BANA KİMSE KARIŞAMAZ (mı)…!
Bir yanlış yaptığınızda etrafınızda sizi uyaran ve bu yanlışı görmeniz için sizi zorlayan insanlar varsa şanslısınız; çünkü birileri sizin düzelmenizi ve daha iyi olmanızı istiyor demektir.
Aksine, kimse sizi umursamıyorsa ve ne hali varsa görsün diyorlarsa, zaten sizden ümidi kesmişlerdir.
Fakaaaat…!!!
Etrafınızda, yanlış-kötü şeyler yaptığınızda size yakınlığı artan insanlar varsa, siz artık sadece yanlış yapan değil aynı zamanda o yanlışı-kötülüğü temsil eden ve yanlış kişileri cesaretlendiren birisinizdir, işte körleşme tam da burada başlar ve belki de siz hiç farkında olmadan ortaya şöyle bir durum çıkar,
Onlara “Yeryüzünde yozlaşmaya ve çürümeye yol açmayın!” denildiğinde “Biz sadece düzeltmeye ve iyileştirmeye çalışıyoruz!” diye cevap verirler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.
(2Bakara/11-12)
İnanan ve bu inancın öngördüğü değerleri içselleştiren insanlar genellikle otokontrol halinde oldukları için, dertli, duyarlı ve sorumluluk alan bir düşünce yapısına sahiptirler.
Sorumluluk duyguları o kadar yüksektir ki bulundukları ortamlarda şahit oldukları kötülüklere ve haksızlıklara tepkisiz kalamazlar ve bu onları toplumda her şeye burunlarını sokan, sevimsiz bir duruma sokabilir. Fakat onlar yine de yılmaz, hayattan bıkmaz; aksine her şeyin daha iyi olacağı umuduyla çalışırlar. Bu farkındalık ve gayret, onları çeşitli gerginliklerin içine sokabilir, yalnızlaştırabilir; ama onlar, güçlerini toplumun onayından değil inançlarından ve değerlerinden aldıkları için yollarına kararlı bir şekilde devam ederler.
Nitekim insanları uyarmak için gönderilen elçiler de aynen bunu yapmışlardır; haksızlık, adaletsizlik, zulüm ve israf gibi topluma zarar verecek konuları gördüklerinde müdahale etmişler, uyarmışlar, düzeltmeye çalışmışlar fakat insanlar onlara şöyle tepki göstermişlerdir:
Ey Resul! Babalarımızın kulluk etmekte oldukları varlıkları, yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? (11Hûd/87)
Sen işine bak, bizim işimize burnunu sokma diyen bu insanlara karşı “ne haliniz varsa görün” demek ilk bakışta normal bir davranış gibi görünse de bu, toplumun içten içe çürümesine seyirci kalmaktan başka bir şey değildir. İşte bu yüzden resuller hiç yılmadan toplumu ilgilendiren konularda asla sessiz kalmamışlar ve “BANA KİMSE KARIŞAMAZ” zihniyetiyle sonuna kadar mücadele etmişlerdir.
Evet bazen çok bunalmışlar, kırılmışlar, incinmişler tıpkı Nuh gibi “Rabbim bana yardım et ben mağlup oldum” demişlerdir fakat sonrasında,
“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun”. (5Maide/67) hitabına kulak vermiş ve toparlanıp görevlerine devam etmeyi bilmişlerdir.
Takdiri insanlardan değil Rablerinden umarak davalarına sımsıkı sarılmışlar hatta bazen insanlar kendilerine inanmıyorlar diye çok büyük üzüntüye kapılmışlar ve bunun sonucunda,
“Onlar inanmıyorlar diye neredeyse kendini harap edeceksin” (18Kehf/6)
“Artık sen öğüt ver, çünkü sen ancak bir uyarıcısın.
Onların başında bir zorba değilsin.” (88Ğaşiye/21-22)
uyarılarına muhatap olmuşlardır.
Tüm elçiler, hak ve adaletin yılmaz savunucuları olmuşlardır. Toplum da onları izler ve bu ilkenin savunucusu olurlarsa, o ülkede hak ve adalet egemen olur.
Aklı başında hiçbir insan “BANA KİMSE KARIŞAMAZ” zihniyetiyle hareket edemez, etmemelidir. Bu zihniyet toplumda ” nasıl olsa yaptığım her şey yanıma kâr kalıyor” düşüncesini beraberinde getirdiği gibi, o toplumu oluşturan bireylerin sosyal bağlarını gün geçtikçe zayıflatır ve ortaya sadece bencil dürtüleri için yaşayan gayesiz bireyler çıkar.
Oysa cümle şöyle olmalıdır, “EĞER BEN BİR YANLIŞ YAPIYORSAM HERKES BANA KARIŞABİLİR, BENİ UYARABİLİR VE BENİM DOĞRUYU GÖRMEM İÇİN KATKIDA BULUNABİLİR”, sonuçta bana düşen bu uyarıları dikkate alarak içinde bulunduğum topluma değer katmaktır ve medeni toplumlar ancak bu düşünce ile imar edilebilir.