Kişilik Bozuklukları (Derleme)

GİRİŞ

Kibir (kendini beğenmişlik ve büyüklük saplantısı), sanıldığı gibi, “En büyük benim. Benden başka büyük yok” gibi büyüklük hezeyanlarıyla (megalomani) ortaya çıkan çeşitli psikotik bozukluklar (akli denge bozukluğu) değildir.

Kibir; başkasının geçmişini, konumunu, bilgisini, deneyimlerini, kazanımlarını veya özelliklerini küçümseme yahut kendi geçmişini, konumunu, bilgisini, deneyimlerini, kazanımlarını veya özelliklerini abartılı biçimde önemseme yoluyla, ya da uyarılar karşısında fena halde rahatsız olma, öfke krizi geçirme, kendini kaybetme, saldırganlaşma, derin iççöküntü ve gerçek dışı hayali gerekçeler üretme yoluyla ortaya çıkan paranoid, narsistik veya psikopat gibi yaygın kişilik bozukluklarını ifade etmektedir.

Kur’an’da; Adem’i küçümsediğinden,uyarılar karşısında geçersiz bahanelerin arkasına sığındığından ve ‘özrü kabahatinden büyük’ gerekçeler getirdiğinden dolayı İblis’in ‘kibirli davrandığı’ ifade edilmiştir. İblis, bu konuda başkalarını da ayartmaya kalkışınca ‘şeytan’ olarak nitelenmiştir.

(2/34-38; 7/11-27; 15/26-43; 20/116-125; 38/71-85

 

1.PARANOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Paranoid kişilikte; kuşkuculuk, aşırı kıskançlık, alınganlık, kibir, kindarlık, geçimsizlik, kendini diğerlerinden üstün görme gibi özellikler bulunur.

Bu özellikler kişinin benliğince özümsenmiş, benimsenmiştir. Yani egosintonik durumdadır. Tutum ve davranışlarından dolayı eleştirilse, ilişki problemi yaşasa dahi kendinde bir eksiklik ve aşırılık görmez, çevreyi suçlayarak onları sorumlu tutar. Uğradığı başarısızlıklar ve aldığı tepkilerin, başkalarının kıskançlıkları ve kendisini çekemeyişlerine bağlı olduğuna inanır. Kuşkuculuk, kıskançlık, aşırı gurur, kendini büyük ve üstün görme özellikleri sanrı niteliğinde olmadığından, çevresinde geçimsiz, kendini beğenmiş, alıngan bir kişi olarak tanınmasına rağmen sosyal yaşantısı ve iş uyumu fazla bozulmaz. Genelde izole bir sosyal yaşama adapte olmuştur.

Paranoid düşüncenin psikodinamiğinde yadsıma ve yansıtma savunma düzenekleri yatar. Kişi kendisinde kabullenmediği, kendisi için yasak bulduğu eğilimleri önce inkâr eder, sonra dışarıdaki nesneye yansıtarak o nesnede varmış ya da o nesneden geliyormuş gibi algılar. Freud bu durumun “gizil eşcinsel dürtüler” den kaynaklandığını savunmuş, latent homoseksüaliteye bağlamıştır. Gizil eşcinsellikte eşcinsel dürtüler bilinçdışıdır, bu durum dışarıya tam tersi bir yaklaşımla, aşırı erkeksi görünüm ve davranışlarla yansır. Çok sert bir erkek imajı vardır. Eşcinselliğe karşı düşmanca tavırlar sergiler, eşcinsellerden çok rahatsız olur, aşırı tepki verir.

Paranoid kişi, ilk yetişkinlik yıllarından başlayarak çevresindeki insanların kasıtlı olarak kendisini küçük düşürücü ya da tehdit edici davranışlarda bulunduğuna inanır. Paranoid kişi, yeterli bir dayanağı olmaksızın başkaları tarafından sömürüleceği ya da kendisine zarar verileceği inancı içindedir. Ortada bir neden yokken arkadaşlarının sadakatini ve güvenirliğini sürekli soruşturur. Sıradan konuşmalar ya da olaylardan kendisini tehdit edici ya da küçültücü anlamlar çıkarır. Başkalarına anlatılacağından korktuğu için kendisiyle ilgili konuları kimseyle paylaşmazlar. İnsanlarla ilişkilerinde süreklilik yoktur. Yalnızca yaşanılan an algılanır.

Güvensizliği nedeniyle yakınlarına karşı saldırgan ve suçlayıcıdır. Aşırı gururlu ve kincidirler. Kıskanç olduklarından hep aldatıldığından kuşkulanırlar. Duygusal bakımdan soğuk, katı ve ciddidirler. Bu nedenle şaka kaldıramazlar. Kendileri de pek şaka yapmazlar. İnsanlara güvenmediklerinden karşılıklı güvene dayanan ilişkilere girmezler ya da bu tür ilişkileri yürütemezler. Sosyal ve mesleki ilişkileri ileri düzeyde bozuktur. Genellikle inatçı, tartışmacı, katı ve anlaşmaya yanaşmayan yönleri nedeniyle başarısız olurlar.

Psikanalitik teori geliştikçe paranoid belirtilerin altında sadece gizil eşcinsel dürtülerin değil, saldırganlık dürtülerinin ve kin, nefret, utanç, suçluluk duygusu yaratan her türlü eğilimin bulunduğu da gösterilmiştir. Bana düşmanca bakıyorlar, bana kötü gözle bakıyorlar, beni sevmiyorlar, ellerinden gelse beni bir kaşık suda boğarlar diyen biri aslında içindeki saldırgan dürtüleri yansıtmaktadır. Özgüven eksikliği içindeki paranoid kişi zayıflığını ve bilinçdışı dürtülerini gizlemek için yadsıma ve yansıtma zorunluluğu duymaktadır.

Paranoid kişi derin güvensizlik, kuşkuculuk ve aşırı dikkat içinde ağır bunaltı duyar. Bu durum ilerlediğinde, nesnesi belirsiz, karmaşık korkular somutlaşır ve sanrı halini alır. Kişi kendince nedensiz korkularını açıklamakta, etrafında olan biten her şeyi anladığını düşünmektedir. Bu durum psikiyatride “paranoid aydınlanma” olarak isimlendirilir. Kendini büyük ve önemli görme, kibir duyguları da küçüklük, yetersizlik, değersizlik duygularının yadsınmasından kaynaklanmaktadır.

Paranoid hastalar rahatsızlıklarına karşı içgörüleri olmayan, hastalığı kabul etmeyen, kötülüğü kendinde değil dışarıda arayan, doktorluk bir rahatsızlığı olduğuna inanmayan kimselerdir. Psikiyatriste geldiklerinde savunucu tutum alırlar ve sanrılarını gizlerler.

Hastanın hekimine güvenmesi şarttır. Ailesi tarafından kandırılarak doktora getirilen hastanın mevcut olan kuşkuculuğu iyice depreşir ve hiçbir yarar elde edilemez. Aldatılma, oyunla kandırma gibi bir yaklaşım tamamen ters teper.

Paranoid hastalar görüşmede çok savunucu olurlar ve soruları gereksiz ayrıntılar, genelleştirmeler, yandan cevaplarla savuşturmaya çalışırlar.

Hastalığın nedeni ve tedavisi :

Paranoid kişilik bozukluğunun psikodinamik nedeni kuşkucu tutum ve düşüncenin hastanın iç dünyasını açığa çıkması korkusundan ve incinme duygularından kaynaklanır. Bu kişiler kişilik özellikleri nedeniyle hekime pek başvurmazlar. Zaten kendilerinde ruhsal bir bozukluk olduğunu kabullenmezler ve tedavi önerilerine kızarlar. Hekime güvenmedikleri ve sırlarını vermek istemedikleri için terapötik bir ilişki kurmak zordur.

Paranoid hasta yakınlarının, çaresizlik içinde onu sakinleştirmek, güvenini kazanmak amacıyla haklı olduğunu söyleyerek sanrılarına katılmak zorunda kalmaları doğru bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşım hastanın sanrılarını pekiştirir. Hastanın düşüncelerine yönelik alaycı, aşağılayıcı yaklaşımlar ise onun öfkesini ve düşmanca tutumunu arttıracaktır.

PARANOİD/PARANOYA KİŞİLİK BOZUKLUĞUYLA İLGİLİ UZMAN GÖRÜŞLERİ

https://www.youtube.com/watch?v=UXq-QZHgfTw

https://www.youtube.com/watch?v=yDLzF9rRWhw

  1. ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU :

Şizoid kişilik, yetişkinliğin ilk dönemlerinden başlayarak yapılaşan ve insanlara ilgisizlik ve duygusal yaşantılardan küntlükle belirlenen bir kişilik bozukluğudur.

Bu kişiler insanlarla ilişkiye girmekten kaçınır ve yalnızlığı severler. Aileleri dahil sosyal ilişkilerden hoşlanmazlar. Bu nedenle yalnız yapılan etkinliklerden hoşlanırlar. İnsanlara karşı soğuk ve uzaktırlar. Kendilerine yakınlık gösterenlere aynı yakınlığı gösteremezler. Duygularını belli etmediklerinden soğuk görünürler ve içe dönük kişilerdir. Duygusal küntlük yaşarlar. Öfke, sevinç, bağırma gibi duygusal tepkileri ya hiç göstermezler ya da siliktir. İnsanlara yakın olmadıkları için cinsel ilişkiye girmekte de isteksizdirler. Kur yapma, flört gibi sosyal davranışları göstermezler ve evlenmek istemezler. Ancak ülkemizde özellikle geleneksel kesimlerde ailelerince evlenmeye zorlanırlar. Evlenince eş ve çocuklarının beklenen duygusal yakınlığı göstermezler. Hayali arkadaşları ya da aşkları olabilir. Zamanının önemli bölümünü hayal kurarak geçirebilir, yalnız yapılan işleri tercih ederler. Çevrelerine zarar vermediklerinden çevrelerinde önemli bir sorun gibi görülmeyebilir. Yine de aile, hastanın duygusal soğukluğundan yakınabilir. Ağır stres karşısında kısa psikotik dönemler yaşayabilirler.

Hastalığın nedeni ve tedavisi :

Nedeni açık değildir. Şizofreniyle genetik bir ilişkisinin olduğu iddia ediliyor. Ancak bu şizotip hallerde belirgin değildir. Kişilik özelliği olarak içedönüklüğün genetik geçir göstermeye eğilimli olduğu bilinir. Psikodinamik açıdan erken dönemlerde anne yokluğu ya da yetersizliği sonucu obje ilişkilerinin normal gelişim basamaklarına erişememesinin şizoid kişiliğe yol açtığı ileri sürülmüştür.

Bu hastalar pek tedavi içi başvurmazlar. Ancak başka bir hastalık ya da tablonun ağırlaşmasına neden olan bir yaşam sorunu olarak hekime gelir ya da getirilirler. Küçük dozda nöroleptikler kısa bir süre için denenebilir. Dinamik yönelimli psikoterapiyi tolere edemezler. Psikoterapi denenecekse, hastanın hekimle arasıda dilediği kadar mesafe bırakmasına izin vermek gerekir. Destekleyici tutumlar ve topluma girmeyi ödüllendirme gibi davranışçı teknikler kullanılabilir.

Paranoid durumların tedavisi oldukça güçtür. Antipsikotik ilaçların yanında psikoterapi gerekir. Psikoterapide hastayla mantıksal tartışmaya girmek anlamsızdır. İlk hedef, hastanın sanrılarını hastalık belirtisi olarak kabul etmesini sağlamak olmalıdır. Uzun süreli bir tedavi süreci ile sanrılar kontrol altında tutulabilir.

3- ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU

D.S.M. – III – R ‘nin tanımına göre şizotipal kişilik, ilk yetişkinlik döneminden başlayarak yaşanan ve insan ilişkilerinde aksaklıklar ve düşüncelerde, görünümde ve davranışlarda garipliklerle belirlenen bir kişilik bozukluğudur. Bu hastalar şizoid kişilik bozukluğundan daha ağır ve şizofreni ile şizoid bozukluğu arasında bir tablodur. Düşünce gariplikleri arasında hastanın kendisine özgü ruhlar alemine aşırı düşkünlük, kuşkuculuk, güvensizlik ve alınganlık görülür. Bu hastalarda alışılmadık algısal yaşantılar vardır. Örneğin insanların odundan yapıldığını düşünme gibi algısal yaşantıları mevcuttur. Hastada garip, ne dediği pek anlaşılmayan aşırı soyut ve dolaylı bir konuşma biçimi sık görülür. Kullandığı kavramlar genellikle açık değildir ve söylemek istediğini iyi anlatamaz. Gariplik genellikle hastanın dış görünüşüne ve kendisine bakımına da yansır. Pasaklık, özensizlik, uygunsuz giyim ile makyaj sık görülür. Bu hastalarda genellikle aşırı bir sosyal anksiyete de görülür. Bulundukları yerde tanımladıkları kişilerin varlığı onları rahatsız eder. Ağır stres altında geçici süre için sanrılar, varsanılar gibi psikotik duygular geliştirir. Ancak bu durum geçicidir.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Hastalığın en önemli nedeni kalıtım gibi gözükmektedir. Erkeklerde biraz daha sık görüldüğü tahmin edilmektedir. Bu hastalar kendi kişilik özellikleri için tedaviye gelmezler. Ancak ,kısa psikotik dönemler anksiyete ya da disforik duygudurum gibi semptomlar ortaya çıktığında hekime başvurabilirler. Bu tablolar kendi yöntemleriyle sağaltılmalıdır. İllüzyonlar ya da sanrı taslakları gibi psikoza en çok benzeyen özelliklerinin nöroleptik ilaçlardan yararlanıldığı genellikle kabul edilir. Bu tedavi, uzun süreli olacağından, dozlar düşük tutulmalı ve düzenli uygulanmalıdır. Psikoterapi açısından rehabilitasyon amacına yönelik destekleyici yaklaşımlardan başka yapacak başka bir şey yoktur.

4.ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU (PSİKOPAT KİŞİLİK):

Antisosyal kişilik bozukluğu 15 yaşından önce başlayan yaygın bir anti-sosyal davranış ve başka insanları haklarını çiğnemeye ilgili bozukluklardır. Ciddi sosyal sorunlara neden olduğundan en önemli kişilik bozukluğudur. Bu bozukluk, psikologların ve psikiyatristlerin yanısıra sosyolog, hukukçu, kriminologların da ilgisini çekmiştir. Antisosyal bir toplumda suç, ayıp, günah ya da ahlak dışı sayılan davranışları tekrarlamaya eğilimli demektir. Ancak, antisosyal kişilik bozukluğu tanısının konulabilmesi için bu davranışların 15 yaşından önce ortaya çıkmış olması gerekir. En çok işledikleri suçlar: Hırsızlık, gasp, saldırganlık, ırza geçme ya da diğer cinsel suçlardır. Bazen de yalnız ahlak, işyeri ya da okul suçlarını çiğnerler. Bu suçları tekrar tekrar çiğnerler. Birçok hastanın sabıka kaydı çok kabarıktır. Verilen cezalardan ders almaz. Başka insanlara karşı sorumluluk, sadakat ve dürüstlük duygusu yoktur. Verdiği sözü tutmaz, durmadan yalan söyler ve insanları kolayca aldatır. Başkalarının iyi niyetinden yararlanır. Yalanı, yüzüne vurulunca utanmaz. Dolandırıcıdırlar, sahtekardırlar, insanları enayi yerine koyarlar. Eşlerine bağlı değillerdir. Nikahlı ya da nikahsız sık sık eş değiştirirler. Parasal yükümlülüklerini yerine getiremez, çocukları yiyecek ve para dilenirken o, kumar oynar. İşe girince özelliklerinden dolayı kovulurlar. Bir yakını sömürerek ya da yasadışı yollardan para kazanarak geçinirler. Saldırgandırlar ve çabuk öfkelenirler. Bu nedenle, özellikle ailesine zarar verebilirler. Ancak, yaptıklarından asla pişmanlık duymazlar. Bu nedenle, bu bozukluğu bir tür vicdan ya da süperego yokluğu gibi düşünebiliriz. Alkol ya da madde bağımlılığı vardır. Ağır vakalar, ömrünü hapiste geçirir. Kaza, intihar ya da öldürülme yoluyla ölme olasılığı yüksektir. Yaş ilerledikçe, suçlarında azalma görülür.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Çocukta dikkat eksikliği ve hiperaktivite gösterenlerde antisosyallik riski daha yüksektir. Biyolojik ana-babaları antisosyal olanlar, anne babalarından ayrı büyülerse de antisosyal kişilik riski normal nüfusa göre 5-10 kat daha yüksektir. Ant-sosyal kişilik özelliği bulunan bir ailede erkek çocuklardan antisosyal kişilik ve psikoaktif madde bağımlılığı, kızlarda ise somatizasyon bozukluğu riski yüksektir. Genellikle alkolizme, suça yönelimli aşırı [​IMG] atan ana-babalarının bulunduğu, düzensiz, dengesiz, parçalanmış ailelerden gelirler. Yuvalarda, kimsesizler yurdunda ve sokaklarda yetişmişlerdir. Bu bozukluk bir hastalık olarak kabul edilse bile, bu hastalık cezayı hafifleten bir mazeret oluşturmaz. Türk Ceza Kanunu’nun 46,47 ya da 48. maddeleri kapsamına girmezler, kentlerde ya da sosyoekonomik durumu düşük gruplarda daha sık görülür. Anti-sosyal kişilik bozukluğunun tedavi umudu azdır. Tedavi amacıyla hastaneye yatırılmaları faydadan çok zarar verir. Batı’da cezaevi koşullarında uygulanan bazı “düzeltme” programlarının yararlı olduğu ileri sürülmektedir.

UZMAN GÖRÜŞÜ

https://www.youtube.com/watch?v=cdyvb1EGVls

  1. HİSTRİYONİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU :

Histriyonik kişilik bozukluğu çok değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı bir duygusallık ve dikkat çekme isteği ile belirli bir bozukluktur. Histriyonik, Latince oyuncu demektir. Bunlar, başkalarının ilgi ve dikkatini hep kendi üzerinde olmasını isteyen aşırı duygusal insanlardır. Hastanın tüm davranışları, övgü almak ve beğeni toplamaya yöneliktir. Bunlarda jest, mimik ve konuşmaları, canlı, dramatik ve abartılıdır. Hasta, sanki bir tiyatro sahnesinde rol yapan bir oyuncu gibidir. Herkesin duyabileceği bir şekilde yüksek sesle konuşur. İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur. Bu nedenle, bazı kadın hastalarda uygunsuz bir erotik görünüm ya da davranış görülebilir. Hastanın istediği cinsellikten çok ilgi görmektir. Güzelliğine ve dış görünümüne aşırı önem verir. Parasını ve zamanının çoğunu güzel giyinmeye, süslenmeye ya da boyamaya ayırır. Yaşlandığını kabullenmek istemez. İnsanlarla daha kolay ahbap olur. Dışarıdan ilk bakışta çok sıcakkanlı ve çekici bir insan izlenimi verir. Çok güçlü duygusal tepkiler gösterirler. Küçük nedenle herkesin içinde ağlayabilirler, aşırı neşe gösterirler ve az tanıdığı insanlara hayretle sarılırlar. Bu duygusal tepkiler, hızla değişir. Monoton ve rutin yaşamdan çabuk sıkılırlar. Sosyal uyarılma ve heyecan ararlar. Hasta, tüm yönleriyle yaşının gerektirdiği tepkileri vermez. Örneğin 35 yaşındaki kadın 15 yaşındaki gibi davranır. Bencildirler ve insanlarla olgun ilişkiler kuramazlar. Entelektüel ve teknik konulara ilgileri azdır ama sanatsal konulara yatkınlıkları vardır. Hayal güçleri geniştir, ancak ayakları pek yere basmaz. Bu hastalar, başkalarının kolay etkisi altında kalırlar. Telkine yatkındırlar, insanlara kolay inanırlar. Bu nedenle telkin tedavilerden yararlanırlar. Kolay hipnotize edilirler.

Beden sağlığı ile ilgili yakınmalar sık görülür. Sık sık iyi tanımlanamayan ağrılar, zayıflık, halsizlik gibi yakınmalarla hekime başvurular. Kolay hayal kırıklığı nedeniyle intihar girişimleri oldukça sık görülür. Fakat üst eklenmiş başka bir hastalık yoksa, genellikle ciddi yöntemler pek kullanmazlar. Öldürücü olmayan dozda ilaç almak, herkesin gözü önünde kendini asmaya çalışmak gibi. Bazıları intiharı ilgi çekme yöntemi olarak kullanırlar. Hekim, intihar girişimini ciddi bulmadığını hastaya sezdirirse, incinince ciddi bir yöntem deneyebilir. Hassa yapıları nedeniyle sağlıklı insanlara kıyasla daha kolay depresyona girebilirler. Erkek hastalar, erkeksi özelliklerini abartarak dikkat çekmeye çalışır.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Hastanın birinci derece akrabaları arasında aynı bozukluğu taşıyanların sıklığı, genel popülasyondan daha fazladır. Kadınlarda daha fala görülür. Bunlar, sıklıkla ve değişik nedenlerle hekime başvururlar ve tedavi almak isterler. Bazen de hastalar kendi kişilik özelliklerinden memnun değillerdir. Motive ve telkine yatkın oldukları için psikoterapi için uygun vakalardır. Hasta-hekim ilişkisinin bağımlı ve çocuksuz niteliği üzerinde baştan durmak, koşuluyla dinamik yönelimli bireysel terapiden yararlanabilirler.

6.NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU:

Narsisizm bir ruh hastalığıdır: Kişinin kendisi ile övünmesi, kendisine hayran olması, kendi kendisini yüceltmesi, adeta kendisine âşık olması şeklinde psikolojik bir bozukluktur.

Böyle insanlarla eğer dost olacaksan her zaman onun büyük bir hayranı, bir müridi, bir şakirdi gibi davranmak zorundasın. Bu ise o kişinin hastalığını arttırmaktan başka bir işe yaramaz.

Kendilerini fiziksel ve ruhsal yönden aşırı beğenen ve üstün gören, sürekli beğenme ve “onay bekleyen, gittikleri her yerde hemen özel bir yeri hak ettiklerine inanan insanlardır. Beklentilerini gerçek hayatta bulamazsa, fantazide gerçekleştirir. En güzel, en başarılı, en parlak kişi olma hayallerine kendilerini kaptırırlar. Narsistik beklentileri, fazla olduğundan hayal kırıklığına uğrarlar. Benlik saygısı sanki hep dışarından gelecek ilgi, beğeni ve onaylarla beslenmektedir. Eleştiriye dayanamazlar, sürekli övgü beklerler. Görünüş v davranışları hep övgü almaya yöneliktir. Beklentileri karşılanmayınca, benlik saygısı çabuk düşer. Kırgınlıklar, bunaltı ve çökkünlükler olabilir. Kendilerini yüceltmek, daha üstün görme ve göstermek için başkalarını kullanırlar, hatta sömürürler. Arkadaşlıkları yalnız bu yönde çıkar sağlamak içindir. Başkalarının duygu ve düşüncelerine, ihtiyaçlarına empati kurmazlar. İnsanlara karşı acıma duygusu yoktur. Sevgilileri sadece onların narsistik duygularını karşılamak için vardır. Küstah, kendini beğenmiş tutum ve davranışları sergilerler.

Kişilik, bir kişinin kendine özgü düşünce, duygu ve davranış kalıplarını ifade etmek için kullanılır. Kişilik ilk çocukluk yıllarında şekillenir ve çoğu zaman sonraki yıllarda da önemli değişiklikler göstermeden süregider. Kişilik özellikleri insanların kendisini, başka insanları ve olayları algılama ve yorumlama biçimlerinde; duygusal tepkilerinde; diğer insanlarla ilişkilerinde; gereksinim, istek ve dürtülerini doyurma biçimlerinde kendini gösterir. Bir insanı tanımlarken “kendini beğenmiş”, “yalancı”, “titiz”, “arkadaş canlısı”, “soğuk”, “alıngan” gibi çeşitli sıfatlar kullanırız. Bu tanımlamalar o kişinin kişilik yapısını oluşturan özelliklerdir. Ancak her hangi bir davranış biçiminin kişilik yapısı sayılabilmesi için bunun süreklilik göstermesi gerekmektedir. Kişide genel olarak gözlenmeyen ve belli bir olay karşısında gösterdiği davranış biçimi kişilik özelliği olarak sayılmaz. Kişilik yapısı insanların diğer insanlarla ilişkilerini, toplum içindeki uyumunu, kendini algılayış biçimini etkiler. O nedenle bir insanı değerlendirirken onun huyuna ya da kişilik yapısına ister istemez dikkat edilir. Bazılarının kişilik özellikleri ise diğer insanlarla ilişkilerini, kendini ve çevresinde olup bitenleri uygun biçimde algılama ve yorumlamasını belirgin biçimde olumsuz etkilemektedir. Bu durumda kişilik bozukluğundan söz etmek mümkün olmaktadır. Ancak kişilik özeliklerinin ne zaman kişilik bozukluğu sayılabileceği konusunda sınırlar son derece belirsizdir.

Kişilik bozukluğundan söz edilebilmesi için kişiliği oluşturan davranış kalıplarının ya da davranış örüntüsünün kişinin içinde yaşadığı kültürün normlarından belirgin biçimde farklı olması; esneklik taşımaması, uzun süredir bulunması (en azından ergenlik ya da genç erişkinlik döneminden beri); kişinin diğer insanlarla ilişkilerini, toplumsal ve mesleki yaşamını olumsuz etkilemesi gerekmektedir. Ancak günlük yaşamda bir kişinin davranış örüntüsünün kişilik bozukluğu sayılıp sayılmayacağı çok yararlı bir tartışma değildir. Kişinin ne tür kişilik yapısına sahip olduğunu ve bunun yaşamını nasıl etkilediğini anlamaya çalışmak daha uygun gibi görünmektedir. Diğer yandan bir insanda hiçbir zaman bir kişilik yapısı saf olarak bulunmaz, her zaman bir çok kişilik yapısının özelliklerinin bir karması bulunur.

Günümüzde Amerikan Psikiyatri Birliği’nin ruhsal hastalıkları sınıflandırma sisteminde paranoid, şizoid, şizotipal, antisosyal, borderline, histriyonik, narsistik, çekingen, bağımlı ve obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu olmak üzere on kişilik bozukluğu tanımlanmıştır.

Narsist – Nergis Çiçeği İlişkisi

Çok güzel bir peri kızı olan EKHO kendine aşık olanları küçümseyen, karşılık vermeyen, güzelliğinin farkında ve bunun keyfini çıkararak şımarıklığı tavan yaparak yaşar gidermiş. Bir gün ormanda dolaşırken, Tanrılardan birinin oğlu olduğu rivayet edilen “NARKİSSOS” ile karşılaşır. Bizim peri kızı “EKHO” bu yakışıklı gence ilk görüşte aşık olur.

Ancak NARKİSSOS peri kızını beğenmez, ilgisine karşılık vermez ve yanından uzaklaşır. Ekho bu duruma çok üzülür. Neyler ki, kara sevdaya düşmüştür ve günden güne eriyerek hayatını kaybeder. Arta kalan kemikleri kayalara yapışır onlarla özdeşleşir, sesi de orada kalır. Ve bugün bizim yankı dediğimiz Ekonun isim annesi olmuştur.

Olimpos dağında yaşayan Tanrılar bu durumu duyduklarında çok kızarlar ve Narkissos a bir ceza vermek isterler.

Bir gün avlanmaktan bitap düşen Narkissos bir nehir kenarında dinlenirken, nehre eğilip su içmek istemiş. O zamana kadar hiç fark etmediği bu güzellik karşında hayranlığını gizleyememiş ve aşık olmuş kendine! Daha önce hiç görmediği böyle bir güzellik karşısında büyülenmiştir. Ne su içebilmiş, ne de yemek yiyebilmiş. Tıpkı Ekho gibi o da günden güne erimeye başlamış. O nehir kenarında kendi kendini seyrederek ömrünü bitirmiş. Öldükten sonra bedeni Nergis çiçeğine dönüşmüş.

Ne denir ki? Eden bulur uyar mı acaba bu efsaneye siz ne dersiniz dostlar?

Nargis çiçeği Mitolojik çağlardan bu güne gelen bu efsane ve kahramanı NARKİSSOS modern çağda psikoanalizin kurucusu olarak bilinen Sigmund Freud a araştırma konusu olmuş ve günümüzde ”NARSİSİZİM” olarak bilinen kişilik bozukluğunun bilimsel adı olmuştur.

Günümüzde en çok görülen kişilik bozukluğu olan Narsist kişilik bozukluğunun özü tahmin edeceğiniz üzere kendini aşırı sevme ve övünme olarak toplumsal ilişkilerde kendini göstermektedir. Kişinin kendini aşırı beğenme, değerli görme, övme ve övülme açlığını doyurmadığından çevresindeki tüm insanlara hayatı zehir etmeye kadar götüren ciddi bir kişilik bozukluğudur.

İnsanın kendini sevmesinin ve güvenmesinin nesi kötü? Sorusunu duyar gibiyim? Şöyle ki dostlar; hani halk arasında büyük dağları ben yarattım, küçükler babamdan kaldı edasıyla dolaşıp etrafına caka satanlar vardır ya, işte ilk bakışta narsist teşhisi için ilk bulgudur?

Sürekli ne kadar mükemmel oluklarından, çevresindeki insanlar tarafından değer görülüp, el üstünde tutulduklarından bahsedip hani kafamızın etini yiyenler vardır, tanıdınız değil mi?

Hayatları alkış beklentisi, pohpohlanmak üzerine kurulu; diğer insanları kendi kölesi gibi kullanan nezaket ve iyi niyetten bi-haber olan bu insancıklar, hayatımızı nasılda zehir ederler değil mi?

Daha birçok çirkin ve huzursuzluk veren davranış biçimleriyle hayatı çekilmez kılan zavallıların özünde aslında bastırmaya çalıştıkları öz güven eksiklikleri, başarısız olma korkusu yatıyor.

Bu olumsuz duygularının beslediği kıskançlıkları ile de ciddi zarar verecek boyutlara ulaştırdıkları kontrolsüzlükleri unutulmamalıdır.

Peki ne yapabilinir bu kişiler karşısında? Hasta olduklarını kabul etmedikleri için tedaviye ikna etmek sanırım imkansızla eş değer bir durum olsa gerek! Hele böyle bir insan idareci pozisyonunda bir yetkili ise, eyvah ki eyvah alt kadrosundaki çalışanlarına!

Narsistik kişilik bozukluğu tanı ölçütleri

Narsistik kişilik bozukluğunun temel özelliği genç erişkinlik döneminde başlayan ve süreklilik gösteren, davranışlarda gözlenen ya da hayal edilen büyüklenmecilik, beğenilme gereksinimi ve eşduyum yapamamadır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM-IV tanı ölçütlerine göre narsistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerin en az beşinin bulunması gerekmektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği 1994):

  1. Kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır (örn. başarılarını ve yeteneklerini abartır, yeterli bir başarı göstermeksizin üstün biri olarak bilinmeyi bekler)
  2. Sınırsız başarı, güç, zekâ, güzellik ya da kusursuz sevgi düşlemleri üzerine kafa yorar
  3. “Özel” ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da toplumsal durumu üstün kişilerin (ya da kurumların) kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık etmesi gerektiğine inanır
  4. Çok beğenilmek ister
  5. Hak kazandığı duygusu vardır: kendisinin özellikle kayırılacak olduğu bir tedavi biçiminin uygulanacağı beklentileri ya da bu beklentilerine göre uyum gösterme
  6. Kişilerarası ilişkileri kendi çıkarı için kullanır: kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır
  7. Empati yapamaz: başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanıyıp tanımlama konusunda isteksizdir
  8. Çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır
  9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

NARSİSTİK KİŞİLİK YAPISI OLANLARDA GÖRÜLEN ÖZELLİKLER

Büyüklenmecilik:

        Narsistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmeciliktir. Kendilerini diğer insanlardan daha farklı, üstün ve önemli bir insan olarak görürler. Kendilerine hayrandırlar. Bu kişiler kendilerini olduğundan daha başarılı, daha güzel, daha zeki olarak değerlendirirler. Büyüklük düşüncelerine gerçek yaşamda karşılık bulamazlarsa, bunu hayallerinde gerçekleştirmeye çalışırlar. Kendilerinin herkesten farklı ve özel oldukları hayalleri kurarlar. Fakat bu büyüklük duygusu özgüven taşıyan bir büyüklük duygusu değildir; sürekli dışardan onay görme beklentisi içindedir.

Bu kişiler derinlerde bir değersizlik duygusunu hissetmezler ya da kabullenemezler. Kırılgandırlar, fakat bu kırılganlıklarının büyüklük duygularına olan güven duygularının zayıflığından kaynaklandığını göremezler; kırgınlıklarına sürekli başkalarını suçlama ve değerinin anlaşılmadığı duygusu eşlik eder.

Narsistik kişilik yapısının en önemli özelliklerinden birisi büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur. Fakat büyüklenmecilik ve üstünlük duyguları yalnız narsistik kişiliğe özgü değildir. Kişide hiçbir psikiyatrik hastalık bulunmadan da bulunabileceği gibi bir çok psikiyatrik durumda da görülebilmektedir.

Olağan psikolojik tepki olarak çeşitli yaşantılar sonrasında hissedilen başarı, kendine değer verme ve kendini sevmenin narsistik kişilikte görülen büyüklenmeden ayırt edilmesi gerekmektedir. Sağlıklı narsistik doyumun en önemli özelliği, başkalarına da değer verebilmeyi, başkalarını da sevebilmeyi, başkalarının da gereksinimlerini anlayabilmeyi taşımasıdır. Sağlıklı olmayan narsistik doyumun en önemli özelliği kendini değerli hissedebilmek için diğerlerini değersizleştirmeyi, aşağılamayı içermesidir.

Büyüklenmenin görülebildiği psikiyatrik durumlardan birincisi duygudurum bozukluklarında görülen hipomani ve mani durumlarıdır. Narsistik kişilik bozukluğundan farklı olarak burada görülen büyüklenmecilik dönemler halinde görülür. Hastalığın iyileştiği dönemlerde gözlenmeyen bu büyüklenmecilik, hastalığın alevlendiği dönemlerde yeniden ortaya çıkmaktadır.

Narsistik kişilik bozukluğu olanlarda görülen büyüklenmenin paranoid kişilik bozukluğu olan kişilerdeki kuşkuculuktan kaynaklanan başkalarına tepeden bakmadan ayırt edilmesi gerekir. Paranoid kişiliği olanlarda görülen kıskançlık, narsistik kişilerde görülen kıskançlıktan farklılık gösterir. Paranoid kişideki kıskançlık daha çok eşinin sadakati ile ilgili kuşkulardan kaynaklanırken, narsistik kişideki kıskançlık değerlilik duygusundan kaynaklanır. Narsistik kişi, başkasının başarılarını, öne çıkmasını kıskanır. Kendisinin üstünlüğü ile ilgili kuşkular yaratabileceğinden, narsistik kişi başkasının daha değerli olduğu düşüncesine katlanamaz. Eleştiriye katlanamama da her iki kişilik yapısında da görülmektedir.

Şizoid kişilik bozukluğu olan kişilerde görülen diğer insanlarla  ilişkiye girmekten kaçınma ve sosyal ilişkilerden kaçınma, kendini beğenme ve başkasını  küçük görme şeklinde yorumlanarak narsistik kişilik yapılarında görülen büyüklenme ile karıştırılabilir. Narsistik kişilik yapısı olanlardan farklı olarak başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğünü hiç önemsemezler.

Obsesif kompulsif kişilerde görülen mükemmeli arama ile narsistik kişilerdeki mükemmel olduğuna inanmadan farklıdır. Obsesif kompulsif kişinin mükemmeliyetçiliği sonu olmayan bir mükemmeliyetçiliktir, kolay kolay kendisinin ve başkasının mükemmeli gerçekleştirdiğine inanmaz. Narsist kişi ise her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Diğer insanları küçümseme, kıskançlık obsesif kompulsif kişilerde yoktur. Obsesif kompulsif kişiler için mükemmele ulaşmak, kafasındaki düzeni kurmak amacıyla diğer insanları kontrol altında tutmaya çalışırken; narsistik ise diğer insanları kendi büyüklenmeciliğini beslemesi için elinin altında tutmaya çalışır.

Eşduyum yapma yetisi eksikliği

Fakat büyüklüklerinin sürekli olarak dışardan onaylanması gereksinimi ve beklentisi içindedir. Diğer insanlarla ilişkileri de bu gereksinim ve beklenti üzerine kurulmuştur. Bunları karşılayan insanlarla, bunları karşıladığı sürece ilişkilerini sürdürürler. Bir çeşit bu gereksinimlerini karşılamak için bu insanları kullanırlar. Bu insanların gereksinimleri, duyguları, istekleri onun için önemli değildir. Başkalarını sevebilme ve başkalarına eşduyum yapabilme yani başkalarının yerine koyarak onları anlamaya çalışma yetenekleri yoktur. Bu nedenle başkalarının yaşadığı duyguları anlayamaz. Bu nedenle insan ilişkilerinde iki kişinin birbirinin gereksinimlerini karşılıklı olarak anlayan ve karşılayan bir ilişki değil, büyüklüklerini onaylamak için diğerinin varolduğu bir ilişki söz konusudur. Yani bir çeşit istismar  söz konusudur; nitekim gereksindiği onayı alamadığı zaman narsistikler o kişilerle ilişkilerini bitirirler.

Çok sayıda insanla ilişkisi var gibi görünse de bunlar yüzeyel ilişkilerdir. Başkalarına sürekli bağlanamazlar. Başkalarının isteklerini, gereksinimlerini anlamayan, eşduyum yapamayan narsistik; başkalarının övgülerine gereksinim duyar. Başkalarını küçümsediği ve onlara güvenmediği için grup etkinliklerine gerçek anlamda katılamaz.

Başkasının istek ve gereksinimlerini dikkate almayan yani eşduyum yapma yeteneği olmayan diğer bir kişilik yapısı antisosyal kişilik yapısıdır. Ancak çoğu zaman narsistik kişilik yapısından ayırt etmek zor olmaz. Antisosyal kişilik yapısında olanlarda görülen yasaları ve toplumun genel ahlak kurallarını tekrar tekrar çiğneyerek karakolluk olma ve tutuklanma narsistik kişilik yapılarında görülmez.

İlgi odağı olma, başkalarının dikkatini üzerinde toplama, beğenilme ve övgü alma arayışı histriyonik ve narsistik kişilik yapılarının ortak özellikleri arasında bulunur. Ancak iki kişilik yapısında aynı davranışa yönlendiren nedenler farklıdır: histriyonik kişi daha çok ilgi arayışında iken, narsistik kişi büyüklüğünün onaylanması arayışı içindedir. Diğer yandan histriyonik kişi ilgiyi elde etmek için çok çeşitli tutum ve davranışlar içine girebilirken, narsistik kişi bunun en doğal hakkı olduğunu düşünür ve insanların ona göre davranmasını bekler.

Hak kazandığı duygusu

Kendilerini herkesten üstün olarak görmeleri nedeniyle diğer insanlarla ilişkilerinde herkese göre kendilerine farklı, özel biri olarak davranılmasını beklentisi içindedirler. Her şeye hakları olduğunu düşünürler.

Eleştiriye duyarlılık

Eleştirilmeye karşı çok duyarlıdırlar. Başkalarının kendisi hakkındaki düşünceleri onlar için çok önemlidir. Sürekli olumlu değerlendirilme beklentisi içindedirler. En ufak olumsuz değerlendirme, onlarda büyük bir hayal kırıklığı yaratır.

Başkalarının bilgisini kendine mal etme konusunda çok ustadırlar; hiç bir rahatsızlık duymadan, elde edilen bir başarıda başkalarının rolünü hiçe sayarlar. Başkalarının haklarına aldırmaz davranırlar.

Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısı olanların yanısıra çekingen kişilik yapısında olanlarda da görülen bir özelliktir. Ancak çekingen kişi kendini değersiz olarak hissettiği, narsistik kişi ise kendini aşırı değerli hissettiği için kırılgandır. Çekingen kişi başkalarının kendisini beğenmeyeceği ve istemeyeceği kaygıları yaşarken, narsistik bir kişinin böyle bir şey aklından bile geçmez.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Narsistik kişilik bozukluğunun genetiği ile ilgili bilgile yetersizdir. Bu bozukluk psikanalizin son otuz yılda en fazla ilgilendiği konulardandır. Psikodinamik görüşe göre; çocukluk çağında yaşayan, korku, başarısızlık veya bağımlılık ihtiyaçlarının, ebeveynin yokluğu ya da patolojisi sonucu ihtimal, eleştiri ya da alayla karşılık görmesi, patolojik narsizimin gelişmesine yol açar. Bu bozukluk nispeten nadir gibidir. Erkelerde biraz fazla görülür. Yararları olduğu ileri sürülen tek tedavi psikoanalitik psikoterapilerdir. Ne var ki bu terapi hastanın kendi narsisizmden vazgeçmesini istediğinden oldukça zordur. Sonuçları da tartışmalıdır.

NARSİST KİŞİLİK YAPISI VEYA BÜYÜKLÜK HASTALIĞIYLA İLGİLİ UZMAN GÖRÜŞLERİ

https://www.youtube.com/watch?v=n6n9hSTSklE

https://www.youtube.com/watch?v=DGeGXupQcfc

  1. BORDERLİNE (SINIRDA) KİŞİLİK BOZUKLUĞU:

Borderline hastalığının 9 özelliği vardır. Bunlar;

  1. Kimlik karmaşası, sonuçta tutarsız kendilik duyumu,
  2. Kişilerarası ilişkilerde güçlük, sallantılı ancak yoğun ilişkiler biçiminde olması,
  3. Gelip geçici psikotik atakların görülmesi
  4. Kendini boşlukta hissetme ya da yoğun duyguların varlığı
  5. Başkalarına kronik öfke duyma ve bazen bunu kendine çevirme ve kendine kıyım davranışı
  6. Dürtüsellik
  7. Yalnız kalmaya dayanamama, kompulsif sosyalizasyon ve bunun sonucunda diğerlerinden dönemsel uzaklaşma
  8. Cinsel yaşamda kaos
  9. Diğerleri tarafından terkedilmeye aşırı duyarlılık ve bundan rahatsızlık duyma.

Bu kişilik bozukluğunda bireyin kimlik duygusunda, ilişkilerinde ve duygulanımında yaygın ve süreğen bir dengesizlik belirgindir. Bu kişiler, cinsel, mesleksek ve toplumsal kimliklerinde derin güvensizlik ve dengesizlik gösterirler. Kimlik duygusu gelişmemiştir. Çabucak düş kırıklığına uğrarlar, bunaltı, çökkünlük belirtileri gösterirler. Zaman zaman antisosyal atak davranışlar, psikoaktif maddelere yönelme, hızlı yaşam çabaları, kendilerine zarar verme eğilimleri gösterirler. Boşluk ve anlamsızlık duygusundan yakınırlar, çocukluk çağında iyi ve kötü olarak bölünen ve içe atılan nesne simgeleri yetişkin yaşamda ilişkilere yansır. Öyle ki kişileri ya hep iyi ya da hep kötüdürler. İyiler, sevilirler, yüceltilir, kötüler değersizleştirilir.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Borderline bir hastanın tedavisi daha çok anne-çocuk ilişki,sinin yeniden yaşanmasına benzemektedir. Bu durum, nevrotik bireyin psikanalizinden farklıdır. Analist-hasta ilişkisinde hastanın yeni ego yeteneklerinin gelişimini aktive etmektedir. Bu yeteneklere dayanarak hasta, kimlik ve nesne tasarımlarını bütünleştirebilir ve iyileşir.

UZMAN GÖRÜŞÜ

 

8.KAÇINAN (AVOİDANT) KİŞİLİK BOZUKLUĞU:

Bunlar, topluluk içinde olumsuz değerlendirilmekten korkan utangaç, çekingen, kendilerini fazla gözleyen ve nasıl göründüğünü merak eden kişilerdir. Toplumda anlamsız, çirkin görünmekten, yanlış bir iş yapmaktan korkarlar ve heyecanlanırlar. Yüzleri kızarır, elleri titrer, bunlar fark edilecek diye endişe ederler. Bu nedenle, toplumsal ilişkileri kısıtlıdır, istemedikleri halde yalnız kalırlar. Toplumsal ve iş yaşamları bu durumdan etkilenebilir. Sosyal temasın artmasına neden olacağı düşüncesiyle işlerinde terfi ettiklerinde tedirginlik yaşar ve görevi reddedebilir. Birinci derecede akrabaları dışında yakın arkadaşları yoktur. Aptalca bir şey söyleme ya da sorulanlara cevap verememe korkusuyla topluluklarda suskun kalmayı yeğlerler. Eleştiriye çok duyarlıdırlar. Küçük bir söz ya da davranışta çabuk incinirler.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Bu kişilik bozukluğu olanların akrabalarında c kümesi kişilik bozuklukları sık görülür. Agorafobi ve depresyonla kaçınan kişilik bozukluğu arasında genetik bir bağ olduğu ileri sürülmüştür. Çevresel etkenler de önemlidir. Örneğin, evhamlı anne, çocuğunu insanlarda kaçacak şekilde büyütebilir. Başka bir görüşe göre çocukluk döneminde cinsel sömürü ya da şiddet ile karşılaşmış olma ya da kişinin çok uzun süre saldırganı uzaktan da olsa hatırlatan tüm insanlardan uzak durmasına neden olabilir. Her iki cinste eşit oranda görülür. Hasta, durumdan şikayetçidir ve değişmek ister. Bu nedenle, psikoterapiden daha çok yararlanırlar. Dinamik yönelimli destekleyici psikoterapi genellikle iyi sonuçlar verir. Hekimin kabullenici tavrı, hastanın zamanla özgüvenini kazanmasına ve çekingenliğini yenmesine yardım edebilir.

UZMAN GÖRÜŞÜ

9. BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU:

Bunlar, kendi başlarına karar veremeyen, başka insanlara bağımlı ve ilişkilerinde boyun eğici insanlardır. Bu davranış kalıbı genç erişkinlik döneminde başlar ve çok değişik koşullar altında ortaya çıkar. Hasta yanında kendisine destek olacak birisi olmadıkça tek başına bir işe başlayıp sürdüremez. En basit günlük işlerde bile başkalarına danışma ihtiyacı duyar. Bu nedenle, bu hastalar bir yakınına bağımlı hale gelmişlerdir. Bu yakını genellikle eşi ya da annesidir. Hasta bağımlı olduğu kişiyle ilişkisinin sonlanacağından korkar. Bu ilişki biterse hasta hemen bağımlı olabileceği bir kişi arar. Kendisiyle ilgili konularda bile başkasının karar vermesini ister. Sorumluluktan kaçar, güvensizdir. Yalnızken aciz olduğunu hisseder ve yalnız kalmamaya gayret eder. İnsanların kendisini dışlayacağından korktuğu için onların fikirleri yanlış bile olsa kabul eder. İsteyici ve alıcı tiplerdir; Ama vermeyi bilmezler.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Bu bozukluğun gelişmesinde çevresel etkenlerin, kalıtımsal nedenlerden daha önemli bir rol oynadığı kabul edilir. Bağımlı olduğu kişiler genellikle, bağımsızlığın kötü sonuçlar vereceğini savunan ebeveynin ve özellikle çocukların yaşamına faza giren annelerin ürünüdürler. Ayrılık anksiyetesinde genellikle oturup ağlarlar. Günümüzde anne tutumlarının bu bozukluğu pekiştirdiği ya da zemin hazırladığını savunan yazarlar vardır. Kadınlarda fazla görülür. Hasta, kendi kişilik özelliklerini beğenmediği ve tabloya sıklıkla anksiyete ve depresyon eklendiği için tedavi olmak ister. Bunlar, psikoterapiden yararlanan az sayıdaki kişilik bozukluklarından biridir. Davranışçı bir teknik olan girişkenlik eğitiminin yararlı olduğu ileri sürülmüştür. Psikodinamik yönelimli bireysel ya da grup psikoterapisi de yararlıdır. Bunda kullanılan teknik genellikle aktarım üzerinde durmaktır.

UZMAN GÖRÜŞÜ

10.PASİF-SALDIRGAN KİŞİLİK BOZUKLUĞU:

Bu kişiler, olağan sosyal ve mesleki durumlarda yerine getirilmesi gerekenlere karşı sürekli bir pasif direniş gösterir. Yapacaklarını sürekli ertelediğinden işlerini zamanında bitiremez. İstemediği işleri yapması gerektiğinden surat asar ya da olay çıkarır. Bazen de kasıtlı olarak işlerini kötü yapar ya da işi yavaşlatır. Bu arada, çoğu kez başkalarının da işlerini engellemiş olur. Unuttuğunu ileri sürerek sorumluluklarını yerine getiremez. Kendisinden çok şey beklendiği gerekçesiyle çevresini haksız yere suçlar. İşlerini başkalarının sandığından daha iyi yaptığına inanır. Otorite konumundaki insanları haksızca eleştirir ya da küçümser. Bunlar, genellikle işlerinde ve kişisel ilişkilerinde başarısızdırlar. Başarı eksikliği otorite figürüne karşı bilinçli bir kızgınlık uyandırır. Fakat bu tip insanların kendi davranışlarının duruma katkıda bulunduğundan habersizdirler. Pasif-saldırgan savunma mekanizmasını kullanma genellikle etkili bir yaşam tarzıdır.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Klasik psikanalitik görüş be pasif-saldırgan kişiliği anal dönemde otoriteyle yaşanan çekişmelerin ve karşılıklı güç gösterilerinin kalıntısı olarak yorumlanır.

Pasif-saldırgan kişileri tedavi etmek çok zordur. Sık sık tedavide uzun süre kalamazlar. Pasif-saldırgan hastalarla bazı terapötik başarılar özellikle kendini ifade etme eğitimiyle davranışçı yaklaşımından elde edilir.

 

UZMAN GÖRÜŞÜ

https://www.youtube.com/watch?v=yIC3bDcGpuM

 

11. TAKINTI HASTALIĞI – OBSESİF KOMPÜLSİF BOZUKLUK (OKB)

Anksiyete türü bir rahatsızlık olan obsesif-kompülsif bozukluk (OKB), insanları tekrarlanan düşünce ve davranışlar döngüsüne hapsederek kısıtlayan bir hastalıktır. Obsesif-kompülsif bozukluğu olan kişiler, kontrol edemedikleri yinelenen ve stres yaratan düşünceler, korkular veya görüntüler  (obsesyonlar) nedeniyle huzursuz olurlar. Bu düşüncelerin yarattığı anksiyete bazı ritüelleri ya da rutinleri acil olarak gerçekleştirme ihtiyacına (kompülsiyonlar) neden olur. Ritüeller takıntılı düşünceleri önleme veya akıldan uzaklaştırma girişimiyle yapılır.

Ritüel anksiyeteyi geçici olarak durdurur, obsesif düşünceler tekrar oluştuğunda kişinin ritüeli hemen tekrar etmesi gerekir. Bu OKB döngüsü kişinin gününden saatler çalarak normal günlük işlerini yapmasını engelleyebilir. Obsesif-kompülsif bozukluğu olan kişiler saplantılarının ve takıntılarının gerçek dışı veya manasız olduğunun farkında olabilirler, fakat kendilerini durduramazlar.

Tekrar tekrar aklınıza gelen ve siz de sıkıntı yaratan düşünce, hayal, duygu veya istekleriniz varsa ya da aynı şeyi tekrar tekrar yapıyor yapmaktan kendinizi alamıyorsanız obsesif kompülsif bozukluğunuz olabilir. Bu rahatsızlığı olan kişilerin bazılarında bu düşünceler, istekler ve hayaller kişi istemediği halde tekrar tekrar gelir. Ruh bilimde düşünce, istek, hayal, duygu takıntıları ve bunların getirdiği sıkıntıyı azaltmak için tekrar tekrar bazı hareketleri yapma şeklinde belirtilerle giden rahatsızlığa obsesif kompülsif bozukluk adı verilir. Bu ruhsal rahatsızlık ilaçlarla ve/veya psikoterapiyle tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Çoğunlukla çocukluk veya ilk gençlik yıllarında başlar; özellikle kişinin hayatının sıkıntılı dönemlerinde alevlenmeler ve artış göstererek seyreder. Çoğu obsesif hastanın bu durumunu saklayıp doktora başvurmaması nedeniyle eskiden nadir görülen bir rahatsızlık olduğu zannedilirken yapılan toplum çalışmaları en sık görülen ruhsal rahatsızlıklardan birisi olduğunu ortaya çıkarmıştır. Görülme sıklığı %1-3 arasında değişir, bunun anlamı Türkiye’de 1,5-2,5 milyon kişide bu rahatsızlığın olmasıdır. Bu rahatsızlık belirtileri size çok garip gelse de yaygın bir durumdur ve deli olduğunuz ya da delireceğiniz anlamına gelmez.

Obsesyon (takıntı-saplantı):

Devamlılık gösteren, tekrar tekrar zihninize giren düşünceler, hayaller, istekler veya sık sık ortaya çıkan rahatsız edici endişelerdir. Siz özellikle istemeden hatta bazı durumlarda özellikle aklınıza gelmemesi için uğraşmanıza rağmen aklınıza kendiliğinden gelirler veya belli durumlar ve ortamlarda kendiliğinden ortaya çıkarlar ve sıklıkla sıkıntıya neden olurlar. Örneğin:  “ bulaşma oldu mu, … kir var mı? acaba kapıyı kapattım mı? ütünün fişini çektim mi?, …ya. zarar verebilir miyim?, farkında olmadan … yapmış olabilir miyim?, bir şey düştü mü?, eksiklik var mı? … istedim mi? …. istiyor muyum? … kazaya yol açabilir miyim? … tam oldu mu?, … tam anladım mı? Ne yaparsanız yapın bu soruların cevabını gönül rahatlığıyla bir türlü veremezsiniz. Aynı endişe kontrol edene kadar, ya da temizleyene kadar, ters ve rahatsız edici düşünceler olumlu bir düşünce gelinceye kadar ya da kendinizi rahatlatacak bir düşünceye ulaşıncaya dek sürer gider. Obsesyon (takıntı-saplantı) adını verdiğimiz bu endişelerin içeriği kişiden kişiye değişmekle beraber ana temalar aşağıdaki gibidir:

kirlilik bulaşması (kirlenme veya hastalık bulaşması),

cinsellik (cinsel olarak yasak utandırıcı bir şey düşünme, isteme, hayal etme),

saldırganlık veya kazaya yol açma (etrafa zarar verici bir şeyler yapma gibi) ve

dini konulardır (ayıp ya da günah bir şey düşünme, isteme, hayal etme).

Bazı kişilerde akla gelen düşünce istek veya hayallerin bizzat kendisi, yani akla gelmesi bile sıkıntı verici, korkutucu veya utandırıcıdır. Bu düşüncelerin, istek, hayal ve endişelerin aklınıza gelmesi size sorumluluk da yükler; aklına böyle bir şey gelmiş olması nedeniyle önlem almadıkça içiniz rahat etmez. Giderek bütün hayatınız endişeleri düşünme, temizleme veya kontrol etme ile geçmeye başlar.

Zorlantılar (Kompülsiyon) veya ritüeller:

Çoğu kere aşırı veya mantıksız bulmanıza rağmen yapmaktan tekrarlama, konuyu zihinde tekrar canlandırarak inceleme, konu üzerinde düşünerek analiz etme, soruya cevap bulmaya çalışma gibi. Temizleme, kontrol etme, hareketleri tekrarlama gibi kompulsiyonlar-zorlantılar (yapmak zorunda hissettiğiniz, yapınca sıkıntınızı azaltan hareketler) sıkıntıyı azaltmanın tek yolu gibi görünmekle birlikte bütün vaktinizi işgal eder.

OKB Alttipleri

OKB çok farklı belirtiler izlenebilen bir rahatsızlıktır. Bu çeşitlilik nedeniyle değerlendirme ve tedavi kolaylığı açısından yaşanan belirtilere göre OKB alttiplere ayrılabilir, bazen bir hastada birden fazla belirti grubu olabildiği gibi bazen de yıllar içinde belirtiler birinden diğerine değişebilir. Belirti türlerine göre başlıca alttipler:

1.Yıkayıcı–temizleyiciler: Kişide kirlilik bulaşma obsesyonu ve yıkanma temizlenme kompülsiyonu vardır.

2.Kontrolcüler Birey yaptığı veya yapmadığı bir şeyle ilgili eksiklik veya hata olabileceği konusunda şüpheye kapılır ve bunun verdiği sıkıntıyla tekrar tekrar kontrol eder (Kapı, pencere, elektrikli ev aletleri, doğalgaz, araba, eşya, konuştuğu konular, okuduğu yazılar, doldurduğu formları kontrol).

3.Toplayıcı- biriktiriciler Gereksiz nesneleri toplar sonra da atamazlar.

4.Düzenleyici-sıralayıcılar Çevredeki nesnelerin belli bir düzende durması, simetri, eşyalarda eksiklik, leke, çizik olmamasına gereksinim duyarlar.

5.Tekrarlayıcılar Bu kişilerin aklına kötü veya istemedikleri bir düşünce gelir ardından bunu etkisizleştirmek için belli eylemleri, sözleri veya düşünceleri tekrarlarlar Örneğin yakın birinin ölümünü önlemek için giyinip soyunmak, aklına kötü bir şey geldiği için aynı şeyi bu düşünce olmadan yapmak gibi.

  1. Düşünce takıntıları , saf obsesyonlar ve endişe Kaygı yaratan düşünce, istek, duygu veya hayaller akla gelir ardından bunun verdiği sıkıntıyı gidermek için kişi birtakım düşünsel faaliyetlerde bulunur. Örneğin eşcinsel olduğu düşüncesi aklına gelen bir kişinin bunun üzerinde düşünmesi, analiz etmesi, konuyu araştırması insanlara bunu sorması gibi. Bazen gündelik sıradan olaylarla ilgili akla sıkıntı yaratan olumsuz bir düşünce gelir ardından buna karşıt iç tartışma gelişir ve bu konu saatlerce sürer. Örneğin yaptığı bir konuşmada en uygun şekilde konuşup konuşmadığını saatlerce düşünmek gibi.

Belirtilerin görülme sıklıklarına baktığımızda, obsesyonlardan en sık görülenleri ve oranları: bulaşma: 32.9%, saldırganlık düşünceleri: 16.6%, kesinlik ihtiyacı, 8.5%, dini konular 6.3%, bedensel konular 6.2%, cinsellik 5.3%, toplama biriktirme düşüncleri 4.0% , diğer konular 20.2%, en sık görülen kompülsiyonlar ve oranları ise kontrol: 28.1%, yıkama temizleme: 25.9%, zihinsel tekrarlamalar 11.5%, tekrarlama 11.0%, sıralama/düzenleme 5.3%, toplama/biriktirme 3.2%, sayma 2.6%, diğerleri 12.4% dür.

Obsesif Kompulsif Bozukluğu Olan Bireylerin Ortak Özellikleri

1.Endişeler ve Takıntılar (Obsesyonlar) kötü birşeyler olacağı kaygısıyla İlgilidir: Takıntılara hemen daima eşlik eden sıkıntı size ya da sevdiklerinize gelecek bir zarardan korkmakla ilgilidir.Örneğin kapıyı pencereyi kontrol eden bir hastada “kapıyı pencereyi kontrol ediyorum çünkü açık kalırsa birisi girip çocuklarımı öldürebilir, paramızı çalabilir. Eğer bu olursa benim hatam olur ve suçlanmayı hak ederim.” şeklinde ya da yıkanma kompülsiyonu (zorlantısı) olan bir hastada “eğer temizlenmezsem hastalanabilirim, çocuklarıma hastalık bulaştırabilirim” veya “bu kirlilik hissi yıkanmadan geçmez ben bu hisse dayanamam” şeklinde düşünceler ve korkular olabilir.

  1. Kişinin takıntısının akıldışı veya saçma olduğunu bildiği anlar olur. Belirtiler olmadığı anlarda çoğu obsesif birey takıntılarının gereksiz olduğunu bilir. Endişeler başladığında ise bunu unutabilir ve takıntılarından dolayı çok korkuya kapılabilir.
  2. Takıntılara direnmeye, baskılamaya ya da bunları unutmaya çalışmak bunları daha da arttırır. Takıntı şeklindeki düşünceler ve hayaller çok fazla sıkıntı verdiği için kişi bunlardan şiddetle kurtulmak ister. Ama ne yazık ki bu mücadele unutulmak istenilen düşünceyi canlı tutar. Kişi ne kadar çok mücadele ederse o düşünceyi zihninden atması da o kadar zorlaşır. Düşünce takıntılarının sürmesini sağlayan şeyler:
  • Takıntıdan korkmak.
  • Aktif biçimde unutmaya çalışmak.
  • Hatırlatan durumlardan kaçmak.
  • Hiçbir zaman takıntı olmamasını amaçlamak.
  • Takıntıların ilerde de tekrarlayabileceği endişesini taşımaktır.

4.Zorlantılar geçici bir rahatlama sağlar: Takıntının yarattığı şiddetli sıkıntıyla kişi kendisini rahatlatacak bir şeyler arar ve sonuçta yaptığı bazı eylemlerle rahatlar. Örneğin kirlilik obsesyonu olan birinin elini yıkayarak rahatlaması gibi. Ama bu etki geçicidir. Bir süre sonra yeniden sıkıntı başlar.

  1. Tekrarlayan eylemler (ritüeller) genellikle özel bir sırada gerçekleştirilir: Zorlantı davranışları belli bir sıra dahilinde kurala uygun gerçekleştirilirse sıkıntıyı azaltır. Eğer bu kural bozulursa yeni baştan aynı sırayla tekrar gerçekleştirilirler. Kirlilik takıntısı olan bireyin yıkama esnasında belli bir sayıda yıkıyorsa yıkama sırasında yaptığı bir işlemi hatırlayamazsa işi tekrar baştan başlatması gibi.

6.Kişi zorlantılara da direnmeye çalışır: Zorlantı şeklindeki hareketler kişiyi geçici olarak rahatlatsa da bunları tam yapmanın zorluğu ve aldıkları zaman yüzünden kişi bunlara direnmeye çalışabilir ya da bunların zahmeti nedeniyle bunlara başvurmasına yol açacak nesne ve durumlardan kaçabilir. Temizlenme ritüellerinin sıkıntısı nedeniyle kişinin ayda bir banyo yapması, haftada bir büyük abdeste çıkması gibi.

  1. Kişi bir takım koruyucu davranışlar için başkalarından da yardım alır: Temiz mi kirli mi diye birine sorma, yıkarken başkasına da izletme, kendisi yerine temizlemeyi ya da kontrolü birine yaptırma gibi. Bu hem kaçınmaya hem de sorumluluğu paylaşarak biraz rahatlamayı sağlar.

OKB Neden olur?

Bir çok insan kendilerinde OKB nin nasıl geliştiğini merak ederler. Bununla ilgili birçok bilimsel varsayım ortaya atılmış olup, OKB’ yi tek bir nedenle  çıklayamayacağımız görüşü en çok kabul gören varsayım olmuştur. Bu etkenler sırasıyla kişinin kalıtımın da büyük ölçüde etkisiyle şekillenen beyin özellikleri, içinde bulunduğu ortam koşullar ve yaşadığı olaylar, kişilik özellikleri ve düşünme biçimi, davranış tepkileri ve duygusal özellikleridir. Bunlardan bazıları diğerlerine kimi hastalarda diğerlerine göre daha ön plandadır. Bugün için bu etkenlerin tam olarak OKB’nin gelişimine nasıl yol açtığına ilişkin tek bir görüş olmamakla beraber bu etkenlerin bir arada rahatsızlığa yol açtığı düşünülmektedir. Rahatsızlığın biyolojik düzeneğinin beynin düşüncelerin değişimiyle ilgili bölümü olan kaudat nukleus bölümünün işleyişinde bir sorun olması ve bu nedenle de beynin yapısıyla ilgili etkenler tarafından ortaya çıkarılabileceğini gösteren bir veri Çocukluk çağında beta hemolitik streptokok enfeksiyonu geçiren bazı bireylerde bazen obsesif kompulsif belirtilerin ortaya çıktığını gözlemlediğimiz oluyor. Ancak çoğu hastada bu tarzda belirgin bir biyolojik etken saptanamamaktadır. OKB si olan bireylerin yapılan beyin incelemelerinde beyinde, beynin orbitofrontal kortex ve caudate nukleusda adı verilen bölgelerde aktivite artışı olduğu saptanmıştır (Şekil 1).

Bu bölgelerden caudat nukleus düşüncelerin sınırlanmasında rol oynar. Saptanan bu biyolojik değişiklikler OKB de hem bir bir neden hem de bir sonuç olabilir.

Günümüzde OKB nin psikolojik nedenleriyle ilgili temel açıklama biçimi bilişsel davranışçı modele dayalıdır. Davranışçı model, çocukluk dönemindeki yaşantılarla oluşan bazı koşullanmaların (örneğin kirlilikle ilgili ailenin olumsuz tepkileri- kirlendiğinde kızılması- ve titiz davranışları, buna karşılık yıkanma, silme davranışlarının beğenilmesi, desteklenmesi) OKB gelişiminde etkili olduğunu öne sürer. Bu koşullanmaların etkisiyle normalde herhangi bir özelliği taşımayan ve dolayısıyla da sıkıntı doğurma gücü olmayan bazı uyaranlar (örneğin evin zemini, kapı kolu vb) ve durumlara (örneğin kirlilik, bulaşma) karşı öğrenilmiş bir korku ve kaçınma davranışı gelişir. Ayrıca birey kompülsiyonlara başvurdukça kısa süreli ve geçici olarak rahatladığı için kompülsiyonlar (yıkanma, temizlenme, kontrol vb gibi) yerleşik hale gelir. Bunun yanı sıra çocukluk döneminin bazı düşünsel özelliklerinin ve o dönemde oluşan bazı inançların yetişkinlikte de  sürdürülmesi (“bir eylemle ilgili düşünmek onu yapmak gibidir”, “kendine ya da başkasına gelebilecek bir zararı önleyememek (ya da önlemeye çalışmamak) o zarara neden olmak demektir”, “sorumluluk bir olayın olasılığının az olmasıyla azalmaz, “Kişi düşüncelerini kontrol edebilmelidir –etmelidir” gibi inançlar) bir diğer etkendir.

OKB’de Tedavi

Bu rahatsızlığı olan bireylerin bilmeleri gereken en önemli nokta bu rahatsızlığın etkili tedavileri olduğudur. OKB gelişimine ilişkin çok karmaşık soruların tam cevaplarının henüz bulunmamasına rağmen tedaviyle ilgili çok önemli imkanlar bulunmaktadır. Rahatsızlığın tedavisinde bilimsel yöntemlerle etkisi saptanmış ikli yöntem bulunmaktadır. Bunlar bir tür antidepresan ilaç olan serotonin geri alımn önleyici ilaçlar ve bazen bunlara antipsikotik ve anksiyolitik(sıkıntı giderici) ilaçların eklenmesiyle gerçekleşitirilen ilaç tedavileri ve bilişsel davranışçı tedavi adı verilen psikoterapi (konuşma ve sözel etkileşim yoluyla ruhsal rahatsızlıkların tedavisi) türüdür. Gerek ilaç tedavisiyle gerekse bilişsel davranışçı tedavi yöntemiyle yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. İlaç tedavisi alan hastaların %60-70’inde yaklaşık 2-3 aylık bir süreçte belirtilerde %30’dan fazla azalma ortaya çıkar. Bu fayda ilaç kullanılmaya devam edildiği sürece devam etmektedir. Bu konuda kullanılan diğer tedavi yöntemi olan Bilişsel davranışçı terapi ile de tedavi sürecini tamamlayanlarda yaklaşık %85’e varan oranda hasta düzelebilmektedir. İlaç tedavisi, bilişsel davranışçı terapi ve kombine tedaviyi (hem ilaç hem bilişsel davranışçı terapi) karşılaştıran en güncel ve yeni çalışmada 12 haftalık tedavi sonunda tedaviyi tamamlayan hastalarda bilişsel davranışçı tedavi alan hastaların %86’sı, Kombine tedavi alanların %79’u, ilaç tedavisi alanların %48’i ve plasebo yani ilaç olmayan ilaç alanların %10’unun düzeldiği bulunmuştur. Bu tedavi oranları bir çok rahatsızlığa kıyasla oldukça daha iyi oranlardır. Bu rahatsızlığı yenmenizin önündeki en büyük engelin ne bu rahatsızlığın geçmesinin çok zor olması ne de etkili tedaviler olmaması değil, tedavi olma ve tedaviye uyma konusundaki kararsızlık olduğunu hatırlatmak istiyoruz; eğer tedaviyi istiyorsanız önünüzdeki günlerin bu sorunu yenmek için en doğru zaman olduğunu unutmamalısınız. Bu belirtiler bu güne dek hayatınızı gereğinden fazla etkiledi, tahrip etti, üstelik yaşanması zorunlu bir durum olmamasına rağmen. Siz de böyle bir rahatsızlığı yani obsesif kompülsif bozukluğu olmayan insanlar kadar mutluluğu ve başarıyı hak eden bir insansınız.

Eğer tedaviye başlar ve ciddi biçimde uyarsanız belki başlangıçta zorluk çekseniz de giderek düzelmeye başlarsınız;tekrar hatırlamalısınız ki bugüne dek bu rahatsızlığın sürmesinin en büyük nedeni ne sizin durumunuzun çaresiz olması ne de tedavilerin yetersizliğidir, bu durumun sürmesinin en büyük nedeni bu sorunun çözümüyle ilgili uygun yöntemleri bilip uygulayamamanızdır ve eğer tedaviyi seçerseniz de ana hedef size bu yöntemleri öğretmek olacaktır.

Obsesif kompülsif bozukluk veya kısaca OKB tanısı alan bir kişinin var olan tedavi seçeneklerinin neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde bilmesinde yarar vardır. Bu bilgilerin bir kısmını zaten biliyor olabilirsiniz fakat belki daha öncekilerden farklı olarak burada vereceğimiz bilgiler yaşamakta olduğunuz sorunların azalması için, size önereceğimiz ve bizim daha çok uzmanlaştığımız bilişsel davranışçı tedaviyi tanımanız ve bu tedaviye başlayıp başlamama konusunda size yardımcı olmaktır.Öncelikle tedavi almadığınızda ne olacağı konusunda bilgi vermek istiyoruz. Bu rahatsızlığınız olmasına rağmen tedaviye olmamanız durumda neler olabilir? OKB’ si olan birisi olarak yaşamınızın bundan sonraki kısmında bu rahatsızlığın nasıl seyredeceğini ve sizi ne kadar etkileyeceğini tam olarak kestirmek güç olmakla beraber gelecekte sizi bekleyen olası senaryolar bu durumun tamamen düzelmesi, tamamen düzelmesine rağmen arada bir tekrarlaması, bugünkü gibi devam etmesi ve son olarak da giderek daha kötüleşmenizdir. Maalesef en iyi senaryo olan kendiliğinden düzelme ve sorunun tamamen geçmesi gerçekleşme olasılığı en düşük olan senaryodur çünkü uzun dönemde kendiliğinden düzelmeye ilişkin neredeyse hiçbir kanıt yoktur. Kısa dönemli de olsa kendiliğinden düzelme görülmesi ise % 5 dolaylarındadır. Çoğunlukla gerçekleşen senaryo yıllar içinde yavaş yavaş bir kötüleşme ve belirtilerin zaman içinde değişkenlik göstermesidir. Yani özellikle yaşamlarının genel gidişine paralel biçimde olaylara bağlı olarak.zaman zaman kötüleşme zaman zaman daha iyi olma hali görülür. Skoog adında bir araştırmacı (1999) 47 yıl süren doğal bir takip çalışmasında 47 yıl sonunda hastaların yarısında rahatsızlığın şiddetli bir biçimde sürmeye devam ettiğini saptamışlar, 1/3’ünde belirtilerin rahatsızlık düzeyinde olmamakla beraber sürdüğünü ve %20 sinde ise düzelme olduğunu saptamışlardır. Özetle OKB müdahale edilmediği müddetçe artma ve azalmalarla seyreden kronik gidişli bir rahatsızlıktır. Bu nedenle tedavi almadığınız müddetçe OKB nizle ilgili sorunlar yaşamaya devam edeceğinizi varsaymak muhtemelen makuldür. OKB belirtileriniz işlevselliğinizi bozacağı ve yaşantınızın kalitesini azaltacağı için, OKB nizle ilgili tedavi almanızı ciddi bir biçimde düşünmenizi öneririz. Daha önce de belirtildiği gibi OKB de yararlı bulunmuş iki tür tedavi vardır. Bilişsel davranışçı terapi ve farmokoterapi. Her ikisi de dünyanın farklı merkezlerinde ki merkezlerde yüzlerce hasta üzerinde kapsamlı bir biçimde çalışılmış ve her ikisi de OKB tedavisi olarak yerleşmiştir. Sizin için hangi tedavi doğru olduğuna karar vermeniz için her iki tedavinin avantajları ve dezavantajlarını bilmeniz gerekir. Aşağıda her iki tür tedavi seçim yapmanıza yardımcı olmak amacıyla avantajları ve dezavantajlarıyla beraber size açıklanacaktır.

İlaç Tedavisi

Farmakoterapi –yani ilaçlarla tedavi-bu rahatsızlıkta yararlı olduğu gösterimiş bir tedavi türüdür. Ancak bu ilaç tedavisi herhangibir tedavi olmayıp özgül olarak OKB de etkili olduğu gösterilmiş ilaçlardan oluşmalıdır. OKB’de yardımcı olan ilaç grubu serotonin geri alım inhibitörleri adını verdiğimiz bir grup antidepresandır. Bu ilaçlar serotonin adı verilen ve sinirler arası iletide rol alan beyindeki bir kimyasal madde olan serotoninin sinir aralığındaki miktarını sinirlere geri alımını önleyerek artırırlar. Serotonin geri alım önleyici sınıfına giren ve OKB de yararlı bulunan birçok ilaç vardır. İlacın türüne göre yarar sağlama açısından bazı ilaçların daha etkili olduğunu gösteren veriler olmakla beraber genel anlamda ilaçlar arasında büyük fark yoktur. Clomipramin, fluvoxamin, sertraline, fluoksetin, paroxetine, citalopram bu ilaçların başlıcalarıdır. Bu ilaçların serotonini artırmasının tam olarak nasıl işe yaradığı açık olmamakla beraber klinik veriler OKB belirtilerinin azalmasına yardımcı olduklarını net biçimde göstermektedir. İlaç tedavisi başarılı olursa, hastada takıntıların verdiği obsesyonel sıkıntı azalır, tekrarlayan davranışları (yıkanma, kontrol vb) yapma dürtüleri azalır ve bunun sonucunda tekrarlayan davranışların sıklığı ve süresi ve kaçınma davranışları (kirli, bulaşık nesnelere dokunmama gibi) azalır. Düşünce takılmalarının sık olduğu hasta grubunda da takıntı oluşturan düşünce, istek ve hayallerin (obsesif intrüzyon) sıklığı ve ısrarcılığı azalır. Bu grup hastalarda azalma olmakla beraber çoğu hasta başarılı bir ilaç tedavisinden sonra bile hala bazı obsesif intrüzyonlarının olduğunu söylerler. Bu ilaçların etkileri genellikle 4-6 haftadan sonra başlar düzelme artarak devam eder ve yaklaşık 13-14 haftaya kadar uzayabilir. Tedavide en yerleşmiş ilaç clomipramin (anafranil) dir. Yüzlerce hastada çalışılmış ve ilaç alan hastaların yaklaşık yarısında iyi geldiği bulunmuştur. Yani OKB belirtilerini ortalama %40 azalmıştır. Buradan çıkartabileceğiniz gibi clomipramin iyi bir ilaçtır. İlaç alanların yarısı yaşamlarının önemli bir farklılık oluşturacak derecede değiştiğini düzeldiğini söylemişlerdir. OKB tedavisinde etkili olduğu kontrollü çalışmalarla gösterilmiş olan diğer ilaçlar fluoxetine, fluvoxamine, sertraline, paroxetindir.

 

OBSESİF-KOMPULSİF (ANANKASTİK) KİŞİLİK BOZUKLUĞU:

Obsesif-kompulsif nevrozdan farkı, tipik düşünce saplantıları (obsesyon) ve hareket zorlantıları (kompulsiyon) olmayışıdır. Bu kişilik bozukluğunun şu özellikleri şunlardır;

  1. Aşırı düzen, titizik, kusursuzluk, kuralcılık ve bütün bunlarda aşırı katı tutum
  2. Başkalarından bu kurallara uymasını bekleme, uymayınca hoşgörüsüzlük
  3. Aşırı kararsızlık, erteleme eğilimi, olayların olumlu olumsuz yönlerini sürekli tartma ve bu nedenle karar verememe
  4. İnce eleyip sık dokuma gibi halk deyimleriyle tanımlanan özellikler.
  5. İş sorumluluklarına aşırı düşkünlük ve hırslı oluş.
  6. Aşırı sorumluluk duygusu, ahlaki ve estetik değerlerde katılık ve tutuculuk.
  7. Cimrilik, eskimiş eşyaları atamamak.
  8. Konuşmalarında ve ilişkilerinde aşırı kuralcılık, ayrıntıcılık, mantıkçılık, duygusallıktan uzaklık.
  9. Kolayca evhamlı, kuruntulu ve ikircikli olma eğilimi.

Hastanın sorumlulukları ve iş yükü arttıkça, ağır stres altında nevrotik belirtiler çıkabilir.

Hastalığın Nedeni ve Tedavisi:

Bu kişilik yapısının ana nedeni; çocuğun aileden gelen sevgi, güven ve desteği bulamamış olması, çok baskı yapılmış olmasıdır. Bu kişilik yapısı psikolojik bir kalıtım olarak çocuklara da geçmektedir. Özellikle temizlik obsesyonunda bilinçaltındaki p,islik duygusu ters biçimde davranışlara yansımaktadır. Kalıtımın da rolü vardır.

Bu bozukluk erkeklerde daha fazladır. Hasta, durumundan rahatsız olabilir ve tedavi için başvurabilir. Hasta, tedavi sürecinin de denetlemek ve kendi istediği biçimine sokmak eğiliminde olacağı için psikoterapi zor ve zaman alıcıdır. Gerektiğinde antidepresan ilaçlar denenebilir.

 

https://www.youtube.com/watch?v=6lgqoRDQA5w

https://www.youtube.com/watch?v=HXLwgG0bGLw

Derleyen: Turgut ÇİFTÇİ

 

Kaynakça

http://www.antalyapsikiyatri.com/psikoterapist-emine-filiz-uluhan Uz.Dr.Emine Filiz ULUHAN

http://psikoenerjiterapileri.tr.gg/K%26%23304%3B%26%23350%3B%26%23304%3BL%26%23304%3BK-BOZUKLUKLARI-.htm

http://www.islam-tr.com/forum/konu/kisilik-bozukluklari.15798/

http://www.bilisseldavranisci.org/index.php?option=com_content&view=article&id=62:obsesif-kompuelsif-bozukluk

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir