Bilgiye Ne Kadar Değer Veriyoruz?
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (39Zümer/9)
İnsanlar yaşamları boyunca bazı inançların, düşüncelerin ya da eylemlerin tarafında, bazılarının da karşısında yer alırlar. Bazılarını şiddetle savunurken bazılarına karşı tarafsız kalırlar. Bunun sonucunda var olan inanç, düşünce ya da olaylara karşı bir duruş ortaya koyar; kendi tepki, tutum ve davranışlarını oluştururlar.
Çocukluktaki fikirlerimiz çoğunlukla aile ya da arkadaş eksenlidir. Büyüdükçe birçok farklı fikir ve inançla karşılaşırız. Arkadaşlarımızdan, okuduğumuz kitaplardan, televizyon programlarından ya da internetten… Nerede karşılaştığımızın ya da kimden duyduğumuzun pek de bir önemi yoktur aslında. Önemli olan farklı fikirlere karşı tavrımızın nasıl olacağıdır? Onları ele alırken kullanacağımız kriterler neler olabilir?
Farklı fikirler karşında nasıl bir tutum sergileyeceğimiz, kendi fikirlerimizi nasıl oluşturduğumuzla yakından ilişkilidir. Bir şeylere taraf ya da karşı olurken; sorgulamadan, “biz babamızdan böyle gördük” mantığı içerisinde mi hareket ediyoruz? Yetişkinken bile, fikir sahibi olurken ailemizden aldığımız mirası mı sürdürüyoruz? Ya da çocukluktaki “baba” figürünün yerini, yine benzer şekilde sorgulamadan onaylayacağımız başka figürlerle mi doldurduk? Kendimize yeni babalar, efendiler, abiler, ablalar mı edindik? Çocukluğumuzda sadece bireysel ihtiyaçlarımızda değil fikirsel açıdan da bazı kişilere bağımlı iken, bu bağımlılığı ya da kişi merkezli bakış açısını sürdürüyor muyuz?
Eğer böyleyse, ki büyük çoğunluğun böyle olduğu kanaatindeyim, farklı fikirlere karşı tavrımız oldukça sert, kalıpçı ve önyargı ile olacaktır. Konu ile ilgili bilgi edinmeden, dinlemeden, mesajın özünü anlamadan, muhalif her görüşü reddetme ile sonuçlanacaktır. Burada ölçü alınan figür “baba” da olsa aynıdır, başka koşulsuz olarak bağlanılan bir “efendi, abla, abi, şeyh, evliya, pir” diye isimlendirilen kişiler de olsa aynıdır. Çünkü birine bağlı ya da bağımlı olan kişi özgür değildir, olamaz. Onların ekseninde düşünür. Onların doğruları kendi doğruları, onların yanlışları kendi yanlışlarıdır. Böyle bir bağlılıkta akıl saf dışı edilmiştir.
Din konusunda benzer bir tavır içine girip; sorgulamayan, akletmeyen, dinlemeyen, ne gördü ise onu izleyen kişileri Allah şu şekilde uyarmıştır:
“Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” (2Bakara/170)
Kendi düşünce ya da fikirlerini, kişi merkezli değil de bilgi ve değer merkezli oluşturanlara gelince, bunlar için farklı fikirler, ne hemen kabul edilecek ne de hemen reddedilecek bir değer taşır. Kendilerini bir yere ya da bir kişiye bağımlı hissetmezler. BİLGİYE DEĞER VERİRLER. Dinlerler, tam bilgi edinirler, sorgularlar; sonucunda ise eğer varsa, doğru olduğunu düşündükleri kısmı alır, yanlış olduğunu düşündükleri kısmı reddederler. Ancak neyi neden kabul ettiklerini ya da neyi neden reddettiklerini bilirler. Çünkü bu, bilinçli bir kabul ediş ya da bilinçli bir reddediştir.
Karşılaştığımız farklı fikir ve görüşlerle ilgili Allah şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (39Zümer/18)
Dinlemek, kabul etmek anlamına gelmemelidir. Önemli olan şey bilgidir, doğru ve kesin bilgidir.
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (17İsra/36)
Kesin bilgi sahibi olmak; dinleme, gözlemleme, sorgulama ve iyi-saf bir niyetle araştırma ile mümkündür. Kıskançlık, kibir, gösteriş, kompleks, kapris gibi özellikler önümüzdeki verileri doğru bir şekilde değerlendirip doğru kararlar vermeye engel olur. Karşılaştığımız bilgileri değerlendirmede temel bir ölçüt olarak iyilik, doğruluk, adalet gibi evrensel ilkeler ve değerler kullanılabilir. Ayrıca bir bilgiyi bilgi yapan sağlam delillerle temellendirilmiş olmasıdır. Yoksa bilgi sandığımız şey, zandan ya da dedikodudan öteye geçemez. Zan ise, hakikatten yana hiçbir değer ifade etmez.
“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.” (10Yunus/36)
Yukarda da belirttiğim gibi, doğru ile yanlışı ayırt etmede kullanılacak ölçüt, sağlam delillerle temellendirilmiş; akılla, evrensel ilke ve değerlerle uyumlu bilgi ya da bilgiler olmalıdır. Bir fikri ya da düşünceyi savunan kişilerin sayısı, fiziği, ses tonu, ne kadar etkileyici konuştukları, mevkisi, maddi durumu, yaşı, giyimi gibi etmenler, o fikrin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda bir değer ifade etmez. Taraf ya da karşıt olurken sadece bunları dikkate almak, aldatıcı bile olabilir.
Karar vermede delilin önemini Allah şöyle vurguluyor:
“Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz? Yoksa sizin açık bir deliliniz mi var?” (37Saffat/154-156)
Doğru ya da yanlışları kafa sayısına göre belirlemek, değerlerin altüst olmasına yol açabilir:
“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (6En’am/116)
Özetlemek gerekirse; düşünceler, fikirler, inançlar ya da olaylar karşısında sağlam bir duruş sergilemek şunlara bağlıdır:
– Saf-temiz bir niyete sahip olmaya
– Adalet, doğruluk, dürüstlük gibi evrensel ilke ve değerleri dikkate almaya
– Sağlam delillerle temellendirilmiş bilgiye değer vermeye
– Kişi merkezli değil değer merkezli düşünmeye