Nefesimiz Sayılı Mıdır?

Kader konusunda birbirinden farklı görüşler mevcut. Hatta aynı anda birbirine zıt düşüncelere sahip olanların sayısı az değil. Yaşanan şeylerin hem alınyazısı olduğunu düşünmek, hem de yaşananlarda insanın iradesi olduğunu düşünmek bir çelişkidir. Oysa bir şey Allah’tansa onda çelişki olmamalıdır. Bu sebeple, kader konusunu netleştirmek gerekir.

İntihar eden kişi, vadesini Allah bitirdiği için mi, yoksa kendi seçimi sebebiyle mi öldü? İntihar etmeyi seçmeseydi, daha fazla yaşar mıydı?

Bir adam silahla birini öldürdü. Ölen adam, vadesi doldu diye mi öldü, yoksa silah yüzünden mi? Eğer Allah onun vadesini doldurduysa, cinayet işleyenin günahı nedir? Haşa, öldürmekle Allah’ın muradını mı gerçekleştirdi?

Japonlar ortalama 87 yıl yaşıyor, Afrika’lılar ortalama 50 yıl yaşıyor.[1] Allah Japonlara 87 yıl takdir ederken, Afrika’dakilere 50 yıl mı takdir etmiştir? Japonya’da 9 büyüklüğünde deprem olurken bir kişi bile ölmezken Türkiye’de 7 büyüklüğünde deprem olunca, binlerce kişi ölüyor. Allah Türkiye’dekilere ölmeyi takdir etti de, Japonya’dakilere iltimas mı geçiyor?

Yoksa Allah hakkında bilmediklerimizi mi söylüyoruz?

Kader, Kuran’ı Kerim’de defalarca geçen bir kelime olmasına rağmen hiçbir yerde “alın yazısı” anlamında değildir. Kader, ölçü demektir. Yağmurun yağması bir kader iledir (Zuhruf,11), bunun anlamı belirli yasalara tabi demektir.

Kaderi Peygamberimizin de, Hz. Ömer’in de “alın yazısı” olarak algılamadığını görüyoruz: Peygamberimiz Mekke’de can güvenliğinden endişe ettiğinde Medine’ye hicret etme kararı almıştır. Medine’ye hicret ederken, Mekke’liler tarafından yakalanıp öldürülmemek için tedbirler almıştır. Medine’ye giden kısa yollar varken, yakalanma endişesiyle uzun yoldan, çölden gitmiştir. İzini kaybettirmek için birçok yöntem kullanmıştır. Kendi alabileceği tedbirleri sonuna kadar almıştır, elinde olmayan faktörler konusunda ise Allah’a sığınmıştır. Hiçbir noktada “Allah’ın kaderi işte, ölürsek ölürüz” dememiştir.

Medine’ye hicret ettikten sonraki ikinci savaş Uhud Savaşı’dır. Uhud Savaşı’nda, okçular Peygamberin emrine rağmen yerlerinde durmadığı için müslümanlar yenilgi almışlardır. Onlarca müslüman öldürülmüştür.  Müslümanların savaşta yenilmesi üzerine ayetler inmiştir.

“Onların başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet (Uhud’da) sizin başınıza geldiğinde, ‘Bu, nereden başımıza geldi?’ dediniz, öyle mi? De ki: ‘O (musibet), kendinizdendir.’ Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” ( Ali İmran 165)

Uhud’daki yenilgi hakkında ne Allah, ne Allahın Peygamberi, “kaderimiz buymuş, Allah’ın takdiri” demiyorlar. Çünkü komutana uyup savaşı kazanmak da, emre itaat etmeyip savaşta yenilmek de Allah’ın kaderidir. İnsan bu kaderler arasında tercih yapar. Bu sebepledir ki, gelen musibete “bu kendi ellerinizle yaptıklarınızdır” denir. Allah tarafından yapılan bu uyarı, sahabeye ve can kayıplarının olduğu bir konuda yapılıyor. Böyleyken, sorumluluklarımızı biz kendi üzerimize neden almıyoruz?

