Üzüntü ve Kaygı Arasında İnsan

Psikoterapiye İslami Bakış

 Genel Kanılar

Dindar olunca psikoloğa gitmeye gerek yoktur anlayışı genel bir kanıdır. “Namaz kılan insanın terapiye ihtiyacı yoktur, inanan insanın hiç psikologla işi olur mu?”

İşin aslı, inancınızın size ne söylediğidir. Başınıza gelen şeylere KADER deyip, bunları olduğu gibi kabul ediyorsanız yaşadığınız şeylerin değişmesinin imkanı yoktur. Aile içinde herkesin her söylediğinizi yapması gerektiğini düşünüyorsanız, ciddi problemlerle yüz yüzesiniz demektir. İnsanların elde ettiği başarılar sizi sinirlendiriyor ve kıskandırıyorsa bunu da analiz etmeden çözmeniz mümkün değildir. Sürekli başkalarını suçluyor, kendinize dönmüyorsanız yine problemlerinizi çözmeniz mümkün değildir. Etkili iletişim yollarını araştırmıyor, sorunlara bilimsel çözümler bulmuyorsanız, kişisel hırslarınız problemleri daha da büyütecektir.

Her insanın kendine göre kabulleri ve dini algılayışları vardır. Her insanın farklılaşan inançları vardır. Bunları aile, gelenekler, dini algı gibi faktörler etkiler. Kuran’daki ayetlere baktığımızda ise, insan psikolojisi konusunda bugünkü psikolojinin söyledikleriyle paralel şeyler söylediğini görürüz.

 Değişirsen, değiştirirsin

Psikoterapi denince akla analiz ve değişim gelmelidir.  Psikoterapiye gelen kişinin bakış açısı incelenir.  Kişinin bakış açısındaki üzüntü veren çarpıtmalar görülmeye çalışılır. Kişinin başkalarıyla değil kendisiyle meşgul olmasını sağlanır. Çünkü insan sadece kendisi üzerinde irade sahibidir. Değişim kişide başlayan bir durumdur.  Siz değişirseniz, çevre kısmen değişir, değişmeyen şeylerin size zararı azalır. Sizin bakış açınız ve davranışlarınız değiştiğinde, gelen tepkiler ve yaşadıklarınız da doğal olarak değişecektir. Diğer yanda kendimizi değiştirmeden, aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklememiz doğru değildir.

 “Bu şundan dolayıdır ki, bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimetini değiştirmez ve Allah işitendir, bilendir.” (8 enfal 53)

“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (5 Maide 105)

Kendine dönen insan, kendi iradesindeki yanlışları düzeltebilir. Psikoloji buna yüzleşme der. Kendisiyle yüzleşebilen insan, yaşananları değiştirme cesareti gösterebilendir.

 “Kendine özeleştiri getiren nefse yemin ederim” ( 75 Kıyame 2).  “…Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.”( 53 Necm 32)

Sözü yerinde/doğru/güzel söyleyin

İnsan ilişkilerinde en büyük problemler iletişim problemleridir. İletişimin en doğru şekilde olması insan ilişkilerini sağlıklı ve sağlam hale getirecektir. Allah bizlere en doğru şekilde konuşmayı emreder. İnsanlar  kötülük yapsa bile siz en doğru şekilde konuştuğunuzda sonucunun iyi olacağını bilmelisiniz.

 “Hani İsrailoğullarından, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin” diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hâlâ) yüz çeviriyorsunuz.” (2 Bakara 83)

“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et”(16 Nahl 125) “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (41 Fussilet 34)

Kuruntulara Karşı Gerçekleri Görmek Gerekir

Psikolog ne yapar? Yaşanan sıkıntıları başlıklar halinde dinler. Sonra hayatın doğal akışına aykırı olan (çarpıtma) durumlarda konuyu irdeler. Objektif olmadığı görülen anlatımlarda kişinin neye dayandığını sorar. Örneğin “x kişisi beni sevmiyor” şeklinde bir düşüncede “Neden böyle düşünüyorsun?” diye sorar. Yorumların maddi delillere dayanıp dayanmadığını anlamaya çalışır.

İnsanların bir kısmı bir delile dayanmayan kuruntularının esiri olurlar. İnançta ciddi problemler oluşturan kuruntular, insan ilişkilerinde de büyük problemler yaratır. Allah ise kuruntulara karşı bize bilimsel bir yöntemi tavsiye eder: “…Kanıtınızı getirin”.

“Dediler ki: “Yahudi veya hristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez.” Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru sözlüyseniz, kesin kanıtınızı (burhan) getirin.” (2 Bakara 111)

 Kuruntular insan ilişkilerinde de kaygı ve korku şeklindedir. Bu kuruntular ileri düzeyde paranoya ve şizofreniye dönebilir.  Kuruntunun Kuran’daki karşılığı, vesvesedir. Kuruntular zihnimizi kaplamaya başladığında, işin doğrusunu düşünüp gerçeği görmek gerekir.

“Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman düşünürler sonra hemen gözlerini açarlar.” (7 Araf 201)

Düşünürler… O an içine düşmüş oldukları çarpıtmadan, gözlerini açıp kurtulurlar. O düşüncenin yanlışlığını karşıt delillerle çürütür ve bunun yanlış bir vesvese/iç kışkırtması olduğunu bilirler.

Hüzün ve Kaygı-Korku Arasında

Hüzün, kaygı ve korku insanın alarm sistemleridir. Vücut için harekete geçme motivasyonunu sağlar.

İnsanları üzen şeyler genellikle geçmişle ilgili şeylerdir. Üzüntünün hayatımızdaki işlevi, acıların bir daha yaşanmaması için gerekli tedbirleri almak için motivasyon sağlamaktır. Tecrübe de diyebiliriz buna. İnsan kendisini derinden etkileyen olayları bir daha yaşamamak/ bir daha yaşadığında daha az yara almak için harekete geçmeye ihtiyaç duyar. İşte üzüntü harekete geçmeyi sağlayan araçtır. Üzüntüyü verimli hale getirebilmek için insanlar kafalarında çözümler üretir, sorunu iyi analiz edebilirlerse benzer durumları rahatlıkla atlatabilir hale gelebilirler. Kendileri ve çevreleri için daha yararlı ve mutlu hale gelebilirler. Üzüntü bir tecrübe olarak kendilerine faydaya dönüşebilir.

Üzüntüler normaldir ancak günlük yaşantıyı aksatacak duruma gelmesi depresyondur. İnsanlar hayatlarının bazı dönemlerinde depresyon geçirebilir, derin üzüntüleri kendilerine zarar verecek veya yaşamlarını aksatacak duruma gelebilir. Depresyonun temel sebebi geçmişe takılıp kalmak, derin üzüntünün geçmemesi, kısır döngüye girmek, çözüm bulamamak, umutsuzluktur.

Yine üzüntü gibi kaygı da insanı harekete geçirmeye yarayan bir duygudur. Dozunda bir kaygı ve dozunda bir korku insanı çalışmaya teşvik eder. İlk insanları düşünelim, yarın aç kalma kaygısı, bugün tokken yarın yiyeceği yemeği bulmaya teşvik eder. Her an bir hayvanın saldıracak olması, insanı korunaklı bir sığınak yapmaya teşvik eder. Günümüzde de, gelecekte iyi bir iş sahibi olmak için çalışılan sınavlar hakkındaki kaygı, bir motivasyon kaynağıdır. Fakat zaten çalışan çabalayan bir kişinin hayatını etkileyen kaygı, bir bozukluktur. Çünkü kaygının çalışmayı teşvik etmesi beklenirken, çalışmayı ve başarmayı engelleyen bir faktöre dönüşmesi bir bozukluktur.

Günümüzde yaygınlaşan kaygı bozukluğu (anksiyete), panik atak gibi psikolojik hastalıklar birçok kişide farklı düzeylerde ortaya çıkmaktadır. Kaygı bozuklukları ve panik atak da aslında gerçeğin çarpıtılması sonucu ortaya çıkar. Gerçek olmayan korkular, gerçekte var olması düşük olan kaygılar sebebiyle insanlar fiziksel-psikolojik engellenmeler yaşar. Nefes darlığı, kalp atışlarında hızlanma, bayılacak gibi hissetme vb. Mide ve bağırsak hastalıklarının psikolojiye direk bağlı olduğu da bir gerçek. Bu psikolojik durumlar ileri düzeyde felç durumuna kadar sürükleyebiliyor.

Psikolojisi normal olmayan ve kaygı-korkularının esiri olan insanlar hem kendi bedenlerine hem de çevresindeki insanlara zarar verirler. Çevredeki insanları üzebilir, haksızlık yapabilir ve daha birçok probleme sebep olabilirler. Bildikleri doğrularla çelişir davranabilir, kötü davranışlar sergileyebilir ve bir süre sonra bu davranışlar onların karakteri haline gelebilir.

Özetle, bazı insanlar geçmişteki yaşadıklarını düşünmekten, bazıları ise gelecekte yaşayabileceklerini düşünmekten günlük yaşamlarının kalitesini azaltan/ zarar veren duygu durumlarının içine düşebilirler. Geçmişe takılıp kalanlar, sadece geçmişte yapılanları düşünür dururlar. Bazılar ise gelecek konusunda ciddi kaygı ve korkular yaşarlar. İnsanlar yaşamlarının bazı kritik dönemlerinde duygu ve düşüncelerinin esiri olarak psikoloğa ihtiyaç duyabilir veya inandığı bazı değerlerin hatırlatılmasına ihtiyaç duyabilir.

 Bugünde yaşayanlar, geçmişten ders alır ve gelecek için çalışırlar.  Ne geçmişe takılıp kalır, ne de gelecek konusunda büyük korku ve kaygılar yaşarlar. Zaman zaman üzüntü veya kaygının rüzgarına kapılır gibi olsalar da kendilerine gerçekleri hatırlatıp, telkin edip kendilerini düzeltebilirler. Bunu bazen sağduyulu akrabalar, dostlar da sağlayabilir. Bazen ise profesyonel bir destek olarak psikolog olabilir. Kuran’a göre bu duygu durumlarından kurtulmak için geçmiş konusunda tövbe etmek, hatalarını tecrübeye dönüştürmek ve kişinin kendisini düzeltmesi esastır. Gelecek konusunda ise Allah’a güvenmek gerekir. Bu sebepledir ki, Allah’ı hesaba katan insanlar geçmişe takılıp kalmaz, şu an elinden geleni yaptıktan sonra gelecek konusunu Allah’a bırakırlar. Dini literatürde buna tevekkül denir. Halk arasında,  “Eşeği sağlam kazığa bağla, sonrasını Allah’a bırak” denir. Gerekli çabalardan sonra, gereksiz kaygıya girmemek için tevekkül önemli bir ilkedir.

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” 10 Yunus 62

Sonuç olarak yanlış düşünce hem insanın zihnini, hem fizyolojisini, hem de toplumsal barışı tehdit eder duruma gelmektedir. Psikoloji bu noktada insanın zihni düzelterek aynı zamanda fiziksel ve toplumsal problemlere çözüm olur.

Öfke Problemleri

Toplumumuzda sıklıkla karşılaşılan bir psikolojik bozukluk ise öfke problemidir. Toplumda kabul ediliyor olması bu durumun bozukluk olduğu konusunu değiştirmez. Öfke, kişisel problemlerin yanı sıra toplumsal birçok probleme sebep olmaktadır. Aile ve toplum içinde şiddetin temel sebebi öfke problemleridir. “Bana öyle baktın” diye silah çekenler, eşine her tür eziyeti yapanlar, cinnet geçirenler… Her gün bu haberleri görüyoruz.

Allah bizlere der ki;

“Onlar (takva sahipleri) bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini kontrol edenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.” (3 Ali İmran 134)

Öyleyse Kuran ayetine baktığımızda “öfkeyi kontrol etmenin” çok önemli olduğunu görürüz. Allah’ın istediği insan profili, öfkesine yenik düşmeyen insandır. Bugün öfkeyi kendi yöntemleriyle kontrol edemeyenler, uzman desteği psikologlara gitmeli, yahut bu kişiler kendilerine terapi uygulamalıdır.

Öfke vücudumuzun bir alarmıdır. Bize bir şey söylemek için ortaya çıkar, bize vermek istediği mesajı görmemiz gerekir. Öfke kontrolü tedavisinde, öncelikle kişinin neye öfke duyduğu incelenir, böylece öfkenin kişiye ne demeye çalıştığı çözülebilir. İnsanların normal karşıladığı bir durum, bazıları için öfkelenecek bir durum olabilir. Çünkü öfke dışarıyla ilgili bir konu değildir, insanın içiyle ilgili bir konudur. Terapilerde, kişilerin öfkelendiği olayın kendileri için ne anlama geldiği önemlidir. Bu anlamlardan gerçekdışı olanları fark edip somut örneklerden yola çıkmak gerekir. Kişi bu anlamlardan kendisine dokunanın ne olduğuyla yüzleşmelidir.

Her insanın içinde yaraları vardır, düşünce kalıpları denen şemalar vardır. Eksiklikleri, kompleksleri, kabul edemediği düşünce yapıları vardır. Bunlarla yüzleşmeyen, kabul edip yanlış şemalarını (düşünce kalıplarını) değiştirmeyen insanlar hayatları boyunca ciddi sıkıntılar yaşar, yaşatırlar.

Bir tanıdığınızın başarısı sizi öfkelendiriyorsa, kendinize dönmeniz gerekir. Eksiklik kompleksiniz vardır, “sizden başkası daha iyi olmamalıdır” düşünce kalıbına sahipsinizdir belki. Aslında benzer birçok durumda sizden başarılı olanların sizi öfkelendirdiğini hatırlarsınız. Bu durumda şemanızın farkına varır ve daha gerçekçi bir şema (düşünce kalıbı) kurarsınız: “Benden daha çok emek verenler, benden iyi yerlere gelebilir. Ben de çalışırsam ben de gelebilirim.”  Ayrıca takdir etmek bir diğer çözüm olabilir.

 Anneniz sizi uyardığında öfkeleniyorsanız kendinize dönmeniz lazım. “Beni kimse eleştiremez”, “Bana kimse ne yapacağımı söyleyemez” veya “Ben keyfime göre yaşamak istiyorum” gibi düşünce kalıpları bu öfkeye sebep oluyor olabilir. Bu kalıplar hayatın gerçekleriyle ne kadar uyumludur? Elbette anne çocuğunu uyarabilir, diğer herkeste olduğu gibi. Elbette insanlar diğer insanlara ne yapacaklarını söyleyebilirler. Bu birlikte yaşamın gereğidir. Tek başımıza dağda yaşamıyorsak elbette keyiflerimiz kendimize ve çevremize zarar vermemelidir. Bu gerçekleri kabul ettiğimizde artık o şeyin bizi öfkelendirmediğine şahit olabiliriz.

Birisi size eksiğinizi gösterdiğinde öfkeleniyorsanız kendinize dönmeniz lazım. Mesela siz para konusunda oldukça tutumlu biri olduğunuzu düşünürken, size “cimri” olduğunuz söylendiğinde öfkelenirseniz, bu sizinle ilgilidir. Çünkü aynı durumda normal karşılayabilecek, gülüp geçebilecek kişiler varken siz öfkeleniyorsunuzdur. Kendinizle yüzleşme probleminiz var demektir. Siz kendinizde olan özellikleri kabul etmeniz gerekir. Her insanın eksik yönleri vardır. İyi olduğunuz ve eksik olduğunuz yönleri kabul ettiğinizde dışarıdan gelen tanımlamalar sizi öfkelendirmeyecektir. Çünkü öfke, yara olduğunu bilmenin ve bununla yüzleşememenin bir göstergesidir.

Bir teklifinize olumsuz cevap verildiğinde öfkeleniyorsanız kendinize dönmeniz gerekir. Bu öfkenin altında “Bana kimse hayır diyemez.”, “Bana herkes evet demelidir.”, “Teklifimi kabul etmediğinde beni sevmiyor, istemiyor demektir, herkes beni sevmelidir.” vb. birçok düşünce yatıyor olabilir. Hangileri olduğunu görüp, “Herkes bana her zaman evet diyemez. Ben de insanlara demiyorum.”, “Teklifi kabul etmemesi istemediği anlamına gelmez. Sevmediği anlamına gelmez.” gibi düşüncelerle yer değiştirmelidir.

Birisi size saygı göstermediğinde bu sizi öfkeden çıldırtıyorsa, yine kendinize dönmeniz lazım. Saygısızlık edenin kendisiyle problemi vardır, sizi ciddi anlamda öfkelendiriyorsa bu sizde olan bir yaraya bastığı içindir. “Bana kimse bunu söyleyemez”, “O kimdir ki bana bunu söylüyor; birisinin bana saygı duymaması için belirli bir statüsü olması gerekir”… Birçok düşünce olabilir. Bu düşünce kalıplarıyla yüzleştiğinizde değiştirebilirsiniz artık. “Bana yapılan saygısızlığı ben üzerime alınmıyorum çünkü hak etmiyorum.”, “Bana saygısızlık etmek için kişinin statüsü önemli değildir, kim olursa olsun yapılan saygısızlık sahibine aittir.” Bu tür düşünce kalıplarıyla değiştiğinde aynı durumun bu sefer öfkeye sebep olmadığı görülecektir.

Bütün bu öfke analizi süreçleri defalarca yapıldığında artık öfkeli, şiddete yönelimli insanlar; doğru kararlar veren olgun bir insana dönüşebilir. Dolayısıyla Allah’ın istemediği davranışlardan ve bunları besleyen düşüncelerden kurtulmuş olur.

“Boş Kafalar Şeytanın Çalışma Masasıdır”

Monoton ve üretimden uzak yaşamlar bir süre sonra anlamsız bir yaşam haline dönüşebilir. “Boş duranı Allah sevmez” şeklinde bir atasözümüz vardır. Boş durmak, kendisi veya bir başkası için bir şey yapmamak, zamanı boşa geçirmek anlamındadır. Yeni bir şey öğrenmeyen, üretmeyen, zihnini kendisi yaşanan sorunlarını çözmek için canlı tutmayan kişilerde bir süre sonra zihinsel gerileme görülür. Beynimiz, öğrendikçe gelişen bir organdır. Neden sonuç, muhakeme, olayları doğru analiz edebilme yetilerimiz beyindeki sinaps bağlantılarının artışıyla ilgilidir.  Öğrenme durduğunda beyindeki hücreler arası sinaps bağlantıları da azalacaktır. Sinaps bağlantıları azaldığında ise yanlış muhakeme ile kuruntuların; yanlış bağıntılarla depresyonun esiri olunacaktır.

Üretmeyen kişiler tüketirler. Emek vermeyenler, verilen emeği tüketir. Sevgiyi üretmeyenler, verilen sevgiyi tüketirler. “Hazıra dağ dayanmaz”, çalışmayanlar ellerindeki parayı tüketirler. Psikologlar da danışanlarına zamanı spor yapmak, bir aktiviteye katılmak vb ile ilgilenerek belirli duygu durumlarının insanı esir almasını engellemek isterler.

Bu sebeplerle insanın her gün bir şeyler öğrenmesi, çevresindeki insanlara katkı sağlaması ve iyiliği için uğraşması gerekir. Çünkü iyilik üretmeyen ve meşgul olmayan zihin bir süre sonra kötülük türetmeye başlar. Geçmişe takılmakla depresyon, gelecek kaygısıyla anksiyete (kaygı bozukluğu) oluşur.

İnsanlar zorlukla karşılaştığında, üzüntü ve kaygı yaşadığında göğsü daralır. Sırtında yükler hisseder. Peygamberimiz de benzer hisler içine girdiğinde, Allah ona verdiği nimetleri hatırlatmış ve kolaylıkların zorluklarla beraber olduğunu hatırlatmıştır.

“ Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?

 Senin şanını yükseltmedik mi?  Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

Şüphesiz, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Boş kaldığında hemen başka işe koyul!

 Ve yalnız Rabbine yönel.” (94 İnşirah 8)

Sıkıntıları olan insan gündüzü dolu geçirse bile geceleyin üzüntüleri kendini kaplayabilir. Bu durum sabaha kadar uyuyamama ile sonuçlanabilir. Doğru işler yapanlar için Allah umut vaat eder, geçmişte nasıl yardım ettiyse,  bundan sonra da yardım edeceğini söyler. Ancak eline güç geçen insanın kendini yeterli görmemesi ve iyilik için çabalaması gerekir.

“Duhâ (kuşluk) vaktine andolsun. Karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki,

 Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da. Gerçekten işin sonu senin için başından daha iyi olacaktır.

Şüphesiz, Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.

Seni yetim bulup da barındırmadı mı?

Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi?

Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?

Öyleyse sakın yetimi hor görme

Sakın isteyeni azarlama!

Rabbinin nimetine gelince; işte onu anlat” (93 Duha 11)

Depresyon hastalarının umuda, kaygı bozukluğu hastalarının ise güvene ihtiyaçları vardır. Umut, iyi işler yapanlara iyilik vaat eden bir düşünce sistemiyle yani Allah’ı ve onun bildirdiği değerleri gündeme getirmesiyle mümkün olur. İnsanların sağlayamayacağı güven ise geleceğe yönelik düşük ihtimalleri bertaraf etmektir. Bu da ancak elinden geleni yapıp, başa gelebilecek diğer faktörlerle ilgili Allah’a güvenmekle mümkün olabilir.

İnsanı yaratan Allah, insanın biyolojik yapısını anlattığı Alak suresinde insanın psikolojik durumuna da dikkat çekerek şunu söyler;

“İnsan kendini yeterli gördüğünde azar/sınırları zorlar.” (96 Alak 7)

Allah’ı hesaba katmayıp kendini yeterli gören insan,  haksızlıkları umarsızca yapar hale gelebilir. Kendini yeterli gören insan, diğer insanlara muhtaç olmadığını düşünerek istediği gibi davranma hakkını kendinde bulabilir. Bu yeterlilik hissi, ekonomik, sosyal olabileceği gibi psikolojik ve hayali de olabilir. Kendini yeterli gören insan, dünyasını da ahiretini de bozar. Çünkü insanlar arasında azgınlaşmaya, ilke- hak- hukuk tanımamaya başlar. Bu tutarsızlık ve kibirlenme sonucunda sadece kendi psikolojisine ve sosyal ilişkilerine zarar veren hale gelir.

Sonuç olarak, psikoloji de Allah’ın bilmemizi istediği bir bilimdir. Nasıl bebeği anne karnında Allah yaratıyor, bizler o çocuğun gelişim evrelerini öğreniyoruz ve bu Allah’ın ayetleriyle çelişmiyorsa; psikoloji de insan düşünce ve davranışlarını inceleyen bir bilimdir ve Allah’ın yarattığı insanı bu şekilde de tanımak-geliştirmek mümkündür ve yine ayetlerle uyumludur.

 

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir