Ahiret (Cennet) İçin mi Çalışmak Gerekiyor ve İlahi Adalet

AHİRET (Cennet) İÇİN Mİ ÇALIŞMAK GEREKİYOR?

Ahiret, ilahi adaleti sembolize eden bir kavram…

İşin sonunu, geleceği veya yarını düşünme anlamına geliyor.

Kavramın anlamını, Türkçe’deki ‘bir işin evveli (başı) ve ahiri (sonu)’ ifadesinin kullanımından çıkarsamaya çalışırsanız, siz de bu sonuca varırsınız.

Ahiret denince, insanlar, genellikle Cennet ve Cehennem (ödül ve ceza) diye anlıyor.

Ödül için mi çalışmalıyız?

Öğrenci soruyor:

– Hocam! Not için, yüksek not için mi çalışmalıyım?

– Elbette hayır… Öğrenmek için… Eğer öğrendiklerin bir yarar sağlıyorsa, yaşam içinde onları kullanırsın. Öğrendiklerin sana, daha huzurlu, daha mutlu, daha sağlıklı veya daha güvenli bir hayat sağlar…

Kısaca, erdemli yaşamak için çalışmalıyız.

Çalışmaz isek, parazit gibi yaşamaya, başkalarının sırtından geçinmeye, insanları sömürmeye, değerleri istismar etmeye başlarız.

Çalışırsak, onurumuzla yaşarız; daha huzur ve güven içinde oluruz.

Ne yazık ki espriyi kavrayamama sorunumuz var.

Not için çalışan öğrenci, çok az şey öğrenir. Çünkü onun, daha işin başında(evvelinde), kafayı sonuca (ahir) takmış ve niyet bozukluğu sorunu var.

Niyeti saf değil, çıkar beklentisiyle yol çıkmış… Çalışmanın (öğreneceklerinin) önemine ve değerine inanmıyor. Dolayısıyla onun hayatı, genellikle puan toplamakla geçecek; bunun sonucu, hayatın anlam ve amacından uzak yaşam sürecek.

Cennet için yola çıkan kişi, sevap toplama peşindedir. Oysa ödül, bir sonuçtur. Hayatı anlamlı ve amacına uygun yaşarsanız, ödülü zaten alırsınız.  Derslerinize ciddiyetle çalışırsanız, notlarınızı yüksek getirmeniz mümkündür. Getiremiyorsanız, eksikliğin nerede olduğuna yoğunlaşırsınız.

Ahiret için çalışmak denince çoğu vatandaş ne anlıyor?

Namaz kılmak, oruç tutmak, hac ve kurban…

Diyelim ki o, bununla aynı zaman da yoksulu doyurmayı, mağdura ve mazluma yardım etmeyi anlasın. Eğer bu yaptığı işlerin önemine inanmıyor, salt ödül için bunları yapıyorsa, bu yardımlarını, anlayışlı olmaktan uzak ve sahici duygudan yoksun biçimde yapacaktır. Bu yüzden yardım yaparken muhtemelen birilerine gösteriş yapacak veya yaptığı iyiliği başa kakacaktır. Yaptığı işin mantığını ve ahlaki gerekçesini kavramayan, dünya nimetlerine karşıt, salt ödül (sevap) beklentisi içindeki ruhbanca yaşam sahipleri, muhataplarıyla mekanik ilişki dışında, insani ilişki geliştiremeyecek, onlara belki bir şeyler verecektir; ama onlara dokunamayacak; onlarla dostane ilişki geliştiremeyecektir.

Ahireti (ilahi adaleti) dünyevi değerlerden soyutlayan bir zihniyetten dünyaya barış, huzur ve mutluluk getirmesi mümkün değildir. Ahireti salt ibadetlere özgüleyen bir anlayış, dünyayı ve dünyaya dair her şeyi boş görecektir. Bu zihniyete göre, çalışmak, üretmek, aklı kullanmak, emek ve hak, önemsiz ve değersizdir.

Ceza (Cehennem veya hapis) korkusuyla mı yanlıştan uzak durmalıyız?

Diyelim ki kişi, çalmıyor.

Ona soruyoruz:

“Neden çalmıyorsun?”

– Çalarsam hapse (Cehennem’e) girerim, diye cevap veriyor.

Ya hapis korkusu olmasa? Çalacak mı?

Salt hapis korkusuyla çalmıyor. Böyle biri çalmıyor, ama düşük bir ahlaki düzeye sahip…

Böyle biri, çalmanın, başkasının hakkına ve emeğine zarar vermek olduğuna; çalmanın, onursuzluk olduğuna inanmıyor ki!

Kısaca çalma eylemiyle kendi benliği arasında bir çıkar ilişkisi kuruyor. Ona göre, çalınan malın sahibinin bir değeri, emeği, hakkı bulunmuyor; bu değerler, onun düşünce veya inanç sisteminde (paradigmasında) yer almıyor.

Aynı kişiye soruyoruz:

Neden cana kıymıyorsun?

– Hapse veya Cehennem’e girerim diye…

Ne kadar kötü, değil mi?

Canından söz edilen kişinin ne önemi var, ne değeri, ne de hakkı…

Yalanın, haksızlığın veya zarar vermenin kötülüğüne inanmayan bir insanın sırf ceza korkusuyla bunlardan kaçınması, sonsuza kadar mümkün değildir.

O, bunların önemini içselleştirmediği için bunlardan kaçınması çok zordur.

Yarın birisi, onun kafasına, “Bizden olmayanlara yalan söylemekte, haksızlık yapmakta, malına ve canına zarar vermekte bir sakınca yoktur” virüsünü soktu mu, o artık profesyonel bir sahtekar, profesyonel bir zalim, profesyonel bir hırsız ve profesyonel bir bilmem ne olmakta zorlanmayacaktır.

İlkel, basit veya düşük ahlaki düzeye sahip insanlar, sırf/salt ödül-ceza beklentisiyle iyilik yapar veya kötülükten kaçınırlar.

Ahlaken gelişmiş insan, yaptığı iyiliğin önemine ve değerine inanır. Bu yüzden iyilik yapar. Kötülüğün de olumsuz yönlerini ve zararlarını bilir ve bundan dolayı kendi iradesiyle kötülükten uzak durur. Bu, giriş ve gelişme aşamalarında katışıksız/saf bir niyetin, bilincin yaşam bulmasıdır. Ancak bilinçli insan, şunu da bilir; yaptığı veya yapmadığı şeylerin bir sonucu vardır. İşin sonunu göz ardı etmez. Bu, konjonktürel, uzun vadeli düşünmedir. Geleceği, yarını, işin sonunu düşünen insanlar, daha sorumlu ve umutlu davranırlar.

Ben birisine iyilik yaptığım zaman, onun sadece ona bir iyilik olmayacağını bilirim. Bu iyilik, o kişiye, belki onunla ilişkili kişilere yansıyabilir. O iyilik belki bana da, sana da yansıyabilir. Ben sonuçları bilemem, kestiremem. Ama ilahi adalet gereği çöpe gitmez. O iyilik, bana doğrudan dönmese bile, yaptığım iyilik bana moral verir, güç verir; dolaylı yoldan bana döner, bana katkısı olur. Allah da zaten hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmaz. Peki, ne yapar? Onu bilemem. Ama bunu, benim okul hayatıma, iş hayatıma, aile hayatıma, sosyal çevreme, mutlaka bir yerlere yansıtır, yansır.

Hiçbir yerden karşılık gelmese de, ben iyiliğime devam ederim. Çünkü ben iyiliğin önemine ve gereğine inandığım için iyilik yaparım. Bunun karşılığını görmek için değil… Ama yaptığım iyiliğin çöpe gitmeyeceği bilinci beni umutlandırır. Aksini düşündüğümüz zaman, bir gün bir yerlerde gerçekleşebileceğine dair hiç umudum olmazsa, yaşadığım olumsuz örnekler sonucunda pes eder ve vazgeçerim. Bu açıdan umutlu olmak önemlidir.

Kohlberg’in Ahlak Gelişim Düzeyleri sıralamasında da ödül-ceza, kâr-zarar hesabı yapanların basit bir ahlaki düzeye sahip oldukları ifade edilir. Gelişmiş ahlaki kişilik, yapıp ettiklerini, kendi iradesiyle seçtiğinin farkındadır ve bu seçiminin, evrensel çapta diğer insanları nasıl etkileyeceğinin bilincindedir.

Ödül ve ceza endeksli yaşamamalıyız; yaşadıklarımızın ve yaşayacaklarımızın yaptıklarımızın bir sonucu olduğunu bilmeli ve buna inanmalıyız. Örneğin, salt ceza görürüz endişesinden dolayı değil, haksızlığın kötü ve yanlış olduğuna inandığımız için haksızlıktan uzak durmalıyız. Aynı zamanda haksızlığın karşılıksız kalmayacağını bilmeliyiz. Yine sırf ödül ve takdir toplamak için dürüst olmamalıyız. Dürüstlüğün gerekli, doğru, iyi ve yararlı olduğuna inandığımız için dürüst olmalıyız. Doğru olanın doğru olduğundan, yanlış olanın yanlış olduğundan öncelikle biz emin olmalıyız.

Evet, bugün işin sonunu düşünerek, geleceği düşünerek, yarını düşünerek ne yaptın?

Bugün, benim, senin ve onun erdemli yaşaması için ne yaptın?

İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy, ‘Ahiret Ahiret’ diyerek dünyayı küçümseyen ve değersiz görenlerle ilgili şiirinde konuya şu ayetle giriş yapmıştır:

“Kimin bu dünyada gözü kapalı ise ahirette de kapalıdır, hatta oradaki şaşkınlığı daha fazladır.” (İsra, 17/72)

“Şu geçici hayatından sonunda neyse anladığın;

Ahirette de mutlaka aynısıdır karşılaşacağın.

Hatâdır âhiretten beklemek dünyâda her hayrı:

Öbür dünyâ bu dünyâdan değil, hem hiç değil, ayrı.

 

Sen ey sersem ki «üç günlük hayâtın hükmü yok» der de,

Sanırsın umduğun emrinde olacak Kıyamet gününde;

Ne ekmiştin ki bir ürün bekliyorsun öte dünyadan?

Senin geçerli olan hakkın: Bugün ziyan, yarın ziyan!

 

Eğer Allah’ın amacı yalnız ahiret olsaydı;

Bu dünyayı boşuna yaratmasında ne hikmet vardı? …

 

Demek: Dünyâ değil öyle pek küçümsenecek yer:

Demek: Bu geçici ömre bağlı kalıcı bir feyiz var!

 

Diyorlar: “Bu kainat değersizdir, çünkü geçicidir.”

Evet, geçicidir, ama bir bakımdan da ebedidir.

Süreksizmiş hayat… Olsun! kalıcıdır zevki, ziyanı;

Sonsuz bir süreklilik taşır bundan ötürü her ânı.

 

«Dünya değersizdir, çünkü geçicidir» diyen sersem,

Ne der “Öyleyse tüm varlıklar boşuna mı yaratılmış” dersem?

Nedir dünyaya gelmekten amaç, gitmek midir ancak?

Şöyle bir anlamak hırsıyle olsun yok mu uğraşmak?

 

Hayatın ganimettir, değerlendir, vakit geçirmeksizin,

Yarın milyonlarca feryada dönüşmesin sayılı nefesin!

Bu âlem imtihan meydanıdır mademki ruhlar için,

Demek: Durmadan çalışmazsan insan değilsin.

 

Neden geçsin sefaletler, yoksunluklar içinde geçsin zamanın?

Neden azmin süreksiz, yok mudur Allâh’a îmânın?

Çalış dünyâda insân ol, elindeyken henüz dünya;

Öbür dünyâda insanlık zor, yok öyle yağma, gördün ya!

 

Ey müslüman! Gerçi âhiret hiç düşmüyor dilinden,

Ama boş bir hevesin ürünüdür onunla ilgili düşüncen!

Bu saçma sapan kuruntundan şifa bulmazsan, şayet

Böyle eli boş gidersen, orda da eli boş kalırsın elbet!

 

Hayaller peşinde koştuğun yetmez mi ey şaşkın?

Hâlâ gerçeği görmezlikten gelmeye var mı hakkın?

Bu dünya şöyle bir rüyâymış, geçiciymiş ya da…

Ne müthiş bir gerçek olduğunu anlarsın öte dünyada!”

Safahat, Hatıralar, 288-289 (589,591) Güncel Türkçe

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir