Din Üzerinden Zenginleşmek

DİN ÜZERİNDEN SERVET KAZANMAK

Üzerinde duracağım konu, şu veya bu kişi değildir. Sorun ilkeseldir. Nedir ilkesel sorunlar?

1) Din, üzerinden zengin olunacak bir olgu değildir. Çünkü din, bir işletme veya şirket değildir. Zengin olmak isteyenler, miras yoluyla veya ticaret yaparak servet sahibi olabilirler. Kamuya yönelik hizmet sunanların kısa sürede büyük servet kazanmaları, genel olarak şaibelidir.

2) İçinde yaşadığımız ülkede çalışan işçiler ve memurlar, genel olarak 2-10 milyar arası para kazanırlar. En ağır işlerde çalışan beden işçileri, en zor görevleri üstlenen görevliler, en üst düzeyde görev yapan beyin işçilerinin kazançları da bu civardadır. Öğretici konumdaki bir öğretmen veya profesör, 20-30 yıl çalışır, 50-60 yaşına gelir, 300 milyar biriktiremez veya zor biriktirir. Üstelik onlar, karı-koca birlikte sabahtan akşama kadar çalışırlar. Üstelik yine onlar, ülkenin geleceğini inşa ederler, doktorlar, mühendisler, profesörler yetiştirirler.

3) Kısa sürede büyük servetler kazananların, halkın gerçek anlamdaki ciddi sorunlarını çözdükleri pek görülmez. Elbette sanatta, müzikte, sporda, vb.’lerinde büyük paralar kazanılır. Ancak bu kazanç sahiplerinin, topluma, ahlaki mesaj verme ve erdemli yaşama gibi bir taahhütleri yoktur. Onların amaçları sırf para kazanmak olabilir, para kazanmak için mesleklerini icra edebilirler. Böyle olsa bile herkesin ekmeğini yediği topluma karşı sosyal ve ahlaki sorumlulukları vardır. Ancak bir bilim insanının, siyasetçinin veya din bilginin topluma karşı örtülü de olsa daha fazla sorumlu yaşama taahhüdü vardır. Dinde, siyasette ve bilimde sırf para kazanmak için bu yola girilmez.

4) Dinden söz ediliyorsa, özellikle İslam’dan söz ediliyorsa, bu dinin kitabını ve peygamberini göz ardı edemeyiz. O kitaba en başta uyması ve o elçiyi en başta örnek alması gerekenler, onun yolundan gittiğini iddia edenlerdir. Her inanan bundan sorumludur, özellikle o kitap sayesinde itibar kazanan ve o kitap sayesinde birtakım kazançlara talip olanlar bu konuda daha fazla sorumludurlar. Bir sanatçı, bir müzisyen, bir sporcu peygamber gibi davranmayabilir. Çünkü onun öyle bir iddiası yoktur, o yönde bir taahhüdü de yoktur. Din öğreticilerinin ise böyle sorumlulukları vardır.

5) Türkiye’deki işadamları ve ülkeyi yönetenler bile bu kadar kısa sürede ve hiçbir risk olmadan bu kadar büyük para kazanamıyorlar. Bu kişiler, sahi ne söylüyorlar ki, 1 ayda 500-600 milyarı hak ediyorlar veya onlara bu para lütfediliyor? 

6) Din öğreticiliği iddiasında olan kişilerin, üzerinde ilk ve en fazla durmaları gereken konu, dinin, asla taviz vermediği, en fazla reddedilmesini istediği konu olmalıdır. Dinin en fazla reddedilmesini istediği konu, şirktir. Çünkü şirk, dinin istismar edilmesidir, din adına insanların sömürülmesidir, insanların putlaştırılmasıdır, kendi kafalarından çakma dini hükümler türeterek insanlara hayatın zindan edilmesidir. Sahi, bu din öğreticileri bunlardan bahsediyorlar mı? Din öğreticilerinin, -eğer dinden söz ediyorlarsa-, halkı, hurafelere ve batıl inançlara karşı bilinçlendirmeleri gerekmez mi? Sahi, din üzerinden büyük servetler elde eden din öğreticileri, hurafe ve batıl inançlara, din istismarcılarına ve din sömürücülerine karşı çıkıyorlar mı? Din öğreticilerinin katliamlara, yalana, talana, zulüm ve haksızlıklara karşı çıkmaları gerekmez mi? 

7) Tartışma konusu, kişisel değil ilkesel bir sorundur… Konu, din üzerinden para kazanmaktan öte bir şey… Çünkü din üzerinden yalnızca geçimlik bir para değil, çok kısa zamanda servet kazanılıyor. Din; ticarete, haksız kazanca ve kapitalizme alet edilmemelidir. 1 ayda 600 milyar lira; “ekmek parası” olarak nitelenebilir mi gerçekten? Bir işçinin, bir öğretmenin çalışıp, didinip ayda 2 milyar lira kazanması ve kirasını bile zor ödemesiyle bu durumu nasıl karşılaştırabiliriz? Evet, televizyonlar aracılığıyla pek çok kişi haksız kazanç sağlıyor olabilir. Birilerinin haksız kazanç sağlaması, bu durumu meşru kılabilir mi? Hele de din üzerinden haksız kazanç elde etmeyi meşru ve doğru kılar mı?

8) Açların, yoksulların, kimsesizlerin, sahipsizlerin, evsizlerin, sokaklarda yaşayanların sık sık karşılaşıldığı bir ülkede, erdemli davranış, kazancının ihtiyaçtan arta kalanını bu insanlara sosyal yardım (infak) olarak vermek değil midir? Sahi, nafile namazlarda, nafile oruçlarda Peygamber’in sünnetlerini dillerinden düşürmeyenler, konu zekata (infaka) gelince neden Peygamber’in sünnetinin binde birine bile uymaya yanaşmazlar? Peygamber, yiyeceğini ve içeceğini bile ihtiyaç sahipleriyle paylaşırken, giysisini bile ihtiyaç sahiplerine vermeyi tercih ederken, şatolarda, lüks villalarda, lüks araçlarda, lüks cihazlarla yaşayanlar, çevrelerindeki insanların durumlarını görmezler mi? Görüp de dinden bahsettiklerini unuturlar mı? Din öğreticiliğinden büyük servetler kotardıklarını, bu servetin büyük payının ihtiyaç sahiplerine ait olduğunu düşünmezler mi?

9) Bir kişi ahlak öğreticisi, din öğreticisi veya bilim öğreticisi olarak görülüyorsa; hak ve adalet peşinde olanlar, doğruluk ve dürüstlük peşinde olanlar, gerçeğin ve hakikatin peşinde olanlar; kişilerin fiziksel görünümünden, ses tonundan, öyküsel anlatımından önce onların işledikleri konuların doğruluğuyla ilgilenmelidirler. Büyülenenler ve büyülenmek isteyenlerin de elbette istediklerini öğretici olarak seçme hakları vardır.

10) Ne acıdır ki bu ve benzeri insanlar, Peygamber ve din adamları hakkında üretilmiş menkıbeler üzerinden övgüler dizmekten erdemli davranışların üzerinde durmaya, Allah’ın ayetlerini anlatmalarına sıra gelmemektedir. Öyle hüzünlü öyküler anlatıyorlar ki oturup ağlarsınız. Sonra bir gün bilinçlenirseniz ağladıklarınızdan dolayı göz yaşı dökmeye başlarsınız.  Turgut ÇİFTÇİ

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir