Önce İnsan Olmak, İslam’ın Neresinde?
ÖNCE İNSAN OLMAK, İSLAM’IN NERESİNDE?
Evet, önce insan olmak, İslam’ın hem öncesinde, hem de sonrasında…
Kişi, Müslüman olmasa da, doğuştan getirdiği güzellikleri (fıtrat) ve toplumun ortak vicdanının kabul ettiği ortak iyileri (maruf) korumalı.
Korumalı ki insanca iletişim, insanca ilişki kurabilelim. Müslüman olmasa da, saygı, hak, adalet ve merhamet gibi değerlere sahip çıkmalı ki toprak, daha üst değerlere, vahyin sunduğu değerlere uygun hale gelsin.
Kendini dindarlığa nispet edenlerden bazılarının bu değerlerle pek ilgisi kalmayınca, İslami değerlere de ayak direyince, yol ayrımının netleştirilemediği ve yolların birbirine girdiği durumlarda muhataplarımızı önce insan olmaya çağırmak, en insanca olanı…
İslam’ın içinde bu değerler yok mu? Elbette var… Ahlak, saygı, hak, adalet ve merhamet, İslam’ın içinde; hem de güçlü bir bilince, kararlı bir tercihe, köklü bir vicdana dayanıyor. Ancak aşırı şekilci/kalıpçı, aşırı kuralcı, aşırı ayrıntıcı dini anlayışlar ve yaklaşımlar, gerçek dini de, gerçek dindarı da nefes alamaz konuma getirmiştir.
İslam’ın dışında bu değerler yok mu? Elbette var… Ahlak, saygı, hak, adalet ve merhamet, kimsenin tekelinde değil. Zaten, ancak bu değerleri yaşatanlarla barış içinde yaşayabiliriz.
İçerdekilere söylüyoruz. Kendini içerde olduğunu zannedenlere de… Şekilci, kalıpçı, gösterişçi dindarlığa söylüyoruz, din bu değil… Gerçek din; mantıklı seçimlere ve özgür iradeye dayanır; duyguları ve vicdanı harekete geçirir; kula kulluğa karşı çıkar; kimseyi putlaştırmaz; kibirsiz, riyasız, yalansız, talansız olur; hak, adalet ve merhamet duygusuyla ayakta durur.
Kimine göre bunlar, bilindik tekrarlar. Ama bunlar olmadığı için bu sıkıntıları yaşıyoruz. Onlara göre bunlar, artık birer hayal, bir ütopya… Bunların gerçekleşmesi mümkün değil. Hırsıza göre, nasıl ki herkes hırsız… “Bir tek ben mi çalıyorum, herkes çalıyor.” Yalancıya göre, herkes yalancı… “Bir tek ben mi yalan söylüyorum, herkes yalan söylüyor. Yalan söylemeyen var mı?” diyor. Onlara göre insani ve ahlaki değerler, birer fantezi… İyi de bunlar yoksa, insanlık yok demek.
Dışarıda görünenlere, küsenlere, küstürülenlere, dışlananlara, aforoz edilenlere, kenar mahalleye itilenlere, selam verilmeyenlere, insan yerine konmayanlara, sırf sesli düşündüğü ve saçmalıkları sorguladığı için yol gösterilenlere, bilmediği için tavır alınanlara, din adına yapılan saçma sapan uygulamalardan dolayı yolunu değiştirenlere seslenmeyelim mi? Ne diyelim onlara?
İslam bu değil, o değil, öteki de değil…
Peki, hangisi?
Ya din adı altında insanlıktan çıkanlar?
Onlar da günahkar, gafil kullar mı diyelim?
Ne diyelim? Yorulduk, o değil, bu değil demekten…
“Önce insan ol” denilenler, insanlıktan çıkanlardır.
Bir türlü insanlıkta karar kılamıyoruz.
Ya insanüstü iddialarda bulunuyoruz; ya da kendimizi insana yaraşmayacak hallere sokuyoruz; akılsız, iradesiz bir kuklaya dönüşüyoruz.
Prof. İhsan Fazlıoğlu, 30 Kasım 2015 tarihli Twitter paylaşımında şunları söylemiş:
“Bu Ülke’de kendinden bir üst rütbedekini tanrı, bir alt rütbedekini de köle olarak görmekten vazgeçilmedikçe, kimse kimseyle istişâre etmez.”
Üst mertebede tanrı (!) gibi davranan, köle gördüğü kişiyle konuşmaz. Kölenin görüşü sorulmaz; köleye insan muamelesi yapılmaz.
Hepimize insanlık yeter; daha altı ve üstü bozar. İnsanlıktan çıkmamak lazım.
İnsan olmayı küçümsememek lazım.
Elçiler, hem gerçekten içerde olanlara, hem kendini içerde zannedenlere, hem de dışarıdakilere seslenmişlerdir.
Yaratıcıyı, dini ve kitabı reddedenler de duysun ki insani ve ahlaki değerlerin istismar edildiği yerde, muhataplarımızı insanlıktan çıkmamaya davet ediyoruz.
Gerçekten içerde olmayan kişileri, bir arada insanca yaşamak için önce insan olmaya davet ediyoruz.
Kendilerine gelmeye, kendilerine dönmeye davet ediyoruz.