ATEİST, AHLAKİ ERDEMLERE BAĞLI MÜSLÜMAN KADAR ERDEMLİ OLABİLİR Mİ?
SORU: Bir insanın ahlaki yönden kendini geliştirmesi için Tanrı bilinci ve imanı gerekli midir yoksa bir ateist de dinini fevkalade uygulayan bir Müslüman kadar erdemli olabilir mi?
KİŞİYİ AHLAKİ YÖNDEN NASIL TANIYABİLİRİZ?
1)İyiyi kötüden ayırt edebiliyor mu?
2)Bu ayrıma uygun davranıyor mu?
3)Erdemli davranışlarında onur duygusu yaşıyor mu?
4)Kendi ilkelerine ve değerlerine ters düşen eylemleri için utanç duyma eğilimi var mı?
BİR ATEİST, AHLAKİ ERDEMLERE BAĞLI BİR MÜSLÜMAN KADAR ERDEMLİ OLABİLİR Mİ?
DURUM TESPİTİ: İnsan aklını kullanarak elbette birtakım iyiliklerin ve kötülüklerin farkına varabilir. Ancak birtakım değerlerin farkına varması için doğru ve sorumlu bir yaşam sürmesi gerekir. Böyle bir durumda ilahi sahibimiz (rabb) ona pek çok doğruyu öğretecektir, aklıyla hak ve hakikati bulmasını sağlayacaktır. İlahi kitap der ki: “Hak ve hakikat Rabbin kaynaklıdır.” (2Bakara, 147)
Kişi, aklını doğru işleterek dürüst, adaletli, sorumlu, sözüne bağlı, empati kuran, hoşgörülü vb. birtakım olumlu karakter özelliklerine sahip olmanın yanı sıra yalan, cana kıymak, çalmak, yetim hakkı yemek, alkolizm ve uyuşturucu batağına düşmek, tecavüz, haksızlık ve zulüm gibi birtakım hak hukuk dışı eylemlerin ne denli sakıncalı ve zararlı olduğunun farkına varabilir, bilebilir.
Ancak bencilliği, çıkarcılığı, doymazlığı, cimriliği, egoizmi, riyakârlığı gibi içgüdüsel istek ve eğilimleri onu eğer bulabildiyse yukarıdaki ahlaki ve evrensel değerlerden alıkoyabilir, onlar hakkında kuşkuya düşürebilir. Güç, makam, mevki, taraftar sahibi olunca/olmayınca bunları daha da güçlendirmek için dürüstlüğü ve çalmamayı enayilik olarak görebilir.
Doğru ve erdemli işler yapan kişi, elbette pek çok ahlaki erdemin ayırdına varır. Bu güzellikler onu, bu güzellikleri savunan anlayışlara ve eserlere yönlendirir. Zaten ilahi iradeyi ciddiye alan kişi hakikatin peşindedir ve onu, çoğunlukla bir alışkanlık sonucu miras almış değil(2/170), araştırmalarla bulmuştur. (72/14)
Şurası bilinmelidir ki Tanrı bilinci, salt Tanrı’nın varlığını kabul etmek değildir. O’nu yaratıcı olarak da görmek değildir. Nitekim peygamber karşıtları, Mekke oligarşisi, “Allah” kavramına, “peygamber” kavramına yabancı değillerdi. Tam tersine Allah’ın yaratıcı, yaşatıcı ve evreni yönetici olduğunu kabul ediyorlardı. (29/61) Ancak güya Allah’a yaklaştıracak, aracılık edecek, koruyup kollayacak, şefaat edecek umuduyla başka ilahlar ediniyorlardı. (39/3). Bu kafa, müşrik (pagan politeist, çoktanrıcı) kafa idi. O halde, Allah’ı yalnızca yaratıcı olarak kabul etmek düzeyinde kalıyor ise böyle bir Tanrı bilinci yetersiz olmaktadır.
Tanrı bilinci, Allah’a güvenmeyi ve ilahi kitaba (ilahi sözlere) bağlılığı getirir. Artık yukarıdaki ahlaki erdemler, ilahi(dini) bir değer olarak anlam kazanır. Erdemli işler yapınca, ilahi gücün ona hem Dünya’da hem ölüm sonrasında yardım edeceği güvencesini getirir.
Ancak bencilliği, çıkarcılığı, doymazlığı, cimriliği, egoizmi, riyakârlığı gibi içgüdüsel istek ve eğilimleri onu eğer bulabildiyse yukarıdaki ahlaki ve evrensel değerlerden alıkoyabilir, onlar hakkında kuşkuya düşürebilir. Güç, makam, mevki, taraftar sahibi olunca/olmayınca bunları daha da güçlendirmek için dürüstlüğü ve çalmamayı enayilik olarak görebilir. Doğru ve erdemli işler yapan kişi, elbette pek çok ahlaki erdemin ayırdına varır. Bu güzellikler onu, bu güzellikleri savunan anlayışlara ve eserlere yönlendirir. http://www.hakveadalet.com/wp-content/uploads/Buyruklar.gif
MÜSLÜMANIN BAKIŞI: “Böyle bir durumda ilahi sahibimiz (rabb) ona pek çok doğruyu öğretecektir, aklıyla hak ve hakikati bulmasını sağlayacaktır.” Allah, yalnızca ölüm sonrası hayata müdahil olan biri değil. Müslümana göre, şu an içinde yaşadığımız dünyada doğru işler yaptığımız zaman doğru işler yapana Allah yardım eder. Çıkar odaklı yaşayanlar, Allah kendilerine yardım etsin ve ödüllendirsin diye doğru işler yaparlar. Kimisi de, zaten doğru olduğuna inandıkları için doğru ve güzel şeyler yaparlar. Allah yardımı bir sonuçtur. O sonucu kendileri belirlemezler, o yardımın ne zaman, nerede ve nasıl olacağına dair bir garantisi de yoktur. Onlar eylemlerini çıkar/ödül güdüsüyle yapmazlar.
Kohlberg’in ahlaki gelişimin kuramını göz önüne getirelim. İnsanlardan kimisi, ceza-itaat veya çıkara dayalı bir ilişkiyi baz alır. Kimisi de evrensel ilkeleri esas alır. Zaten doğrusu o olduğu için öyle bir tutum içindedir. Böyle tutum içinde olanlarda, ödül bir amaç değildir ve yüzde yüz garanti de edilmiş değildir. Ancak her akıllı insan şunu bilir. Kalıcı doğru davranışlar karşılıksız kalmaz. En azından kişinin kendisine olan güveni artar, özgüvenli ve bağımsız kişilik sahibi biri olur. Toplum da ona güvenir. İnananlara göre tüm bunlar da Allah’ın yardımının birer göstergeleridir. Elbette ki bir ateist, doğru işler yaptığında Allah’ın kendisine yardım edeceğine inanmaz. Ancak Müslümanın inancını, ateistin tavrı belirlemez. Allah, Kitabında doğru iş yapanlara yardım edeceğini bildirmiştir. 22/40; 47/7 Bu bir ilke… Allah yapılan hiçbir iyiliği ve güzelliği karşılıksız bırakmaz. 3/115; 45/22; 2/197; 3/30; 36/54. Allah’ın, sözünden caymayacağı da bir ilke… Müslümanlar, doğru işler yapmadıkları zaman Allah onlara da yardım etmez.
Peki, bir Müslüman ahlaki zafiyet içinde olamaz mı veya ahlaki çöküntü yaşamaz mı? Normalde yaşamaması gerekir. Ancak herkes gibi o da bencillik, çıkarcılık, doymazlık, cimrilik, ego şişmesi, riyakârlık gibi içgüdüsel istek ve eğilimlerle ahlaki açıdan sorunlu olabilir. Eğer yaptığı yanlışları “hata” olarak görüyor ise doğal beklenti, bu hataları sürdürmeyeceği yönündedir. Yanlışları “birer hata” olarak görmüyor, normal bir durum olarak telakki ediyorsa, sözgelimi yaptığı hileler, haksızlıklar, yolsuzluklar ve zulümlerden pişmanlık duymuyorsa böyle birinin Müslümanlık iddiası tartışmalıdır. Kısaca her birimiz önemsiz ve çok önemli hatalar yapabiliriz. Ancak bir Müslüman olarak hata yaptığımızın bilincindeyizdir. Böyle birinin ilahi standartlara göre izleyeceği yol;
a)Bile bile yanlışlar yapmamak,
b)Benzer hataları tekrarlamamak,
c)En kısa zamanda hatasından vazgeçmek,
d)Hatalarından dolayı affedilmesi durumunun, Kilise babaları gibi bir ruhban sınıfın tekelinde değil öncelikle kime zarar verdiyse bunu tazmin etmekten geçtiğinin, yalnızca zarar verdiği kişiye, kendisine ve Allah’a karşı sorumlu olduğunun bilincinde olmasından geçmektedir. (bkz. 3/135; 4/17-18; 6/54)
Demek ki normal-ortalama vatandaş, yanlış yaptıysa yaptığının hata olduğunu bilir. Yaptığı yanlışları hata olarak görmeyen kişinin, ileride bilerek ve de kasıtlı olarak o hataların benzerlerini veya daha büyüklerini yapması normaldir.
İlahi kitap, kralların değil (hak hukukun) kuralların egemen olmasını amaçlamış, böylelikle kabile anlayışı yerine hak hukuk anlayışını getirmiştir. İlahi kitap yazılı belgedir, kişi merkezli söyleme izin vermez. Böylelikle kişi Allah’ın yardımıyla bulduğu veya ilahi kitabından öğrendiği bilgilerden kuşku duymaz, bildiklerinden emin olur.
Öyleyse diyebiliriz ki bir ateist eğer ahlaki erdemleri önemsiyor, ciddiye alıyor ve bunları hayatının vazgeçilmezleri arasında görüyorsa, bunlardan ödün vermiyorsa, onun böylesi değerlere sahip bir yapıtı ve buna sahiplenen insanları görmezden gelmesini uzun vadede açıklayamayız. Her dürüst insan kendisiyle en fazla ortak değerlere hangi düşünce veya inanç sistemi ya da kişiler sahip ise onlarla yakınlık duyar ve yakınlık kurar. Aksi takdirde kendisiyle çelişir. Hele ahlaki değerleri öne çıkardığını iddia eden birisi, ahlaki değerleri öne çıkaran bir başkasına kayıtsız kalabilir mi, ona saygısızlık eder mi, onun değerlerine hakaret eder mi, ona düşman olur mu?
Teorik olarak ahlaklı birinin tek başına yaşamasını olanaklı görsek de pratikte kalıcı olması pek mümkün olmaz. Eğer o, ahlak iddiasında samimi ise ortak değerlere sahip diğer insanlarla aralarında şu veya bu düzeyde yakınlık oluşur.
Sahip olduğu değerleri, Kıyamet’e kadar tüm insanlara evrensel değer olarak sunan ilahi otoriteyi (Rabbimiz Allah’ı) ve bunun sözcülüğünü en üst perdeden yapan dünyanın en ideal ve aydın insanları olan peygamberleri es geçmesi çok uzak bir olasılıktır. Eğer böyle değerlere sahip yeryüzünde ateistler varsa Allah bunun farkındadır, onlara gerekli olan yol işaretlerini gösterecektir.
Ancak ne yazık ki ateist akımların yoğun olarak görüldüğü gerek Türkçe gerekse de yabancı forumlarda bırakın ahlaki erdemleri sahiplenmelerini, alabildiğince ve yoğun biçimde Allah’a ve ilahi değerlere saygısız bir üslup kullandıklarına tanık olmaktayız. Oysa ahlaki erdem, her şeyden önce muhataplarınıza, onların düşüncelerine ve inançlarına saygı göstermekten geçer. Diğer taraftan ateistler, kendilerine ait ortak bir paradigma (dünya görüşü) olmadığını açık biçimde dile getirirler. Oysa ahlaki erdemler, bir evrensel paradigmadır. Evrensel paradigması olmayan kişinin, bütünsel ve sonsuza kadar söz verilmiş bir değerler sistemine sahip olduğundan söz edemeyiz. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de dile getirilen bir paradigmanın altına bütünsel olarak ve sonsuza kadar (yaşam boyunca) bağlı olduğuna söz verip bu doğrultuda yaşam sürmeyen birini ilahi değerlere bağlı biriyle eşleştirmek anlamlı ve isabetli değildir.
Eğer bir ateist ahlaki erdemlerle donatılmış bir paradigmayı parçacı bir yaklaşımla değil bütünsel ve yaşam boyu sahiplenirse Allah onu yalnız bırakmayacak, kendisini en doğru biçimde tanıması için yardımcı olacaktır.
EK 1:
Doğru düşünce ve inanç yapısı, mensuplarını özgürleştirmelidir; Kula kulluğa izin vermemelidir, kişi soyunun her türlü isteğine koşulsuz bağlılık ve onu erişilmez, ulaşılmaz, yanılmaz ve unutmaz görmek özgürleşmeye engeldir.
Doğru düşünce ve inanç yapısının kuralları (hukuku), toplumu güven içinde yaşatmalıdır. Kuralların yalnızca haksızlık yapanlara işleyeceği bilinmelidir. “Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, haksızlık yapmayacaksın” derken bunun arka planında toplumu güven içinde yaşatmak olduğu ve kısıtlamaların bunu yapmak isteyenleri bağladığı ve bu kısıtlamaların toplumu daha da özgürleştireceği bilinmelidir. Kuralların egemen olmadığı yerde kralların egemen olacağı ve keyfi davranacakları bilinmelidir. Kurallar egemen olacak diye insan faktörü es geçilerek kuralların krallaşmasına da izin verilmemelidir. Kurallar arttıkça özgürleşme alanının daralacağı da bilinmelidir. Eğer bir ağacın gövdesi insanları yağmura ve sıcağa karşı koruyamıyorsa, eğer dalları vahşi doğadaki saldırılara karşı koruma kalkanı ve yaprakları kamufle görevi göremiyorsa bu ağacın (kuralların) toplumu güven içinde yaşatamayacağı bilinmelidir.
Doğru düşünce ve inanç inşa ettiği ahlak (etik, moral), mensuplarını sağlıklı, doğal, dürüst, özgüvenli, sağlam karakterli ve güçlü kişilikli kılmalıdır. Eğer sözleriyle, davranışlarıyla, giyim-kuşamıyla ve yüz ifadeleriyle yapay, yapmacık ve sahte tiplemeler, hormonlu, abartılı, doğal olmayan, zayıf kişilikli ve kaypak karakterli bireyler ortaya çıkarıyorsa bu ağacın kökleri de, gövdesi de, dalları da, yaprakları da sorunludur. Ahlak ağacının meyvesinden yiyen herkes sağlıklı, huzurlu, mutlu ve kalıcı bir yarar elde eder. Ahlak (meyve), bir çıktıdır. Yanlış tercihli bir girdiden doğru sonuçlu bir çıktı çıkmaz. Doğru tercihli bir girdiden de yanlış bir bakımla işe yarar bir çıktı elde edilmeyecektir.
EK 2:
Genel anlamda ateistler toplumda ahlak ve din öğretimini gereksiz ve hatta sakıncalı bulurlar. Oysa toplum bir konuda sorun ve sıkıntı yaşıyorsa, ülke aydınlarına düşen görev seyirci kalmak değildir. Dünya toplumları, gerek ahlaki konularda ve gerekse de dini konularda birbirleriyle taban tabana zıt düşünceler, inançlar ve anlayışlarla yüzyüzedirler. Kabul etsek de etmesek de gerçek budur. Farklı nedenlerle insanlar sömürülmekte, onların duyguları ve inançları istismar edilmektedir. Bu durumda, ya bu istismara seyirci kalacağız veya onların sorun ve sıkıntılarını giderici, onları geliştirici, onlara güven, huzur ve mutluluk kazandırıcı çözümler getireceğiz.
Sosyal bilimlerin amacı, kişiyi dürüst, özgüvenli, kişilikli ve karakterli kılmaktır. Sözde yanlışlara karşı çıkacağım diye bazı marjinaller, sapla samanı birbirine karıştırıyor. Eğitim ve öğretimi gereksiz buluyorlar. Oysa psikologlar, psikiyatrlar, sosyologlar, toplum mühendisleri eğitim ve öğretim çalışmaları yapmaktadırlar. Onlar, ellerindeki teorilerle halkı yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu konudaki gerçekçi ve ahlak eksenli çalışmalar, insanların sorun ve sıkıntılarına konjonktürel ve dönemsel de olsa çözümler getirmektedir. Bu teoriler çoğu kez birbirleriyle farklılık arz etmektedir. Bunun sonucu kalabalıkların bu yaklaşıma güveni sınırlı kalmaktadır.
İşte Allah’ın; kitap, peygamber göndermesindeki temel amaç budur; insanların içine düştükleri bazı sorun, sıkıntı, çıkmaz, açmaz ve anlaşmazlıklarda köklü çözümler sunmak. (Bkz. 2/213; 16/64) Buna sımsıkı sarılan insanlar gayet huzurlu ve mutlu yaşıyorlar. İlahi mesajı rafa kaldıranlar, istismar edenler ise sorunların daha da büyümesine neden oluyorlar. Değil midir ki çözümsüz ve çaresiz kalan toplumun her statüsündeki eğitimli-eğitimsiz insanlar; büyücülere, falcılara, medyumlara, muskacılara, türbelere, yatırlara, astrologlara, rüya yorumcularına, kocakarı çözümlerine başvurmakta ve bu yolla hem madden hem de manen sömürülmekte ve istismar edilmektedirler. Oysa ilahi kitapta; bilmek, çalışmak, üretmek ve paylaşmak övülmekte ve hatta ilahi buyruklar kapsamında yer almaktadır. (Bkz. Bilmek: 10/5; 29/43; Çalışıp üretmek: 23/51; 34/11; Paylaşmak: 2/261-267; 9/60)
İlahi mesaj, özünde, temelde “LA” ile başlıyor. “LA İLAHE” ifadesiyle, işin başında da ortasında da sonunda da, evet daima “HAYIR” diyor. En başta kula kulluğa hayır diyor. Her türlü sahtekârlığa, yalana, talana, şeytanlığa, zulme, haksızlığa, sömürüye, istismara, kötülüğe, yanlışa, cehalete, ihanete “HAYIR” diyor. Kula kulluk eden özgür olabilir mi? Kulluk, koşulsuz bağlılıktır. İnsan, ancak ahlaki erdemlere koşulsuz bağlanabilir. Hata yapma olasılığı olan birine koşulsuz bağlılık, kişiyi uçuruma sürükler. Böyle bir ortamda gerçek bir saygı, sevgi, güven, huzur, mutluluk ve güven yoktur. Var olduğu iddia ediliyorsa o da bir yanılsamadır ve sahtedir. (Turgut ÇİFTÇİ)
AYRICA KONUYLA İLGİLİ YAZARIN DİĞER YAZILARI İÇİN BKZ.
Ateistçe Sorular: Çocuklar Neden Ölmektedir ve diğerleri
4 Responses
[…] Oysa ahlaki erdem, her şeyden önce muhataplarınıza, onların düşüncelerine ve inançlarına saygı göstermekten geçer. “hakveadalet.com; Turgut Çiftçi […]
[…] Ateist, Ahlaki Erdemlere Bağlı Müslüman Kadar Erdemli Olabilir Mi? […]
[…] Ateist, Ahlaki Erdemlere Bağlı Müslüman Kadar Erdemli Olabilir Mi? […]
[…] Ateist, Ahlaki Erdemlere Bağlı Müslüman Kadar Erdemli Olabilir Mi? […]