Tedbirini al, gerisini Allah’a bırak” deniyor. “Eşeğini sağlam kazığa bağla sonra tevekkül et” cümlesi de söyleniyor elbet. Fakat buradaki sağlam kazığa bağlamak ve tedbiri almak genelde küçümseniyor. Hatta tedbir ne kadar azsa o kadar “Allah’a güveniyor” sanılıyor. Tedbirler boş bir iş gibi görülüyor ve “olsa nolur, olmasa nolur, sonuçta Allah’ın takdiri” deniyor. Bu sebeple bir çelişkidir başlıyor. Oysa birinde ölümler oluyor, diğerinde yaşamlar; birinde sağlık oluyor, diğerinde hastalıklar…

Hz. Ömer, Şam’a doğru giderken o bölgede veba salgını olduğunu duymuş, bunun üzerine oraya gitmekten vazgeçmiştir.

Ey müminlerin emiri, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sormuşlardır. O ise “Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum. Ne dersin, senin develerin olsa da, iki tarafı olan bir vadiye inseler, bir taraf verimli diğer taraf çorak olsa, verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?”[2]

 demiştir. Vebanın olduğu yere giderek hastalanmak da, geri dönüp sağlıklı kalmak da Allah’ın kaderidir. Vebaya yakalanıp 1 yıl sonra ölmek de, gitmeyip 20 yıl sonra ölmek de Allah’ın kaderi, çizdiği sınırlar, belirlediği ölçülerdir.

Çalışırsan bir sınavdan 90-100 alabilirsin, çalışmazsan 10-20 ancak alırsın. İkisi de öğretmenin takdiridir. Ancak sonuçları öğrencilerin tercihleri belirler. Bu öğrenciler, “Çalışmak iyidir ama takdir öğretmenindir. Çalışana 20 verebilir, çalışmayana 100 verebilir” dediğinde ortada büyük bir adaletsizlik oluşur. Çalışmak önemsiz hale gelir. Öğretmenin haksızlık yapmaya gücü var diye, haksızlık yapabilme gücünü övmek, sadece tembellere mazeret sunmaya yarar sağlar. Diğer yanda ise, yücelttiği öğretmeni adaletsiz ve merhametsiz hale getirmekte, hayatı da güvensiz hale getirmektedir.

İnsanın tercihleri sonucu yaşayacağı her şey Allah’ın kaderidir. Allah’ın kaderi, alınyazısı değildir. Allah’ın insana yaşattığı her şeydir. İnsan 20 yaşında, 50 metre yükseklikten atlarsa ölecektir. İntihar ederse 20 yıllık bir hayatından sorumlu tutulacaktır. Uzun yaşamayı tercih ederse, 50 yıllık bir ömürden hesaba çekilecektir. Siz Allah’ın kaderleri arasında tercih yapıyorsunuz.  İnsanın iki çeşit ömürden birini seçmesi, ikisinin de Allah’ın kaderi ve ölçüsü olduğunu değiştirmez.

Hayrın ve şerrin Allah katından gelmesi, o hayrı ve şerri bizim seçtiğimiz gerçeğini değiştirir mi? Elbette değiştirmez. Örneğin, Japonlar gibi sağlam binalar yaptığımızda ve depremde kimse ölmediğinde, bu “hayır” yine Allah’tan geliyordur. Çünkü, Allah’ın yarattığı yeryüzünde, Allah’ın verdiği akılla, Allah’ın verdiği imkan ve güçle depreme dayanıklı binalar yapılması Allah’ın verdiği bir “hayır”dır. Allah’ın yarattığı yeryüzünde, Allah’ın verdiği aklı ve imkanları kullanmadığımızı düşünelim. Kısa vadeli düşünerek yapılan dayanıksız binalar yüzünden depremde can kayıpları olduğunda, Allah’ın yasalarına uymadığımız için, bu Allah’ın verdiği şer değil midir?

Öyleyse insanın iradesi söz konusu olan konularda, “Allah’ın kaderi” deyip yaşananları “alın yazısı” olarak görmek, aynı zamanda Allah’a iftiradır. Çünkü insanlar, kendi elleriyle yaptıklarının faturasını Allah’a çıkarmaktadırlar. Bu olmasın diye, Allah gönderdiği kitapta insanın aklı ve iradesini çok önemsemiştir.  “Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır” (Yunus 100)

Bunlarla beraber salt insanın etrafında dönen bir dünya algısı da doğru değildir. Allah’ın bizi yaratıp bıraktığı algısı, kısmen deist bir anlayıştır. Oysa Allah hayata müdahil olandır. Müdahil olması, insanlara birçok işaret ve uyarılar göndermesidir. Bunu toplumsal deyimlerden de görebiliriz. Çok ihtiyacımız olduğunda yardım edecek biri karşımıza çıktığında “seni Allah gönderdi” deriz. Çünkü Allah insanın davranışlarına göre olumlu ya da olumsuz ihtimalleri artıran da, gerçekleştirendir.  Çok kötülükler yapmış bir insan, tercihleri sonucu olumsuzluklarla karşılaştığında, “Allah’tan belasını buldu veya Allah’ın sopası yok” gibi cümleler kurulur.  Burada dikkat edilecek nokta şudur ki; yapılan yanlışlarda sorumlu tamamıyla kendimizken, başımıza gelen iyilikler tümüyle Allah’tan gelmektedir. Çünkü varlığımız, nefes alışımız, çabalarımız ve sahip olduğumuz her şey Allah’ın lütfudur.

Tarihte Kader Anlayışı

Şimdi kader konusunun tarihi süreçte nasıl bir süreç izlediğine gelelim. Peygamberlik öncesi Cahiliye’de “alınyazısı kader” anlayışı hakimdi. Cahiliye inancındaki insanlar, “Eğer Allah dileseydi ne biz, ne atalarımız şirk koşmazdık, hiçbir şeyi de haram kılmazdık” (Enam/ 148) demektedirler. Yani yanlış inanışlarının Allah’ın bir takdiri olduğunu söylemektedirler. Oysa insanlar doğruya da yanlışa da inanmakta özgürdürler.

Peygamberliğin gelmesinden sonra ne vahiyde ne de Peygamberin hayatında kadercilik anlayışını görmemekteyiz. Hz. Ömer’in de bu şekilde davrandığını yukarıda zikretmiştir. Hz. Osman döneminin 6. yılından sonra müslümanlar arasında fırkalaşmalar başlamıştır. Müslümanlar birbiriyle savaşmaya başlamış, ölen de öldüren de müslüman olmaya başlamıştır. Bunun üzerine “müslümanları öldüren müslümanların ahiretteki durumunun ne olacağı” sorusu tartışılmıştır. Bu yaşananlarda “insanların iradesi ne kadardır” meselesi gündeme gelmiştir. Kelam tartışmalarının bir kısmını bu sorular oluşturmuştur.

Cebriye denilen bir grup, yaşananlarda insanların iradesi olmadığını ve her şeyin bir kader olduğunu söylemişlerdir. Allah’ın her şeyden üstün olduğunu ve Allah’ı tüm tanımlardan tenzih etmek gerektiğini belirtmişler, insanın her fiilinin Allah tarafından yaratıldığını söylemişler, bunun sonucu olarak da insanın davranışlarında hiçbir ihtiyarı olmadığı düşüncesine varmışlardır. O dönemde bu fikre karşı çıkan Mutezile denilen bir grup ise, seçim yapabileceği konularda insanın mutlak iradesinin olduğunu söylemiştir.

Cebriye anlayışını ortaya atan kişi Cad b. Dirhem olmuştur, bu anlayışı geliştiren ve yayan ise Cehm b. Safvan’dır.[3]  Cehm b. Safvan, o dönemin devletine ve iktidarına olan eleştirileri sebebiyle öldürülmüştür. İlginçtir, Emevi Devleti, Cebriye ekolünün liderini öldürmüş, fikirlerini ise sahiplenerek devlet üzerinden kurumsallaştırmıştır.

Muaviye, hile ile[4] dört halife sonrası yönetimi ele geçirmiş, Cahiliyede kalan kader anlayışını tekrar yaygınlaşmıştır. Muaviye kendisinden sonraki Emevi Devlet Başkanlarının da benzerini yapacağı şekilde, yapılanları meşrulaştırmak için kullandığı dini bir çok argüman gibi Cebriye’nin öğretilerini kullanmıştır. Çünkü Cebriye’nin kadercilik anlayışı, yapılan tüm zulümlere “Allah’ın takdiri” diyerek birçok itirazı önlemektedir. İtiraz eden kişilere “Allah’ın kaderine karşı mı geliyorsun” türünde cevaplar verilmiştir. Katledilen, öldürülen, tecavüz edilen müslümanlar hakkında “bu yaşananlarda insanın hiçbir iradesi/seçim şansı yok” diyerek her şeyi meşrulaştırma yoluna gitmişlerdir.

Örneğin Emevi Devlet Başkanı Abdülmelik dönemin önemli alimlerinden Hasan Basri’ye yazdığı bir mektupta “Biz kimseye zulmetmedik, bunlar Allah’ın kaderi” demiştir. Hasan Basri, ise “Kader Risalesi” ismindeki Abdülmelik’e cevaben yazdığı mektubunda şöyle demiştir;

“Hasan el Basri’den Allah’ın kulu Abdulmelik’e…

Şimdi biz kalkıp da bu görüşü ortaya atmışsak, bu ancak, insanların Allah’ın insanı, zatına kulluğa asla mani olmayacağı gerçeğini inkar etmeye başlamaları, saptırıcı hezeyanlara ve büyük günahlara yönelip, Allah’ın kitabını tahrif etmeleri yüzündendir. Allahın Kitabından bir delile dayanmayan her görüş bir sapmadır.

Artık ey Müminlerin Emiri, Allahın kaza ve hükmünü bilmeyenlerin hevai düşüncelerini bırak da, sana okunan Kitabı anlamaya çalış: Allah buyurdu ki: “İşte yasalar budur: Allah bir topluma bahşettiği nimeti, o toplum kendilerinde olanı değiştirmedikçe asla değiştirmez.  (Enfal/53)

Ey Müminlerin Emiri! Sözüm ve yazım sana asla uzun gelmesin. Çünkü bu yazıda, zulmü Allah’a isnat edip kendilerine toz kondurmayan kimselere açık ve net deliller vardır.

 İşte, kendisine uyulacak kimselerin başında gelen atamız Adem’in (yoluna uy); o Rabbine isyan ettiği zaman, “Biz kendimize zulmettik; eğer bizi bağışlamaz ve rahmet etmezsen; elbet biz hüsrana uğrayanlardan oluruz” (Araf/23) demişti. O, “Allah’ım, bu senin kaza ve kaderindir” dememişti. Yine Musa bir cana kıydığında şöyle demişti: “Bu Şeytanın amelidir; şüphe yok ki o kişiyi yoldan çıkaran açık bir düşmandır” Ve dedi ki : “Rabbim! Ben kendime zulmettim! Benim günahımı bağışla! Sonunda Allah onu bağışladı.” (Kasas/15-16) Musa “Bu Şeytandandır” diyor, cahil ise kalkmış “Bu fiil Rahman’dandır” diyor.

Yüce Allah buyuruyor ki: “ Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir.”(Ahzap/38)  Zira O’nun emri kaderidir, kaderi emridir. Zira O, hayâsızlığı ve kötülüğü emretmez. Allah, böyle diyen topluluğu, şu sözü ile ayıplamıştır: “Bir hayasızlık işlediklerinde derler ki: “Biz babalarımızı bu hal üzre bulduk; demek ki bize bunu Allah emretmiş.” De ki: Allah asla hayasızlığı emretmez: Ne yani, şimdi siz Allah’a bilmediğiniz bir konuda iftira mı atıyorsunuz?” (Araf/28)

Allah’ın kitabı karanlığa nazaran nur, ölüme nazaran hayattır. Allah kulları için Kitap ve Peygamberlerden başka delil bırakmamıştır. Ta ki: “ Helak olacak olan bir delil ile helak olsun, yaşayacak olan da bir delil ile yaşasın.” (Enfal/42)”

Yararlanılan Kaynaklar

Ahmet Ağırakça, İslam Tarihi

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Emrullah Yüksel, Kelam Tarihi

Hasan Basri, Kader Risalesi

İrfan Aycan, Emevi Devleti

[1] Dünya Sağlık Örgütü,
http://gamapserver.who.int/gho/interactive_charts/mbd/life_expectancy/atlas.html

[2] Buhari, Tıb-30; Müslim, Selam-98

[3] Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cebriye Maddesi

[4] Hakem Olayı

 

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir