Din Konusunda Aklı Kullanmanın Önündeki Engeller

Aklın en fazla geri plana itildiği, sorgulamanın en az gerçekleştiği konuların başında din gelmektedir. İyi okullara girmek, iyi bir kariyer sahibi olmak, para kazanmak veya bazı menfaatleri elde etmek için senelerce aklını kullanan, okuyan, düşünen insanlar; din konusunda tam bir akılsız gibi davranabilmektedir.

Bir eşya satın alırken kullandığımız kadar bile din konusunda aklımızı kullanmıyoruz. Örneğin, bilgisayar alırken birileri, şu model iyidir, bunu al dese; onlara güvenmemiz için bu yeterli olmaz. KANIT isteriz: İşlemcisi kaç çekirdektir, hard diski kaç gb’tır, batarya ömrü kaç saattir, işlemci hızı kaç ghz’dir, gibi onlarca soru sorarız. Çok sayıda farklı bilgisayarın özelliklerini inceleriz, kullananların yorumlarını okuruz.  Ancak konu DİN olunca, her duyduğumuz hikâyeye bir anda inanıveririz. “Biliyor musun, bir gün peygamberimiz şunu şunu yapmış” derler ya da  “şu çok günahmış”, “kıyamet yaklaşınca şunlar şunlar olacakmış”, “şu duayı şu kadar kere okuyunca şu hastalığa iyi geliyormuş”, “şu hazret çok mübarek bir insanmış, şu türbede dua edince her dileğin gerçekleşiyormuş” derler; sormayız, nerede yazıyor, nereden öğrendin diye…  Allah’ın verdiği aklı her konuda kullanırız da bir tek din konusuna gelince tam bir akılsız kesiliriz.

Hayatımız boyunca yüzlerce kitap okuruz. Sadece okul hayatında bile her ders için günlerce çaba harcarız. Pisagor teoremiyle ilgili soru çözerken saatlerce kafa patlatabiliriz. Bir dil öğrenmek için kursa yazılır, her gün 3-5 saat aylarca onun için emek harcayabiliriz. SBS (TEOG), ÖSS (YGS/LYS), KPSS, TOEFL, ALES, YDS sınavları için harcadığımız emek toplamda seneleri bulur. Ancak ömrümüz boyunca Allah’ın gönderdiği 600 sayfalık bir kitabı okumaktan ve incelemekten yüksünürüz.

Peki neden böyledir? Neden din konusu, aklın en fazla geri plana itildiği, sorgulamanın en az gerçekleştiği, doğrusunu anlamak için en az emeğin sarf edildiği konuların başında gelir? Bu durumun en önemli nedeni, kuşkusuz din konusunda aklı kullanmaya, sorgulamaya ve araştırmaya ihtiyaç duymayışımızdır. İhtiyaç duymuyoruz çünkü dini bilgi ve kabullerimizi doğru bir temele dayanan, sağlam kanıtları olan bilgilerle değil; başka yollarla elde ediyoruz.  Din konusunda aklı kullanmanın önündeki engeller olarak şunları sıralayabiliriz:

1. Atalar kültü:

Babamızdan, dedemizden gördüğümüz bilgi ve uygulamaları, din konusunda öncelikli kaynak olarak kabul etmek; aklı kullanma ve sorgulamanın önündeki en büyük engellerden biridir. Çünkü atalarımızdan gördüğümüz geleneği devam ettirmek için bir sorgulama, düşünme, araştırma sürecine girmeye gerek yoktur. Var olanı tekrar etmek ve görülen şeyleri taklit etmek yeterlidir.

Atalar kültü, din konusundaki yanlışların devam etmesi ve hatta nesilden nesile aktarılmasının en önemli nedenlerinden biri olagelmiştir. Allah bu konuya dikkat çeken şu ayetleri indirmiştir:

“Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız” derler. Ya ataları, akıllarını kullanmamış ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” Bakara 170

Bütün toplumlar için, atalarından gördükleri gelenek değerlidir. Bu gelenek içerisinde iyi, güzel, doğru örf ve adetler de vardır. Geleneği sorgulamak derken, elbette ki geleneğin tamamen kaldırılmasını, hiç dikkate alınmamasını kastetmiyorum. Ancak bu gelenek içerisinde, İslam’dan zannedilen ve kitaba aykırı pek çok yanlış inanç ve uygulama da vardır. Kimi pagan adetler ya da başka birtakım senkretik unsurlar da geleneğin içerisine karışmıştır.  Dolayısıyla İslami olanla olmayanı ayırt etmede, akıl ve Kuran bir ayraç görevi görmelidir. Bu ise ancak Kuran’ın mesajlarının iyi anlaşılması ile mümkün olabilir. Din öğrenilirken öncelikle geleneği temel almak, Kuranı ise bir sevap kazanma aracı ya da mezarlık kitabına indirgemek, onun bu ayraç özelliğinin oluşmasına engel olmaktadır.

“Allah’ın yanı sıra kulluk ettikleriniz, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Yusuf 40

Bu ayette de vurgulandığı gibi, insanlar delil aramaksızın körü körüne atalarını izlediklerinde, bu durum onları Allah’ın yanı sıra başka ilahlara kulluk etmeye kadar götürebiliyor.  Allah bu ayette çıkış yolundan da söz etmiştir. “Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir” sözünden, “eğer onlar Allah’tan bir delil arasalardı; böyle bir hataya düşmeyeceklerdi” sonucunu da çıkarabiliriz.

2. Kişi merkezli dini anlayışlar:

Bazı insanları aşırı derecede yüceltip onlara insanüstü nitelikler atfetmek ve onlar ne derse doğru kabul etmek; aklı bağlayan, güdükleştiren nedenlerden biridir. İslam dini, kişi merkezli değil, ilke merkezli bir dindir. Din konusunda kim söylerse söylesin; sözün doğruluğunu belirleyen şey; doğru bir kaynak ile temellendirilip temellendirilmediğidir.

Bir takım insanları şeyh, evliya, gavs, pir vb şeklinde isimlendirmek ve onların havada uçtuğu, denizde yürüdüğü, aynı anda 2-3 yerde birden bulunabildiği, insanların içini okuyabildiği, çağrıldıklarında doğaüstü bir şekilde yetişip insanları kurtardığı, Allah’ı gördüğü ve onunla konuştuğu gibi efsaneler türeterek, onları nerdeyse bir yarı tanrı konumuna getirmek, aklı kilitleyen anlayışların başında gelmektedir. Böyle insanlar söz konusu olduğunda akla da kitaba da gerek kalmamaktadır, hatta haşa Allah’a bile…

Onlar Allah’la konuşuyorsa, kitaba kim ihtiyaç duyar ki?

Onlar her an her şeyi görüyorsa ve içimizi okuyabiliyorlarsa, Allah’tan önce onlardan korkulmaz mı?

Onlara “yetiş” dediklerinde, nerede olurlarsa olsunlar yetişip insanları kurtarıyorsa, Allah’tan önce onlara dua edilmez mi?

Onlar tüm bu üstün özelliklere sahip olduğuna ve bu doğaüstü hadiseleri gerçekleştirebildiğine göre biz kimiz? Haddimize mi aklımızı kullanalım, düşünelim! Onlar bizim yerimize düşünürler, karar verirler. Ne demişler, “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.”

“Mürit, şeyhinin önünde, ölü yıkayıcısının önündeki ölü gibi olmalıdır” anlayışı böyle bir düşüncenin eseridir. İşte bu anlayış, akıl sahibi binlerce/milyonlarca insanı, efendisi için her şeyi yapmaya hazır, akılsız robotlara dönüştürebilmektedir. İnsanlık için ne büyük bir kayıp! Ve İslam’a yapılan ne büyük bir kötülük! İslam’a düşman olanlar bile uğraşsalar, ona bu denli büyük bir zarar veremezlerdi.

3. Kalıpçı-şekilci dini anlayışlar:

Toplumda dindarlık, genellikle bir takım söz ve davranış kalıplarının yerine getirilip getirilmemesi ile ölçülür. Bir kişi, “iyi günler” yerine “hayırlı günler”; “merhaba” yerine “selamün aleyküm” diyorsa, altın yüzük yerine gümüş yüzük kullanıyorsa, “Allah razı olsun” cümlesini ağzından düşürmüyorsa, tuvalete sol ayakla giriyor yatarken hep sağ tarafına yatıyorsa, namazını kılıyor, orucunu tutuyorsa dindar kabul edilir. Bunları söyleyen ve yapan kişiler de kendilerini dindar olarak kabul ederler. Ancak doğruluk, dürüstlük, sorumluluk, alçak gönüllülük, merhamet ve hoşgörü gibi ahlaki özellikler, doğru bilgi ve doğru inanca sahip olmak; her zaman bu söz ve davranış kalıplarının yerine getirilmesiyle doğru orantılı değildir.

Din sadece kalıplaşmış söz ve davranışlara indirgendiğinde, din konusunda aklı kullanma minimuma iner. Çünkü kalıp bir takım söz ve davranışları yerine getirmek için görülen/duyulan şeyleri tekrar ve taklit etmek yeterlidir.

Peki, gerçekte de dindarlığın belirtisi, sözler ve davranışlar değil midir? Evet, elbette ki öyledir… Ancak “kalıp” sözler ve davranışlar değil… Kişinin ahlakının ve karakterinin bir yansıması olan; duruma göre, doğaçlama gelişen; ezberden değil kendiliğinden oluşan sözler ve davranışlar…  Kişinin, ailesine karşı ya da yardıma muhtaç insanlar karşısında, haksızlıklara şahit olduğunda, kendi menfaati ile adalet arasında bir tercih yapması gerektiğinde sergilediği tutum, söz ve davranışlar…

Allah’ın emrettiği, şekilsel unsurları da olan, namaz, oruç gibi ibadetlerin amacı da, kişiyi doğru, dürüst, yardımsever, erdemli insan haline getirmektir. Oruç sadece aç kalmak için değildir. Namaz sadece eğilip kalkmak ve anlamadan bir şeyleri tekrar etmek için değil… Kuran, hiçbir şey anlamadan Arapça kelimeleri seslendirmek için değil… Din, insanları iyi-doğru-sağlam karakterli hale getirmek; topluma barışı, güvenliği ve huzuru egemen kılmak için vardır. Dindeki bütün sınırlar, emirler, yasaklar ve tavsiyeler bunun içindir. Bu emir ve yasakları dikkate alırken, asıl özden/amaçtan kopmamak gerekir.

Oruç bir eğitimdir; kişiyi disipline eden ve diğer insanlarla empati kurmasını sağlayan… Namaz, Allah’a teşekkür etmek içindir, onu anmak için, ondan yardım istemek ve bu şekilde hayatın zorluklarıyla baş edebilmek için… Namazı amacına uygun olarak kılan kişi; uğurlu kalemlere, okunmuş pirinçlere, türbelere, büyücülere ihtiyaç duymaz. Kuran, bir başucu kitabı, bir kılavuzdur; İslam’ı öğreten, peygamberlerin yaşamlarından kesitler sunan, öğütler veren… Din ancak bu şekilde anlaşıldığında, akıl, kritik düşünme, vicdan ve ahlak devreye girer.

Dini sadece şekilsel ve kalıpsal olarak ele almak, bu şekilde içi rahatlatmak; ancak düşünce, ahlak ve karakter yapısının değişip düzelmemesi… Bu Kuran’ın öngördüğü bir durum değildir. Din insanları dürüst, çalışkan, alçakgönüllü, merhametli, duyarlı, edepli, olgun, özverili, onurlu, fedakar hale getirmelidir; getirmiyorsa hangi davranış kalıbı yerine getirilirse getirilsin, o gerçek dindarlık değildir.

Din salt birtakım şekilsel unsurlar düzleminden anlaşılırsa; aklın bir kenara itilmesinin yanı sıra; ibadetlerin insana kazandıracağı ahlaki özelliklerin oluşması, İslam’ın öngördüğü dürüst kişiliğin ve barışçıl toplumun meydana gelmesi pek mümkün olmayacaktır.

4. “Çoğunluğu” kılavuz edinmek:

Din konusunda aklı kullanmaya engel olan nedenlerden biri de, temel referans olarak insanların çoğunluğunu dikkate almaktır. Bir konuda genel kanaat ne ise ya da çoğunluk nasıl inanıyorsa; o yönde bir düşünce ve inanca sahip olmak için aklı kullanmaya lüzum yoktur. Kalabalıklar ne diyorsa onu tekrar etmek, neye karşı çıkıyorsa ona karşı çıkmak, ne tarafa gidiyorsa o tarafa savrulmak… Bu anlayıştaki kişiler; düşünmek, sorgulamak ve araştırmak bir tarafa; düşünen, sorgulayan kişileri “bu kadar kişi yanlış mı biliyor” diyerek engellemeye çalışırlar.

Aşağıdaki ayetlerde, tam da bu konu ile ilgili değerlendirmeler bulunmaktadır.

“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” En’am 116

“İnsanların çoğu şükretmez.” Bakara 243

“İnsanların çoğu inanmaz.” Hud 17

“İnsanların çoğu bilmez.” Yusuf 40

Bu ayetlere göre insanların çoğu bilmez, inanmaz, şükretmez, Allah yolundan saptırır… Dolayısıyla kılavuzun “çoğunluk” olması, yüksek olasılıkla yanlış yolları tercih etmeye neden olacaktır.

Ayrıca şu herkesin bildiği bir gerçektir ki, insanların çoğu tembelliğe yatkındır, kolayına geleni seçer, delile dayalı bilgiye değil etkileyici / büyüleyici sözlere itibar eder.

Bu kadar çok kişi söylüyorsa ve bunca yıldır inanılıyorsa, böyle bir bilgi veya uygulamanın yanlış olması mümkün değildir derseniz; düşünmezsiniz, sorgulamazsınız, araştırmazsınız.  Bu anlayışa sahip bir kişi, şayet Hıristiyan bir ailede doğmuş olsaydı, muhtemelen onun birincil savunucusu olurdu. Kiliseyi, onun akılla ve İncillerle çelişen öğretilerini sorgulamaz, dolayısıyla da ortada bir tutarsızlık göremezdi. Bunca insan inanıyorsa doğrudur, der geçerdi. Oysa kafasını kaldırıp bir baksa, kilisenin sunduğu öğretilerin, İsa’dan 300 yıl sonra Hıristiyan din adamları tarafından yapılan konsillere dayandığını, onların kökeninde de başından beri İsa’ya düşman olan Pavlus olduğunu görebilirdi. Kilisenin sunduğu temel inanç esaslarının, Kitab-ı Mukaddes bile aykırı olduğunu görebilirdi. Bunu fark edebilenler çok azdır. Çünkü gerçekten düşünenlerin ve araştıranların sayısı çok azdır.

5. Ruhani-puslu ortamların, özel bir takım giysi, duruş ve tepkilerin insanları büyülemesi, sorgulamaktan korkar hale getirmesi… Kutsal korku…

Din; doğru bilgi, ahlak ve davranıştan ziyade,  yalnızca bir etkilenim olarak algılandığında; aklı devre dışı bırakmak kaçınılmaz olmaktadır.  Din denilince genellikle ruhani atmosferler, duygusallık, anlaşılmaz-belirsiz puslu sözler, korku, kutsallık hissi, sorgulanamayan, dokunulamayan, tabulaştırılan konular vs. akla gelir. Bütün bunlar için, aklı kullanmak, düşünmek, sorgulamak değil; hissetmek ve etkilenmek yani bir nevi büyülenmek gerekir.

Ortamın ruhaniliği, din konusunda konuşan kişilerin özel giysileri, ses tonu, oturuş şekli, diğer insanların onlara inanılmaz bir saygı göstermesi; bu büyüleyici atmosfer, insanları etkileyen, bir taraftan da korkutan önemli bir unsurdur. Böyle bir ortamda, yapılan ya da söylenen herhangi bir şeyi sorgulamak, bütün bu büyüyü bozacağı için hoş karşılanmaz, ayrıca bundan korkulur da. Çünkü din, doğru bir yaşam şeklinden ziyade; gizemli, sırlı, büyülü, anlaşılmaz hisler, düşünceler, eylemler olarak algılanır olmuştur. Bu algıda ise akla yer yoktur. Oysa din, bu anlaşılmaz şeyleri hissetmek ya da onlar üzerinde kısır döngü konuşmalar yapmak değildir. Din insanların kafalarını bulandırmak için değil; kafalarını açmak, netleştirmek, doğruyla yanlışı daha net ayırt edebilmelerini sağlamak, onlara doğru bir yaşam şekli sunmak, toplumlara barışı, adaleti, huzuru egemen kılmak için vardır.

Din konusunda söylenen sözler; etkileyici olup olmamasından ziyade, doğru bir bilgiye, sağlam kanıtlara dayanıyor mu, doğru bir yaşam şekli sunuyor mu, insanlara barışı, adaleti, huzuru getiriyor mu diye sorulmalıdır.  Herhangi bir dini ayinde, oluşan ruhani atmosferden etkilenip, yapılanları hiç sorgulamadan doğru kabul etmek… Eğer bu kabulleniş bir delile dayanmıyorsa,  bu apaçık bir büyülenmedir. Hinduizm’den Hıristiyanlığa kadar bütün dinlerin ayinlerinde ruhani bir atmosfer vardır. Allah’tan başka birine tapıldığında dahi… Çünkü özellikle kişi merkezli dini anlayışlar, gücünü doğruluktan değil; gizemden, ruhanilikten, etkileyicilikten alır. Hatta insanların bu zaafını bilen pazarlamacılar, reklamlarda benzeri bir yöntem kullanırlar. Satmak istedikleri eşyaların yanına, insanları etkileyen, büyüleyen bir takım unsurlar yerleştirirler ki, otomatikman onlarda satılan eşyaya karşı olumlu hisler oluşsun. Reklamların çoğu, insanların aklına değil hislerine hitap eder. Etkileyicilik ön plandadır. Çünkü insanlar etkilendiklerinde yani büyülendiklerinde soru soramazlar, nedenini bilmedikleri olumlu hisler yaşarlar ancak bu hisler çoğunlukla aldatıcıdır.

6. Metafiziksel korkular:

İnsanlar din konusunda konuşmaktan, yorum yapmaktan, soru sormaktan korkmaktadır. Hatta bu korku, Kuran okumak konusunda da gerçekleşmektedir. Ne olur ne olmaz, çarpılırız, hiç dokunmayalım anlayışı, Kuran’a değer vermekten çok onu tabulaştırmaktan kaynaklanan bir durumdur.

İlkellerdeki totem, tabu, fetiş gibi inançların benzerleri, hangi dinden olursa olsun pek çok insanı etkiliyor. Özellikle kutsallaştırılan bazı nesnelerde, bu dünyadan olmayan bir mânâ, bir ruh olduğuna inanılması;  onların insanları doğaüstü bir şekilde koruyacağına ya da zarar vereceğine dair inanç bunu göstermektedir. Hatta kendini dindar olarak tanımlamayanlarda bile birtakım eşyaların, sayıların, mekanların uğurlu veya uğursuz kabul edilmesi bir fetişizm örneği olarak kabul edilebilir.

Kuran’a fetiş muamelesi yapmamak gerekir. Kutsal olan, Kuran’ın kağıdı ve mürekkebi değil, mesajıdır. Çünkü mesajı hayati bir öneme sahiptir. İnsanlara doğru bir yaşam sürmeleri için kılavuzluk yaparken; toplumlara barış ve adaletin gerçekleşmesinin yollarını gösterir. Dini kullanarak insanları sömürenleri ve onlara zulmedenleri durduracak olan belki de tek şey, onun mesajıdır. Ama ne yazık ki, onun kağıdına ve mürekkebine, mesajından daha çok önem veriliyor. Kılıflara konup duvarlara asılıyor, belden aşağı tutulmuyor, abdest almadan dokunulmuyor. Okunuyor, ezberleniyor ama bir cümlesi bile anlaşılmıyor. Cümlelerin manası değil, onları seslendirirken çıkan ses kutsallaştırılıyor.  Eğer onun mesajı önemsenseydi, anlamına değer verilirdi. Duvarlarda değil masalarda tutulurdu, çantalarda taşınırdı. Bir başucu kitabı haline getirilirdi. Gerektiğinde altı çizilir, yanına notlar alınır, çok okunmaktan kenarları yıpranırdı belki ama hayatın içinde olurdu. Böyle olsaydı eğer, insanlar Kuran’dan değil, yanlış-kötü şeyler yapmaktan korkarlardı.

7. Akıl konusundaki uydurmalar, yanlış inançlar

Dinde aklın yerinin olmadığı, aklı kullanmanın şeytan işi olduğu yönündeki hurafeler de sorgulama ve düşünmenin önündeki ciddi engellerden biridir. Normalde düşünen, aklını kullanan, eğitimli insanların bile din konusuna gelince kendilerine kutsal(!) bir kişilik belirleyip koşulsuzca ona bağlanmaları ve o ne derse doğru kabul etmeleri nasıl açıklanabilir?

Özellikle kişi merkezli dini anlayışlarda, dinin merkezinde şeyh, evliya, gavs, kutup olarak isimlendirilen bir takım şahıslar yer alır. Bu şahısların insanüstü özellikleri olduğuna ve doğaüstü bir takım hadiseleri gerçekleştirebildiklerine inanılır. Bu şahıslara tam bağlılık esastır. Onlara soru sormak ya da itiraz etmek bir tarafa, onların huzurundan çıkıp giderken geri geri gidilir, onlara arka dönülmez, ibadet ederken onların suretleri göz önüne getirilir. Onlara tam bağlılık gösteren ve hizmet eden kişilerin derece derece yükseleceklerine inanılır. İşte böyle bir anlayış için akıl kötüdür, yoldan çıkarıcıdır. Çünkü aklını kullanan, okuyan, düşünen kişiler; şahısları yüceltmeye dayanan ve onlara mutlak itaati esas alan anlayışları uzun süre benimseyemez.

Bunların dışında, genel bir kanaat olarak aklı ve dini birbirine alternatif olarak gören insanlar azımsanmayacak kadar çoktur. Dindar olup da böyle düşünenlere şunu sormak gerekir: Akıl da vahiy de Allah kaynaklıdır, nasıl birbiriyle çelişebilir? Tabii ki akıl derken, insanların menfaatleri doğrultusunda edindikleri keyfi görüşlerini kastetmiyorum. Elbette ki aklı tek kılavuz olarak kabul etmeyi de kastetmiyorum. Çünkü herkesin bildiği gibi, insanın zaafları, menfaatleri, ahlaki dejenerasyonu aklını kullanmasını da kötü bir şekilde etkileyebilir. Ya da insan, aklıyla karar verdiği bazı konularda emin olamayabilir.  İyilik yaptığı birinden kötülük görünce, yaptığı şeyin doğruluğunu sorgular hale gelebilir. Ama zaten vahiy de bunun için vardır. İyi, doğru şeylerden emin olalım, onları kimse zaafları ve menfaatleri doğrultusunda değiştiremesin, ne yaşarsak yaşayalım doğruluktan vazgeçmeyelim ve bu konuda sapasağlam tutunduğumuz bir kulp olsun diye…

Dindar olmayıp böyle düşünenlere; yani dini, akıldışı olarak gördükleri için ona mesafeli yaklaşanlara ise şunları sormak gerekir: Ne kadar araştırdınız? Örneğin Kuranı ne kadar biliyorsunuz? Bilmeden körü körüne kabul etmekle, bilmeden körü körüne reddetmek arasında bir fark var mıdır? Akıldışı olarak gördüğünüz, gericilik olarak nitelediğiniz şeylerin ne kadarı gerçekten Kurana dayanıyor? Dindarları, dincileri eleştiriyorsunuz. Oysaki onlara mutlak bir güveniniz var. Çünkü dinin, onların anlattığı gibi olduğuna inanıyorsunuz. Hiç onlardan bazılarının yanılmış olabileceğini düşünmüyorsunuz.

Aşağıda Kuran’ın aklı kullanmaya, düşünmeye ve sorgulamaya bakışını ortaya koyan ayetlerden kesitler verilmiştir:

Kuranda “akıl” ve “düşünme” kavramlarının geçtiği ayetler:

“Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (e fe la ta’kilun): Bakara 44, Al’i İmran 65, En’am 32, A’raf 169, Yunus 16, Hud 51, Yusuf 109, Enbiya 10, Enbiya 67, Mü’minun 80, Kasas 60, Saffat 138

“Aklınızı kullanasınız diye…”: Bakara 73, Bakara 242, En’am 151, Yusuf 2, Nur 61, Mü’min 40, Zuhruf 3, Hadid 17

“Aklını kullanan bir topluluk için…”: Bakara 164, Ra’d 4, Nahl 12, Nahl 67, Ankebut 35, Rum 24, Rum 28, Casiye 5

“Eğer aklınızı kullanırsanız…”: Al’i İmran 118, Şuara 28

“Onların çoğu akıllarını kullanmazlar”: Maide 103, Ankebut 63, Hucurat 4

“Bu, onların akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır”: Maide 58, Haşr 14

“Şüphesiz, Allah katında, yeryüzünde hareket eden canlıların en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir”: Enfal 22

“O akıllarını kullanmayanların üzerine bir pislik yerleştirir”: Yunus 100

Siz hiç düşünmez misiniz (e fe la tefekkerun): En’am 50

Siz hiç düşünmez misiniz (e fe la tezekkerun): Yunus 3, Hud 24, Hud 30, Nahl 17, Mü’minun 85, Saffat 155, Casiye 23

Onlar hiç Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? (e fe la yetedebberun): Nisa 82, Muhammed 24

“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” İsra 36

Bu ayetler çerçevesinde düşündüğümüzde, “Kur’an akla uygundur” ya da “onda aklı kullanmak kötülenmez” sözlerinin bile, İslam’ın aklı kullanmaya bakışını ifade etmede yetersiz kaldığını görüyoruz. Bu konudaki doğru ifadeler şunlar olmalıdır: Kur’an’da aklı kullanmak emredilmiştir, farz kılınmıştır O, en önemli buyruklardan, İslam’ın temel taşlarından biridir. Zira Müslüman olurken Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi ve Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğu bile akılla anlaşılmaktadır.

You may also like...

5 Responses

  1. Mehmet dedi ki:

    Merhaba istisnaları bilmem ama dinden çıkan çoğu insan zaten kuranı okuduğu için çıkmıştır, Kuranı bir erkeğin kabul etmesini anlayabilirim, ama bir kadını kabul etmesi anlaşılamaz geliyor, Kuranı okudu iseniz kadının dine göre ne kadar değersiz olduğunu görürsünüz, Eğer savundugunuz gibi dinin ne ise yaradigini kaçamak cevaplar vermeden anlamaya çalışacak olursak dinsiz ve dindar ülkelerin ne durumda olduğunu gorebilirsiniz. Aklını kullanmaya gelince kuranın indirildigi iddia edilen bölgedeki insan sayısını bile tam bilmemesi, dünyanın yuvarlak olduğundan bile haberinin olmaması . Ayet numarası vermiyorum okuduğunuzu söylediğiniz için bu ayetlerden haberiniz yoksa tekrar gözden geçirin bence, bir yaratıcı var olabilir, ama bunu din kitaplarında aramak, bizi yaratan güce saygısızlik diye düşünüyorum

  2. şahin dedi ki:

    peki sevgili kardeşim yaratanın kendini tanıtmak için bir uyarıcı ve bir kitap göndermesi kadar doğal ne olabilir

  3. Ekrem dedi ki:

    Bu sayfayı kim kurmuş ise, kimin emeği var ise , halen daha bu yola emek vermeye devam eden bu insanlardan Yüce Rabbim Her iki cihanda da razı olsun .. Bu kişileri Peygamberler ile birlikte haşr eylesin inşaallah.. Aminn

  4. Bir eşya satın alırken kullandığımız kadar bile din konusunda aklımızı kullanmıyoruz.
    Aklını kullanan insan; Eşyadaki özellikler ile vakıayı ilişkilendiren insandır.
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=848563408928395&id=100013242319421

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir