ödemiş, yaşamış, tecrübe etmişse onlardan ders çıkarmak zorundayız.

     Sorumlu insanlar bilgiye, söze, öğüde, doğruya daha çok önem verirler. Çünkü, yanlışın kendilerine getireceği bedeli ödemektense, doğru bilgiyi/öğüdü tutmayı tercih ederler. Onlar için doğru söz, altın değerindedir, el üstünde tutarlar. Çünkü bu denizde boğulmalarına engel olan can simididir veya karşıya geçmeyi sağlayan bir gemidir onların gözünde. Aksi takdirde kilometrelerce yüzmek zorunda kalacaklarını, yüzerken neler yaşayacaklarını önceden tahmin ederler. Allah’ın sözlerine gösterilen değer de böyledir. O’nun uyarılarını dikkate almayanlar, yaptıklarının kısa ve uzun vadeli bedellerini göremeyenlerdir.

     “Akıl parası olsun” demiş atalar. Başımıza gelen kötü bir olaydan bir ders çıkardığımızda, başımıza gelene, çıkardığımız dersin “parası” olarak bakarız. Mesela araba alacaksınızdır, bilen birine sormadınız, size yol göstermeye çalışanları umursamadınız. Konuyu da yeterince araştırmadınız. Sonra, birçok sorunu olan, ama istediğiniz gösterişi sağlayacak bir araç buldunuz. Arabanın altı düşük çıktı, motoru bozuk çıktı, kilometresi çok yüksek derken 20 bin daha ödemeniz gerekti. Oysa en başta doğru bilgi edinseniz veya öğüde uysanız bu para cebinizde kalacaktı. Ama ne oldu, ders oldu. Bu dersi bedava alabilecekken, bu ders için 20 bin TL ödediniz. İşte akıl parası…

     Ders çalışmadınız, kaldınız. Bir dönem daha okula gitmek zorunda olmak, akıl parası. Evlilik, arkadaşlık da dahil hayattaki tüm seçimlerimizde de böyledir. Ya önceden aklımızı kullanmamız gerekir, ya bedava verilen akılların/nasihatlerin değerini bilmemiz gerekir veya ömrümüzü akıl paralarına harcar dururuz.

 

3. Duygusal sakinleşme becerisi kazansın isterim.

     Yani, stresle baş etme, olumsuz duygu içerisinde kalabilme, kendi kendini sakinleştirebilme becerisi. Bebeklerde sinir sistemi yeterince gelişmediğinden, 2-3 yaşına kadar kendi kendilerini sakinleştirme becerileri gelişmiyor. Onlar, bu yaşlara kadar, sakinleşmeyi anneyle beraber sağlıyorlar. Sakinleşme, geliştirilen ve genişletilebilen bir şeymiş.

     Çocuğumun öfke kontrolünü sağlayabilmesini, zorlu durumlarda sakin kalabilmesini isterim. Kimse çocuğunun olumsuz şeyler yaşamasını istemez ama her şey insanlar için. İleride değersizlik, mutsuzluk, stres ve kaygı gibi başa çıkması zor duygularla baş edebilmesini ve bunlardan en az zararı alarak ve öğrenerek çıkmasını isterim.

     Bunu geliştirmek için, takip ettiğim pedagoglardan öğrendiklerimi uygulamaya çalışıyorum. Mesela,  düştüğünde, ağladığında dikkatini başka şeye çekmiyorum, yapay biçimde güldürmeye  çalışmıyorum. Bu kolay olanı ve ona faydası olmayanı… (Bazen bunlar da yapılabilir ama zorda kalınca hazza yönelmeyi ve gülecek bir şey aramayı tek çözüm görmesini istemem)

     Olumsuz duygu içinde kalıp onu aşmayı öğrenmesini bekliyorum. Çünkü tüm duygular insan için… Olumsuz duygular, öğrenmek için çok önemli bir alan. Kocaman sarılarak, öperek ve onunla konuşarak ağlamasının bitmesini bekliyorum. Onun hislerini anladığıma dair ona sözel olarak dönütler veriyor, anladığımı gösteriyorum ama mekanik değil, içimden geldiği gibi kocaman bir sevgiyle… Artık ağlama krizleri çok daha kısa sürüyor. Kabul edilmek, anlaşılmak ve kucaklanmak onu sakinleştiriyor. Duygusal zekasını güçlendirmeyi çok önemsiyorum. Duygusal zekası güçlü olursa diğer her şeyin daha güzel olacağını umuyorum.

 

4. Sonuç odaklı değil süreç odaklı olmasını isterim.

     Sonuç değil süreç odaklı yetişenler, ödül veya ceza olmadığında da doğru davranmayı sürdürebilir. Çünkü onun motivasyonu içten gelir, dışarıya bağımlı değildir.

     Çocuk sınavdan 90 alır. Anne babalar hemen sorar “diğerleri kaç aldı?”. Herkes düşük aldıysa, büyük bir başarıdır. Herkes 100 almışsa, o zaman çok kötüdür. Bakış açısı böyle olmasın istiyorum. “Düşük aldıysan demek ki öğrenemediğin bir şeyler kalmış, öğrendiysen artık not önemli değil” demek istiyorum.

     Başarmanın tadına da varsın ama başarmaktan çok, öğrenmenin zevkini tatsın isterim. Öğrenme süreçlerinden zevk almayı öğrensin. Diğerlerini geçtiğinde değil, onlarla köprüler kurabildiğinde, kazandığını hissetsin. Diğerlerini geçtiğinde değil, kendine kattığında kazandığını hissetsin isterim.

 

5. Merakını ve hayal gücünü korumasını isterim.

     Merak etmek, insanoğluna verilmiş en büyük nimetlerden bence. Merak olmasa kıtalar keşfedilir miydi, insan kendini aşabilir miydi, günümüzdeki bilimsel sonuçlara ve hayati bilgilere sahip olabilir miydik?

     Bebeğim doğunca, ilk düşündüğüm şeylerden biri emme refleksi idi. Düşünsenize bir de bebeğe emmeyi öğretmek zorunda olduğunuzu… Çok zor olurdu herhalde… Gözleri bile kapalı, ama ağzı emme refleksiyle açılıp kapanıyor. 

     Büyüyor, ne görüyorsa dokunmak, ağzına almak istiyor. Eşyaların dokusunu hissetmek istiyor; vurunca, çekince, atınca ne olduğunu merak ediyor, görmek istiyor. Her ses ve hareket onun için büyüleyici… Bebek gelişiminde “merak” çok önemli bir yer tutuyor. Bebeklerin emeklemesini ve yürümesini sağlayan şey, merak ettiği nesnelere ulaşma ve dokunma arzusu…

     Düşünsenize bebeklere bir de merak etmeyi öğretmek zorunda kalsaydık… Gerçekten zor olurdu bence.  Şükür ki bu konuda bir şey yapmaya gerek yok, onların doğasını engellemesek yeter gibi. Bize göre saçma olanla bile ilgilense, sonucunu bildiğimiz deneyler de yapsa, onlara alan açmak ve uğraşmalarını desteklemek çok önemli bu noktada.

6. Değerlerine güvensin ve güvenilir biri olsun isterim.

     0-2 yaş arası bebeklerde bağlanma dönemi olarak geçiyor. Bebekler için dünya çok karmaşık ve korkutucu, bu yüzden bakım veren kişiye bağlanma ihtiyacı duyuyorlar. Dünyanın güvenli bir yer olduğundan, ihtiyaçlarının giderileceğinden emin olmak istiyorlar. Sevildiklerini, değerli olduklarını hissetmek istiyorlar, uyuyunca hayatta kalabileceklerini bilmek istiyorlar. Güvenli bağlanan bebekler, daha sonra annelerinden/bakım vereninden gerektiğinde güvenle ayrılabiliyorlar, çocukluklarını özgürce yaşayabiliyorlar.

     Güvenli bağlanamayan bebekler, artık güvenle ayrılmaları beklenen 3 yaşından sonra, hala bebeklere özgü bağımlılıklar içine girebiliyorlar. Araştırmalar, bu bağımlılıkların fiziksel olarak yetişkinlik hayatını da etkilediğini söylüyor. Olayın psikolojik boyutu çok önemli. Güvenli bağlanamayan, eşine arkadaşlarına da güven duymakta sıkıntılar yaşıyor. Aslında kendine de güvenmekte sıkıntı yaşıyor… Değerlerine güvenmekte sıkıntı yaşıyor, çünkü çevresinde kişisel olarak güvenle bağlanamadığı kişilerin değerlerine de güvenemiyor.

     Bunların yanı sıra, çocukluk boyunca anne-babanın tutarlılıkları çok önemli. Anne-babanın değerler bilinci ile tutarlı davranması, sözlerinin, davranışlarının birbirini tutması… çocukların dünyasını bunlar şekillendiriyor. Güvenilir insanlara güvenmeyi, ailede öğreniyor; güvensiz insanlara güvenmeyi de yine ailede öğreniyorlar.

     Güven hayattaki en önemli şey. Değerlerine güvensin, böylece daha iyi bir dünya için mücadele versin, mazlum ve mağdurların vicdanı olsun isterim. Allah’a güvensin, böylece yaşadığı zorluklarda, doğrunun, hakkın peşinden gitmekten vazgeçmesin isterim. İyi bir insan olsun ve bunu sürdürsün isterim. Kendine güvensin, insan olma değerini, onurunu kaybetmesin isterim. Güvenilir; tutarlı, samimi, dürüst bir insan olsun isterim.  Güvenmek için gerçekten güvenilir insanları seçmesini isterim.

7. Anlamlı ve coşkulu bir yaşam sürsün isterim.

     Hayatı haz ve keyiflerden ibaret görmesin isterim. Kötülüklerin karşısında olan, hak ve adaletin peşinde olan biri olsun isterim. Bu yolda giderken, coşkusunu ve umudunu kaybetmesin isterim. Çünkü coşkusu kaybolmuş çocuk, kaybolmuş bir gelecek demek… Coşkusu olmayanın umudu ve hedefi; umudu olmayanın mücadelesi ve azmi de olmaz.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir