Allah’ın Sınaması, İmtihan Etmesi Ne Demektir?

Allah’ın Sınaması, İmtihan Etmesi Ne Demektir?

Sınanmak, denenmek, teste tabi tutulmak…

Allah, bizleri doğrudan bir sınava tabi tutmuyor. O’nun verdiği, vermediği tüm imkanlarla, fırsatlarla, dostlarımızla, dost olmayanlarla, düşmanlarımızla, sahip olduğumuz her şeyle bir sınanma dünyasındayız. Her birimiz, birbirimizi sınıyor, birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Birbirimize karşı gösterdiğimiz tepkilerle, birbirimize olan güvenimiz artıyor veya azalıyor. Bizler birbirimizi denerken Allah da daha üstten, en üstten, daha objektif bir biçimde, hiçbir çıkar gözetmeden bizi gözlüyor, gözetliyor. Bizler birbirimizi kendimizce bir değerlendirmeye tabi tutuyoruz. Bunu dünyadaki herkes yapıyor. Herkes, birbiriyle ilişkilerini sürdürürken, bilinçli veya bilinç dışı bir tutumla birbirini sınıyor. Bunun sonucu insanlarda bir kanaat oluşuyor.

Anne-babamız bizi sınıyor; ne denli güvenilir, ne denli özgüvenli, ne denli başarılı olduğumuz onların kafasında istemli ya da istemsiz şekilde not ediliyor. Bizler bilinçlice yapmasak da anne-babamızı deniyoruz; onların gidişatına göre bir tutum sergiliyoruz. Arkadaşlar birbirini sınıyor, dostlar birbirini sınıyor, komşular birbirini sınıyor. Eşler birbirini sınıyor. Bir sınanma dünyasında yaşıyoruz. Kimse kendisini bundan soyutlayamıyor.

Tüm bunların nedeni, bundan sonraki ilişkilerimizde buna uygun bir tutum içine girme amacı da taşımaktadır. Hayvanlar bile bizi ve birbirlerini sınarlar. Güvensiz bir tavrımızı görürlerse ona uygun bir tutum geliştirirler. Her gördüğümüzü, duyduğumuzu, tanıdığımızı belli kriterle ölçüp biçiyoruz, sınıyoruz, deniyoruz, kafamızda test ediyoruz. Nasıl ki biz birbirimizi sınıyorsak Allah da bizi bizle sınıyor. O’nun sınaması, doğrudan, direkt bir sınama değil. O bizi birbirimizle, sahip olduklarımızla sınıyor. Bizim sınamalarımızı da sınıyor. Ancak Allah’ın sınaması, en gerçekçi, en sağlıklı değerlendirme oluyor. Çünkü O, bir çıkar gözetmiyor, ayrımcılık yapmıyor, kimseyi kayırmıyor, taraf tutmuyor. Biz yargılamalarımızda özen göstersek de öznellikten bütünüyle kurtulamıyoruz. Allah, herkesi, aynı kriterlere göre tarafsız ve adil bir şekilde değerlendiriyor.

İçimizde hayata, doğuştan veya sonradan birtakım eksiklik veya yetersizliklerle başlayanlar var. Elbette hiçbirimiz hayata eşit koşullarda başlamıyoruz.

Allah da bizlere “hepinizi her konuda eşit kılacağım” şeklinde bir eşitlik vaadinde bulunmuyor. O, haklarda eşitliği öneriyor, davalarda ise adaleti emrediyor.

Herkes hayata aynı noktadan ve aynı hızda başlamadığı için her kişinin kendi pozisyonunda etkilenme derecesine göre çeşitli imtiyazları veya dezavantajları olabiliyor. Ama herkes kendi koşullarında sorumlu…

Huzur ve mutluluğa gelince, huzurumuz bizim dürüst ve sorumlu davranmamıza, mutluluğumuz ise dostlarımızın dürüst ve sorumlu davranmasına bağlı…

Allah hakkında konuşurken kimsenin kafasına göre konuşma gibi bir lüksü yok. O’nun hakkındaki geçerli tüm bilgileri sadece O’na ait kitapta bulabiliyoruz. Allah hakkındaki, Kur’an’a aykırı olan bilgiler, palavralar ve saçmalıklarla doludur. O halde, Allah’tan bahsediyorsak, Allah’ın Kitab’ından referans göstermek durumundayız.

Kur’an’da Allah, durup dururken, “Şu kişiyi bir aç bırakayım, susuz bırakayım, kafasını gözünü bir kırayım, bakayım nasıl davranacak?” gibi bir tutum içinde olacağından söz etmez. Tam tersine, kimseye en küçük bir haksızlık yapmayacağını bildirir. İnsanların yaşadıkları olumsuzlukların, yine onların yapıp ettiklerinden kaynaklandığını bildirir:

Sizi üzen/derinden etkileyen her şey (başınıza gelen her felaket/ bela/ olumsuzluk), kendi yaptıklarınızdan kaynaklanmaktadır; bununla beraber çoğunu da Allah affedicidir.” (42Şura/30)

Bu ayette, “kendi yaptıklarınızdan kaynaklanmaktadır” ifadesi, başımıza gelenler, bireysel olarak doğrudan kendi yaptıklarımızdan geldiği gibi, toplumsal sorumluluklardan da kaynaklanıyor olabilir. Toplum, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş, diğer bireyler de olup bitenleri görmezden gelmiştir. Örneğin, trafikte sarhoşluğun olağan karşılandığı bir toplumda, kazalar kaçınılmazdır. Kişinin kendisi sarhoş olmasa da, buna yönelik tedbir alınmıyor veya buna müdahale edilmiyorsa, bundan herkesin etkilenmesi mümkündür.

Şu gerçeği göz ardı etmemek gerekiyor: Allah, insanların; hastalanmayacağını, yaralanmayacaklarını, sakat kalmayacaklarını, yoksulluğa izin vermeyeceğini, ölmeyeceklerini vaat etmemiştir. O’nun böyle bir vaadi yoktur. O ancak, bildirdiği ilkelere ve değerlere bağlı kalınması durumunda moral, güç, kararlılık, cesaret gibi konularda destek olacağını vaat etmiştir. Bu durum, özgür iradenin de bir gereğidir. Varlıkların yaratıcısı olan Allah, fiziksel ve biyolojik yasalar gibi varlık veya yaratılış yasalarını belirlemiş, ahlaki erdemlere ve yaratılış yasalarına uygun davranılması durumunda psikolojik destekte bulunacağına söz vermiştir.

Ayet, öncelikle topluma hitap ediyor ve sizin başınıza diyor. Örneğin, kanser vak’alarındaki sorunlar; kimyasallar, radyasyon, temizlik, genel dengenin bozulması gibi çeşitli gerekçelere dayanır. Kimyasallar ve diğerleri, Allah’ın biyolojik yasasının bir sonucu olarak biyolojik yapılı varlıklara çeşitli zararlar verirler. Bu da, Allah’ın bir yasasıdır. Çünkü O, her şeyi bir ölçüye ve yasaya bağlı olarak yaratmış, onların form bozukluklarını ve hayatlarını kaybetmelerini de belli yasalara bağlamıştır. Buna biz kader diyoruz. Toplumsal afetlere ise Allah’ın sünneti (Sünnetullah) diyoruz. Toplumun veya bizim yaptığımız hatalar sonucu belalar yaşıyoruz. Her şey birebir bizim hatamızdan kaynaklanmıyor. Ancak toplumsal olaylarda da hepimiz duyarlı olmak zorundayız.

Kuşkusuz ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Ki, onların başına bir musibet gelince, “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz!” derler.” 2Bakara/155-156

Hz. Ömer zamanında bir deprem olmuştu. Bu esnada Hz. Ömer: “Ey insanlar! Bu deprem sizin yaptığınız bir davranıştan dolayı değildir. Canımı elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki şayet bir daha tekrarlarsa burada sizi iskan ettirmem” dedi.

“İşte Ömer budur.” dedirten bir söylemdir bu. Çağımızda henüz ulaşamadığımız feraset örneği. Depremi hala Allah’ın gönderdiği bir azap olarak algılayan zihniyete, taa o dönemde en güzel cevabı Hz. Ömer vermiştir. Fay hattının üzerine binalar kurup daha sonra da Allah’ın takdirine razı olunması gerektiğini söylemek kadar İslami anlayışa zıt bir şey olamaz. (Mehmet Azimli, Dört Halifeyi Farklı Okumak-2 Hz. Ömer, s. 49, Ankara, 2013.)

Hz Ömer de biliyordu ki deprem, Allah’ın yaratılış (fiziksel) yasalarından birisinin aktif hale geçmesiydi. Bundan etkilenenler, hem bu yasayı, hem de tedbir alarak sorumlu davranma ilkesini çiğnemiş olmaktadırlar. Atalarımız bu yasayı göz ardı etmiş olsa bile bizim bu bilinçte olmayışımız, elbette bizim sorumluluğumuzdur.

Elbette ne yaşarsak yaşayalım. Allah kimseye haksızlık yapmıyor. Bizim veya toplumun (ki toplumda yaşananlardan biz de sorumluyuz. 8Enfal/25) yapıp ettiklerinin bir sonucu da olsa Allah bizi bununla dener. Biz de bu yaşadıklarımızdan dolayı sabrederiz, yani pes etmeyiz, bildiğimiz ve inandığımız doğrulardan vazgeçmeyiz. Kararlılıkla hak ve adaletin yanında yer alır ve sorumluluklarımızı yerine getiririz.

Ancak şunu da biliriz ve inanırız ki, Allah insanları keyfi olarak sınamaz ve denemez. Durup dururken bize acı çektirmez. O yüzden, bu yaşananları bir isyana vesile değil tam tersine aynı hataları yinelememenin yollarını ararız. Sigara sonucu akciğer kanseri olan ve bunun sonucu ölen kişi, Allah’ın insanın biyolojik yapısına yerleştirdiği biyolojik sistemi bozmuştur. Bozulunca, yine biyolojik yasanın bir gereği ölüm gerçekleşmiştir. Bunun önüne geçilemez. Çünkü kader, değişmez bir yasadır. Bu kaderdir diyerek sigaraya devam edemeyiz.

Allah insanın yaşamasını, kan dolaşımına ve solunum gibi daha başka nedenlere bağlamıştır. Örneğin, insan vücudundan 1/3 oranında kan kaybedince veya yarım saat oksijensiz kalınca ölüm gerçekleşiyor. Bu bir biyolojik yasadır. Allah insanı böyle yaratmıştır. Bu yaratılış yasasına ‘kader’ diyoruz. Şimdi kişi kaza, hastalık veya başka nedenlerle belirli miktarda kan kaybına veya oksijensiz yaşama maruz kalsa kader (değişmez yasa) gereği hayatını kaybeder. Biz, daha önceden belirlenmiş bir yasa sonucu ölümün kaçınılmaz olduğuna inanırız. Allah’ın yasasına teslim oluruz. Kimisi de o kişinin o gün öleceğinin yazıldığına inanır. Allah’ın yasasına inananlar, tedbirlerini alırlar. Çünkü tedbirle sonucu değiştirmek mümkündür. Yazılı olduğuna inananlar ise çok cahil iseler tedbir almazlar, akıllı iseler biz zaten o yazıyı bilmediğimiz için tedbir almak durumundayız diye tedbire başvururlar.

Yaşadığımız her şey, Allah’ın bilgisi dahilinde olduğu ve Allah’ın kimseye haksızlık yapmadığına yüzde yüz inandığımız için bir isyan değil, Allah’a teslimiyet devam eder, ancak kendi tarafımızdan tedbir tarafı varsa onu asla ihmal etmeyiz.

Diğer taraftan peygamberlerin başına gelen olumsuzlukların da kendi yaptıklarından kaynaklandığını bildirir:

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük de kendi (yanlışın yüzü)ndendir.” (4Nisa/79)

Buradaki hitap Hz Peygamber’edir. Hz Peygamber’in uyarıldığı bazı ayetlere örnekler: 47/19; 8/67-69; 80/1-10; 9/43.

Doğada yaşanan olumsuzlukların da insan kaynaklı olduğu bildirilir.

İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda karada ve denizlerde (ekolojik) çürüme ve bozulma başladı: Bu şekilde (Allah), belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattırmaktadır.” (30Rum/41)

Bu ayetlerde dikkat çeken şey; insanların yaşadıkları olumsuzluklar; kader, büyü, nazar, şanssızlık, uğursuzluk gibi hayali dış etkenlere değil doğrudan insan davranışlarına bağlanmaktadır.

Ölümler, bizim dışımızda gelişmiş olaylar ise, bizim bir dahlimiz yoksa, burda bizim bir sorumluluğumuz yoktur. Ölen kişi açısından konu kapanmıştır. Şura/30, yetişkinlere seslendiği için çocuklara hitap etmez, akıl hastalarına da hitap etmez. Çünkü onlar, ayetin mesajını anlayamazlar.

Herkesin hayatını net olarak bilemeyiz. Arka planını da net olarak bilemeyiz. Bizim başımıza gelen olayların mutlak gerekçesini net olarak bilmiyoruz. Ancak başımıza bir musibet gelince, acaba şundan mı, bundan mı diye üzerinde düşünür ve benzer hatalardan kaçınırız. Ne var ki %100 şundan kaynaklandı diyemeyiz. Bizi derinden etkilemişse/üzmüşse, bunun, durup dururken yaşanmadığına, Allah’ın bilgisi dahilinde olduğuna, O‘nun asla haksızlık yapmayacağına inanırız. Varsa eksiğimizi gidermeye çalışırız. Peygamberler de insandırlar. Yaşadıkları sorunların kaynaklarını elbette yüzde yüz bilemeyiz. Şunu biliriz ki Allah’ın seçtiği insanlar, öyle kolay kolay büyük yanlışlar yapmazlar. Ancak şu gerçeği göz ardı etmemeliyiz. Bütün insanlar, yanılabilir, unutabilir veya dalabilir. Bkz. Bakara/286 ve Nisa/140

Kur’an literatüründe sınanmak için farklı fiiller kulanılmıştır: Fitne, bela ve imtihân.

1 – FİTNE: Madenleri potada eritip cüruflarını (atıklarını) yakıp asıl saf maddeye ulaşma işlemi. Kişinin kalitesi, zor zamanlarda, yol ayrımlarında ortaya çıkıyor. Ateşe tutulunca, özünde gerçek insani ve ahlaki değerler olanlar, fırtınada, yangında, selde, küslükte, kavgada, tartışmada o değerlerini terk etmiyor, onlara sahip çıkıyorlar. Ani öfke ve kızgınlıkta her şeyi ateşe vermiyorlar. Sahip oldukları değerleri çiğnemiyorlar.

Fitne inanç konusundaki yol ayrımına işaret ediyor:

“İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan (fitnelenmeden) bırakılacaklarını mı sandılar? Onlardan öncekileri sınadık (fitneledik); Allah, gerçekten dürüst insanları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (29/2-3)

 

Fitne, adeta yol ayrımıdır; dürüst ile yalancı, iman edenle ikiyüzlü o sayede ayırt edilir. (29/2-3, 10-11)  Fitne, ya baskılar egemendir, ya da verilen imkanlar…

 

Fitne,

a) Bazen hukukdışı ağır baskılarla ve engellemelerle (2/191,193,217; 4/101; 10/83; 16/110; 22/11; 29/10; 60/5; 85/10),

b) Bazen inancı uğruna çekilen eziyetlerle (20/40) ,

c) Bazen ilkesel konuda çekememezlikle (6/83; 25/20),

d) Bazen insanları yoldan çıkarma amaçlı telkinler ve ayartmalarla (3/7; 4/91; 5/49,71; 7/27; 9/47-48; 17/73; 20/90; 27/47),

e) Bazen eğer yoldan çıkarmaya neden oluyorsa verilen bilgi, geniş imkanlar ve fırsatlarla (8/28; 28/20; 39/49; 64/15),

f) İyi insanların da hata yapabilme durumuyla (22/53),

g) Bazen yaptıklarının bir bedeli olarak insanı yol ayrımına getirebilen bir ilahi cezayla (8/25; 24/63) kendini gösteriyor.

Allah’ın potada eriterek saflaştırma sistemi (fitnelemek), tohumunun “nimet” hâline gelme sürecine benzer. Toprağın içindeki tohum, toprağın içinde çatlar, toprağı delerek dışarı çıkar. Toprağın üzerine çıkınca yağmurla, soğukla karşılaşır, kızgın güneşin altında sararıp olgunlaşır. Bu olgunluk yeterli olmaz; orakla kesilir, harmanda dövülür, değirmende ezilip öğütülür, sonra, fırında pişirilir. Sonra sofralarda “nimet” olarak yerini alır.

Amaç, gerçek ahlak ve vicdan sahiplerini, gerçek inananları, inancında samimi olanları ortaya çıkarmaktır. Fitne, bir samimiyet testidir.

2 – BELA: Kimin erdemli davranacağı bu yolla test edilir. Bu, kişinin olabileceğinin en iyisi olması ve yapabileceğinin en iyisini yapmasını amaçlayan kendini gerçekleştirmeyle doğrudan ilişkilidir. (11/7; 18/7; 67/2) Sabırlı davrananlar, gerçekten hak ve adalet için mücadele verenler bu yolla ortaya çıkar ( 47/31).

İnsan, elindeki imkanları, fırsatları ve çevreyi, çeşitli nedenlerden dolayı zamanla kaybedebilir. Saygısızlığa ve hakarete uğrayabilir. Bunlar, herkesin hayatında olabilecek şeylerdir. Böyle bir durumda, kimisi kendisini kaybeder, sorumluluklarını aksatır. Böyle bir kişilik, zaaflarının kurbanı olur. İnsanlar, böyle biriyle olan ilişkilerini uzun vadeli görmezler. Bu tip bir denenme, belki tam bir yol ayrımı değildir; ancak böyle durumlarda güven zedelenmeleri yaşanır. İyi gün dostları, çevresi tarafından sınanmış ve kalıcı bir güven sağlanamamıştır. Fitne türü sınanmada güven krizi/bunalımı yaşanırken, bela türü denenmelerde güven zedelenmesi söz konusudur.

“Sizi biraz korku, açlık ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneyeceğiz (BELÂ’). Zorluklara karşı göğüs gerenleri/ azimli olanları (sabır gösterenleri) müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: “Biz Allah’a ait (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” (2/155-156)

“Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz; sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden ve ortak koşanlardan çok incitici (sözler) duyacaksınız. Ama sabreder, korunursanız; işte bunlar, yapmağa değer işlerdendir.” (3/186)

Esasında bu tip denenmeleri de 42/30’dan bağımsız düşünmemek gerek. Korkularımız, açlığımız, yaşadığımız kayıplar ve zayiatlarda insan etkisinin olmadığını söyleyemeyiz.

Fitneyle kişinin inancı, belâ’ türü denemeyle kişinin sabrı ölçülür. Sabırsız insanlar, zayıf karakterli insanlardır. Sabırlı insan, sağlam bir karaktere sahiptir. Bütün insanlar, doğal yaşam içinde birbirlerini deneme yoluna giderler. Deneme ve denenme, hayat içindeki doğal sınavdır. Allah, hak ve adaletin böyle insanların omuzlarında güçleneceğini bildirir. Tüm elçilerini sabır testinden geçirir. Sabır testinden geçenler, olgun ve erdemli insanlardır. Onlar rüştünü ispat edenlerdir.

İnsanlar susuzlukla (2/249), verilen nimetleri doğru değerlendirip değerlenmediğiyle (5/48; 6/165; 27/40), sınırları bilip bilmemekle (7/163), iyilikle ve kötülükle (7/168; 21/35), sözlerine ve sözleşmelerine bağlılıklarıyla (16/92), mal ve can kayıplarıyla (2/155; 47/4; 68/17) denenmektedirler. Ancak bu denenmeler, yine kendi özgür tercihleriyle yaptıklarının sonucu gerçekleşmektedir.

3 – İMTİHÂN: İman edenlerin;  kendi yaşamlarında ve toplum içinde sorumlu, iç disiplinli, öz denetimli davranıp (takva) davranmadıklarının sınanması durumudur.(49/3; 60/10-11) Uzun vadeli dostluklarda tarafların birbirini tanıması, son derece doğal bir durumdur. Gerektiğinde birbirlerinden bağlılık sözü almalarıdır. (60/12)  Turgut ÇİFTÇİ

You may also like...

16 Responses

  1. dogan dedi ki:

    Allah’ın Sınaması, İmtihan Etmesi
    “Sizi üzen/derinden etkileyen her şey (başınıza gelen her felaket/ bela/ olumsuzluk), kendi yaptıklarınızdan kaynaklanmaktadır;
    yukardaki alintiya istinaden sorum şöyle
    ben 18 yaşımda gözlerimi kaybettim bir irsi rahatsızlık sebebiyle yanı benim sizin dediyiniz gibi kendim ne yedigimden nede içtiğimden bu duruma geldim yani 3 generasyon geriden gelen bir gen bozuklugundan kaynaklanan bi rahatsızlık madem bu dünya her birimiz için bir sınanma dır benim suçum ne herkez bu dünyanın güzellıklerınden faydalanıyor ve yararlanıyorda benim suçum ne neden ben bu sınavımı kör olarak vermek zorundayım ve dıgerleri zenginlik saglıklı bu sınavı veriyor bu durum benim gücüme gidiyor herkez hayatından bir şekilde tat alırken ben hayatımın büyük bölümünü evde geçiriyorum nebiçim bi adalet ne biçim bi sınav biri milyarlerle sınanıyor dıgeri körlükle kıyaslanacak durum değil bende dünyada dıger ınsanlar gibi sağlıklı sınanmak istiyorum benim kör olarak sınanmam benım kötü bir kul olduğumamı işaret eder veya allahın iyi kuluyum ondanmı körüm bu dünyada sınav diyorsunuz ben bu dünyamı yaşamak istiyorum diğer dünyamı cehennemi kabul ediyorum desem sınavın şekli değişmiyecek sanırım

    • admin dedi ki:

      İçimizde hayata, doğuştan veya sonradan birtakım eksiklik veya yetersizliklerle başlayanlar var. Elbette hiçbirimiz hayata eşit koşullarda başlamıyoruz.
      Allah da hepinizi her konuda eşit kılacağım diye eşitliği vaat etmiyor. O, haklarda eşitliği öneriyor, davalarda adaleti emrediyor.
      Hayata aynı noktadan ve aynı hızda başlamayınca herkesin etkilenme derecesine göre çeşitli imtiyazları veya dezavantajları olabiliyor. Ama herkes kendi koşullarında sorumlu…
      Huzur ve mutluluğa gelince, huzurumuz bizim dürüst ve sorumlu davranmamıza, mutluluğumuz ise dostlarımızın dürüst ve sorumlu davranmasına bağlı…

      “Sizi üzen/derinden etkileyen her şey (başınıza gelen her felaket/ bela/ olumsuzluk), kendi yaptıklarınızdan kaynaklanmaktadır; bununla beraber çoğunu da Allah affedicidir.” (42Şura/30)

      Bu ayette, “kendi yaptıklarınızdan kaynaklanmaktadır” ifadesi, başımıza gelenler, bireysel olarak doğrudan kendi yaptıklarımızdan geldiği gibi, toplumsal sorumluluklardan da kaynaklanıyor olabilir. Toplum, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiş, diğer bireyler de olup bitenleri görmezden gelmiştir. Örneğin, trafikte sarhoşluğun olağan karşılandığı bir toplumda, kazalar kaçınılmazdır. Kişinin kendisi sarhoş olmasa da, buna yönelik tedbir alınmıyor veya buna müdahale edilmiyorsa, bundan herkesin etkilenmesi mümkündür.

      Şu gerçeği göz ardı etmemek gerekiyor: Allah, insanların; hastalanmayacağını, yaralanmayacaklarını, sakat kalmayacaklarını, yoksulluğa izin vermeyeceğini, ölmeyeceklerini vaat etmemiştir. O’nun böyle bir vaadi yoktur. O ancak, bildirdiği ilkelere ve değerlere bağlı kalınması durumunda moral, güç, kararlılık, cesaret gibi konularda destek olacağını vaat etmiştir. Bu durum, özgür iradenin de bir gereğidir. Varlıkların yaratıcısı olan Allah, fiziksel ve biyolojik yasalar gibi varlık veya yaratılış yasalarını belirlemiş, ahlaki erdemlere ve yaratılış yasalarına uygun davranılması durumunda psikolojik destekte bulunacağına söz vermiştir.

      Ayet, öncelikle topluma hitap ediyor ve sizin başınıza diyor. Örneğin, kanser vak’alarındaki sorunlar; kimyasallar, radyasyon, temizlik, genel dengenin bozulması gibi çeşitli gerekçelere dayanır. Kimyasallar ve diğerleri, Allah’ın biyolojik yasasının bir sonucu olarak biyolojik yapılı varlıklara çeşitli zararlar verirler. Bu da, Allah’ın bir yasasıdır. Çünkü O, her şeyi bir ölçüye ve yasaya bağlı olarak yaratmış, onların form bozukluklarını ve hayatlarını kaybetmelerini de belli yasalara bağlamıştır. Buna biz kader diyoruz. Toplumsal afetlere ise Allah’ın sünneti (Sünnetullah) diyoruz. Toplumun veya bizim yaptığımız hatalar sonucu belalar yaşıyoruz. Her şey birebir bizim hatamızdan kaynaklanmıyor. Ancak toplumsal olaylarda da hepimiz duyarlı olmak zorundayız.

      “Kuşkusuz ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Ki, onların başına bir musibet gelince, “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz!” derler.” 2Bakara/155-156

      Elbette ne yaşarsak yaşayalım. Allah kimseye haksızlık yapmıyor. Bizim veya toplumun (ki toplumda yaşananlardan biz de sorumluyuz. 8Enfal/25) yapıp ettiklerinin bir sonucu da olsa Allah bizi bununla dener. Biz de bu yaşadıklarımızdan dolayı sabrederiz, yani pes etmeyiz, bildiğimiz ve inandığımız doğrulardan vazgeçmeyiz. Kararlılıkla hak ve adaletin yanında yer alır ve sorumluluklarımızı yerine getiririz.

    • Elif dedi ki:

      Degismesin zaten buradaki hayati nasil kiyaslayabilir ki insan ahiretle. Senin sinavin gozlerinle, baskasinin sinavi felcle, baskasininki oglunu kaybederek, bir baskasi aldatilarak oyle ya da boyle hepimiz iyi kotu yasamiyor muyuz bu hayati. Dogustan kor olup hic bilmeyebilirdin renkleri, gokyuzunu , goruntunu. Lazim olan sukretmek degil mi sahip olduklarina sende var olana. Okurken gercekten uzuldum gozlerini kaybetmenden cok bu isyanina bu kadar uzulmene. Hayat belki daha buyuk acilardan korudu seni belki cikmadigin gece ve sakat kalmadigin bir kazadan korudu seni. Izin ver sana farkli pencereler acsin hayat gozlerini kaybetmissin ama burnun var parmaklarin var dilin var hala hisseden ve yasayan bir bireysin. Butun hayatini karamsarliga bogup eksikliginle evden cikmayarak mi yasayacaksin hayatini. Oysa bence sukretmelisin yasiyorsun hayattasin. Neden kaybettiklerinin isyani ile bogulasin ki karanlikta. Evet yasadigin zor ve haksizlik olarak gorebilirsin ama dokundugun her canlida yedigin her meyvede Allah’in guzelligini duyumsayamiyor musun? Bence kalbini acmalisin hayata karsi Allah’a ve onun sana verdigi guzelliklere karsi. Umarim hayatin hep aydinlik olur, cicek kokulari burnundan eksilmez ve Allah hep yaninda sana yon veren olur

    • deniz dedi ki:

      Gözleriniz yok ama güzel yazmışsınız

  2. selda dedi ki:

    merhaba,
    bir sorum olacak,
    sınanan insan ne yapmalı.?
    kötü bir şey ile ,hastalıkla, yalnızlıkla, başarısızlık, sürekli kötü talihle karşı karşıya olduğunu düşünen insan ne yapmalı?
    ah alan, isyan edip pişman eden insan bunu nasıl telafi etmeli?

    • admin dedi ki:

      İnsan zorluklar, sorunlar, sıkıntılar ve ihtiyaçlar karşısında doğru davranıp davranmayacağıyla, hak ve adalet üzere dürüstçe yaşayıp yaşamayacağıyla sınanır. Kimileri pes eder. Sorunlar ve sıkıntılardan dolayı saçma sapan davranmaya, yalan ve yanlış üzere bir hayat yaşamaya başlar. İşte sınanmada kaybetmek budur.
      Selamlar

  3. ezel dedi ki:

    Merhaba erken doğum olduğum için yaşıtlarımdan zihinsel olarak biraz geriyim öğrenme güçlüğüm var, okulda ve sosyal hayatta çok fazla sıkıntı çektim gittiğim ortamlarda yetersizliklerimden dolayı dalga geçtiler ve bir çok kere ezilip küçük düşürücü durumlara düştüm bu benim sınavım olabilir mi yaşım çok genç ve insanlardan bir çok kere darbe yedim hiç kimseye bir zararım olmadığı halde ve dediğim gibi yetersizliklerimden dolayı gittiğim her ortamda dalga geçtiler ve aşalandım bu konuda ne yapmalıyım Allah beni yetersizliklerimle sınıyor olabilir mi?

    • admin dedi ki:

      Bunun sorumlusu, elbette siz değilsiniz. Siz bunu yetişkin olduğunuz zaman kendi iradenizle kazanmadınız. Belki anne-babamızın, çevremizin yeterince sorumlu davranmaması ve/ya bizi o koşullara sürükleyen toplum, sağlık kurumlarının yetersizliği, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, vd. bunun nedeni. Onlar da kendi sınavlarını vermişler ve veriyorlar. Siz de artık böyle bir durumda olmanızdan dolayı sınanıyorsunuz. Ta ki bu sağlık durumunuzu bahane ederek gücünüz yettiği oranda doğru ve doğal davranmaktan, hak ve adalet üzere yaşamaktan vazgeçip geçmeyeceğinizle sınanıyorsunuz.
      Allah’tan sağlık, sıhhat diliyoruz.

  4. Müftü Ali taşçı dedi ki:

    Allah ister verir. Ister vermez. Vermediğinde neden vermedin diyen hem terbiyesizlik, Hem haddini bilmezlik, Hem de NANKÖRLÜK yapmış olur. Görmeyenin, binlerce nimetine şükür gerekir. Görmeyenin, idiot mu hayır, kanser mi kanı, hayır,. Dili lal mı hayır… Binlerce nimeti görmezden gelmek iblisin oyununa Gelmekdir. Neden biliyor Gözü gördüğünde haramlara dalmayacağını. Ebedi cehennem yolcusu olmayacağını?

  5. leila dedi ki:

    Merhaba
    Benim rüyayla ilgili sorum var izninizle. 12-13 sene önce abim 25-26 yaşlarında çok ilginc bir rüya görmüş… Amcamın arabasında amcam, abim, başka 2 erkek akrabamız trafikle gidiyorlar. Bir az sonra araba göye kalkmağa başlıyor ve bulutların arasında yürüyor. Abim soruyor”neler oluyor?” kayıpdan bir ses “Allahın huzuruna gidiyorsunuz”diyor ve bulutların arasındakı çok büyük bir kasrın( tıpkı filmlerdeki gibi )önünde araba duruyor. Kasrın dışı güllerle, yeşilliklerle süslenmiş oluyor, bi de en baş kısmına ..NUR EVİNİN ANAHTARI.. yazılmış.Her kes arabadan inerek içeri giriyor..içeride çok büyük taşlar varmış, her kes oturuyor, abim de her kesden arkada oturuyor. Amcamın arabasında gidenlerden başka insanlar varmış kasrın içinde ve her kes Allahın gelmesini bekliyor. Az geçmemiş kapı önünde gözleri kör edecek kadar bembeyaz bir ışık, nur oluşuyor. nurun içinde saçı sakalı, elbisesi beyazlara bürünmüş nurlu, ihtiyar birisi insanlara taraf geliyor,elleri bomboş.. hiç bir söz söylemeden teker teker her kesin önünde duruyor ve ellerini havada döndürdükce ellerinde bir kaç tane güller oluşuyor onu da önünde durduğu kişiye veriyor. amma abimin karşısında 2 kez ellerini döndürmüş olsa da ellerinde güller olmuyor ve abim de kendi kendine” bana da olsun” dese de olmuyor, hemin ihtiyar oradan gidiyor. abim de sonunda çok üzülüyor..rüya bu kadar.. sizce bu rüyanın anlamı ne, açması ne? ona neler denilior bu rüyayla?

    • Turgut Çiftçi dedi ki:

      Rüyaların yorumu konusunda bilgi sahibi değiliz. Yapılan yorumlar da öznel bir görüştür.

  6. emirhan dedi ki:

    hocam beni kıskançlık duygusu bitiriyor.
    mesela bizim sınıftaki bir arkadaş çalışmadan 90 alıyor ben çalışınca 38 alıyorum.
    onun babası memur benim babam çiftci

    bende gelişim geriliği var yaşıtlarım lisedeyken ben ortaokuldayım

    beni küçümsüyorlar zeki değilim diye ben zayıfım diye beni eziyorlar

    güzel bir kız var beni görünce başka bir zeki erkekle veya kendini beğenmiş birisiyle konuşmaya başlıyor beni görmezden geliyor. kızda haklı zorla güzellik olmaz ama banada acı çektiriyor

    ben en iyi yaptığım şey bilgisayar oyunu oynamak arkaşlarım oynarken bende oynasaydım diye dalıp olmayacak hayaller kuruyorum olmayınca üzülüyorum

    isyan ettimdiyede bir yandan içerliyorum ben ne günah işledim allah beni bunlarla niye sınıyor? fazla yazmamak için birkaç tanesini yazdım ne yapmam gerekiyor? şimdilik kendimi 100 yıllık dünya geçer gider diye avutuyorum?

    • Turgut Çiftçi dedi ki:

      Emirhan merhaba,
      Hepimiz; bilgimiz, kapasitemiz ve gücümüz ölçüsünde sorumluyuz. Evet, dünyaya eşit koşullarda gelmiyoruz. Avantaj ve dezavantajlarımızı, doğru tercihlerimizle fırsata dönüştürebiliriz. Anlık ve kısa vadeli çıkarları değil, uzun vadeli ve kalıcı faydaları dikkate almak daha rasyonel ahlaka uygun. Avantajların dezavantaja, dezavantajların avantaja dönüşme olasılığını göz ardı etmemek gerek.

  7. kenan dedi ki:

    vesveseliyim dedim ama ramazan oldu şeytanlar Zincire bağlandı ben hala içimden kendi kendime konuşup dinden çıkıyorum galiba ibadetlerimide yerine getiriyorum

    • Turgut Çiftçi dedi ki:

      Şeytanlar, nasıl ve ne zaman zincire vurulur?
      Hiçbir zaman…

      Eğer insan, aklını, iradesini ve vicdanını kullanır, Kur’an’ın kula kulluk etmeme ilkesine işletir, hak ve adalet üzere yaşarsa, ona şeytanlar, kolay kolay zarar veremezler.

  8. Yildiz dedi ki:

    Hocam hazla duygusalım sanki, etrafimdakilere belli etmem hiç ama içim hep bi buruk ağlıyorum sürekli 6,7 yaşlarımda yanlış olduğunu bilmeden yaptığım hatalar 20 yaşına gelmiş beni çok üzüyor sürekli af diliyorum Allahtan kendimle bir türlü barışamıyorum losemi oldum 17 yaşında tedavim bitti ama stres yüzünden toparlayamıyorum kendimi fazla kısıtlıyorum iyi olacak herşey diyorum bana tavsiye verebilir mısınız lütfen!

Yildiz için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir