Ölüm Olaylarında Telkin, Iskat ve Devir Uygulamaları ve Dayanakları
ÖLÜM OLAYLARINDA TELKİN, ISKAT VE DEVİR UYGULAMALARI VE DAYANAKLARI
ORİJİNAL MAKALE 26 SAYFADIR.
MAKALENİN TAMAMINI PDF OLARAK İNDİR
İÇİNDEKİLER
BAŞLANGIÇ SÖZÜ
TELKİN UYGULAMASI VE DAYANAKLARI
YASİN SÛRESİ, ÖLMEDEN ÖNCE Mİ, KABİR BAŞINDA MI OKUNACAK?
ÖLÜLERE KUR’AN OKUNMASINA DAİR MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ
ISKAT UYGULAMASI
DEVİR UYGULAMASI
KABİRLER NİÇİN ZİYARET EDİLİR VE ORADA NE YAPILIR?
KABRİSTANDA YAPTIĞIM CENAZE MERASİMİ KONUŞMASI VE DUA METNİ
SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ
TELKİN, ISKAT VE DEVİR KONUSUNDA GÖRSEL MEDYA KONUŞMALARI
KAYNAKÇA
BAŞLANGIÇ SÖZÜ
“Sınırsız yüceltme ve şükran, tüm varlıkların gerçek sahibi ve otoritesi, yalnızca
Allah’a özgüdür. Seçtiği kullara selam olsun!”[1]
04.05.2016 tarihinde, saat 10.30’da babamı kaybettik. Ertesi gün, Karacaahmet’ten cenazemizi aldık. Namazdan sonra mezarlıkta konuşma yapmak istedim. Bu isteğimi, kardeşimle birlikte, Belediye tarafından görevlendirilen din görevlisine ilettik. Din görevlisi, bir an tereddüt etti. Sonra kendimi tanıtınca, ‘olur’ dedi. Yaptığım konuşma ve dua bitince[2], din görevlisi, mezarın başında ‘telkin’ vermek istediğini söyledi. Ben de, kabir başında telkin istemediğimizi bildirdim. Telkin, ıskat ve devir uygulamalarının yaygınlığını düşününce, telkin istememe gerekçelerimi ortaya koymak için bu yazıyı hazırlama gereği duydum.
Makale boyunca ifade edildiği gibi telkine dayanak oluşturan bilgiler, rivayetlerde (hadis kitaplarında) geçmektedir. Bu rivayetler, konunun uzmanı alimler tarafından iki türlü yorumlanmıştır: a) Ölüm öncesi telkin, b) Ölüm sonrası mezar başındaki telkin… Ölmeden önce bilinci yerindeki kişiye, Allah’ın ayetlerinin ve tevhid ilkesinin hatırlatılması anlamındaki telkin uygulaması, hem Kur’an’ın temel ilkeleriyle uyumlu, hem de alimler tarafından yerinde, uygun ve doğru bulunmuştur. Kişi öldükten sonra kabri başındaki telkin ise, makalede kaynakları verildiği gibi çoğu alim tarafından İslam’ın temel ve genel esaslarıyla bağdaştırılmamıştır.
Her insan, hayatının belli dönemlerinde en yakınını, dostunu, akrabasını kaybedebilir. Ölüm gerçeği ile yüz yüze gelmek, bu yakınımızı, dostumuzu, akrabamızı bir daha asla görememek, onunla asla konuşamamak, bizleri bazı uygulamalara sevk eder. Örneğin, ‘Keşke ona şunu söyleseydim, şunu sorsaydım, onunla şu konuyu konuşsaydım’ deriz. Pek çok insan, hasta döşeğinde öyle bir anda, aniden ölmez. Öyle hastalıklar, kazalar vardır ki kişinin ölümü; 3-5 gün, 3-5 hafta, 3-5 ay ve hatta 3-5 yıl ve daha fazla sürebilir.[3] İşte bu süreçte onunla konuşulacak en önemli konu, onun da ihtiyaç duyduğu konu olmalıdır. Onun pişmanlıkları, tavsiyeleri, kendisi hakkında oluşan olumlu veya olumsuz kanaatler, kendisiyle ve çevresiyle ilgili ahlaki, dini, hukuki ve ekonomik vasiyeti ve daha başka konular olabilir.
Ölüm bir bitiş, bir tükeniş olmadığına göre herkes, ölüm sonrası, Allah’a yapıp ettiklerinin hesabını verecek, ödül ve ceza sistemi, hiçbir haksızlık olmadan orada tam işleyecektir. Öyleyse, kaybetme endişesi taşıdığımız yakınımızla, dostumuzla, akrabamızla, onu ahiretteki cezadan kurtarıcı ve ona ödülü hak ettirici söylem ve eylemleri konuşmak, bunları öncelemek, her şeyden önemli olmalıdır. Bunlar, salt ruhani bir söylem değil, aynı zamanda dünyayı onarıcı sözler, işler ve olaylardır. Ahiretteki kurtuluşun yolunun; kişinin kendi dünyasını, bizim dünyamızı, insanların dünyasını yıkmaktan değil onarmaktan geçtiğini bilmeliyiz.
O yüzden, onun yanında öncelikle, ‘Allah’tan başka ilah yoktur (Lâ ilahe illallah)’ ilkesini dile getirerek veya açıklayarak onu; eğer varsa şirk, nifak, nankörlük, iftira, haksızlık, bozgunculuk, kibir, riyakârlık, haset, kin, bencillik gibi kötü inanç ve duygulardan sıyrılmaya, tövbe etmeye; hak, adalet, dürüstlük, yardımlaşma, paylaşma, dostluk, iyilik gibi iyi özelliklere dönmeye ve onları sahiplenmeye çağırmış oluruz. Bununla bilinci ve iradesi yerinde olan kişiyi, vicdanını harekete geçirmeye davet etmiş oluruz. ‘Telkin’ uygulamasının bu şekilde anlaşılması, vahyin ana ilkeleriyle uyumludur.
Bilinçli ve iradeli kişilere yönelik bu uygulama; zamanla, bilincini kaybetmiş, üzerine ölüm baygınlığı/ sarhoşluğu (sekeratu’l-mevt) çökmüş, can çekişen kişilere de uygulanmaya başlanmıştır. Bir süre sonra hayatını kaybetmiş kişilere, daha sonra defnedildikten sonra mezar başında ve daha sonra 7 veya 52. gün gibi belirli günlerde, insanlar evlerde toplanarak kabirdeki kişiye Kur’an ayetlerini okuma geleneğine dönüşmüştür. Böylelikle bu uygulama, bilincini veya hayatını kaybetmiş, ‘kabul veya ‘red’ gibi tercih-seçme hakkı olmayan kişiye, tek taraflı olarak hatırlatma veya onun ruhuna gönderme yönünde ayetlere farklı bir misyon yüklenmiştir.
Özellikle son nefeste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur (Lâ ilahe illallah)’ cümlesini söylemeye özen gösterilmiştir. Oysa Allah, insanların son nefeslerinde değil, bütün hayatları boyunca neler söylediklerine, sahip oldukları inançları ve uygulamalarına bakar. O, insanları, yapıp ettikleriyle sorumlu tutacağını bildirmiştir:
“Bugün hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacak ve yaptıklarınız dışında hiçbir şeyden sorumlu tutulmayacaksınız!” (36Yasin/54)
Diğer taraftan son nefeste, son dakikada söylenenler, sorgulama ve yargılamayı etkilemez. Çünkü kişi, kendi iradesiyle davranmamaktadır. Ölüm nedeniyle yaşanan ıstırap ve o anda çekilen acılardan dolayı bilinci yerinde olmadığı için iyi bir insanın bile olumsuz şeyler söyleme ihtimali vardır. Yine mümkündür ki hayatı boyunca zalimce ve hak karşıtı olarak yaşayan biri de, olumlu şeyler söyleyebilir. Ancak Allah, son dakika tövbesinin kabul edilmeyeceğini Kitabında açıkça bildirmiştir:
“Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa kötülükler yapıp edip de nihâyet kendilerine ölüm gelip çatınca: “Ben şimdi tövbe ettim” diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tövbe (af) yoktur. Onlar için acı bir ceza hazırlamışızdır!” (4Nisa/17-18)
“Firavun, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları (Musa’yı ve diğer inananları) takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına (Lâ ilahe illallah’a) inandım. Ben de Müslümanlardanım” dedi. “Şimdi mi? Oysa daha önce isyân etmiş, bozgunculardan olmuştun?” (denildi).” (10Yunus/90-91)
Demek ki irade özgürlüğü olmayan, son dakika çırpınışları kurtuluş için yeterli değildir. İnsan, ancak özgür iradesiyle iyi veya kötü sonucu hak etmektedir.
Sonraki dönemlerde son dakikada kurtarma gayretleri, cenaze mezara konduktan sonra da devam etmiştir.
Kabir başındaki telkin inancına göre, mezara konan kişiyi sorgu melekleri sorgulamaktadır. Ölmüş kişiyi, daha hesap günü gelmeden kabirde melekler sorgularken[4], mezarının başında duran bir din görevlisinin, ölüye inanç esaslarını söyleyerek yardım etme girişimine ‘telkin’ denmektedir.
Örneğin, bir yakınımız hayatını kaybetmiş… Telkin işini üstlenen din görevlisi, o ölmüş yakınımızın, rabbinin ve peygamberinin kim olduğunu bilmediğini, kitabının ne olduğunu bilmediğini, ahireti bilmediğini yahut bilemeyeceğini düşünüyor veya buna inanıyor ve bundan dolayı mezarının başında inanç esaslarını ona söylüyor, öğretmeye kalkıyor, böylece meleklerin ölüye sorması durumunda bu soruları cevaplamasına yardımcı oluyor, adeta bir çeşit kopya veriyor.
Bu uygulamayla, ölülerin bizi duyduğu, başkalarından aldığı yardımlarla sorulara cevap verebileceği, bu yardımın melekler tarafından bilinemeyeceği ve bu durumun sorgulanmayacağı sanılıyor. Örneğin, meleklerin, “Bak, sen rabbinin Allah, peygamberinin Muhammed (as), dininin İslam olduğunu bilemedin. Bu bilgiyi başkalarından duydun” demeyeceğini düşünüyor.
Mezar başındaki telkine dayanak gösterilen rivayetlerin (hadislerin), hadis ve fıkıh alimleri tarafından zayıf olduğu ifade edilmiştir:
“Bazı hadis ve fıkıh eserlerinde mezarın başındaki telkin uygulamasının dayanağı şeklinde gösterilen rivayetlerin zayıflığı konusunda ittifak edilmiştir. Zaten rivayetlerde bir telkin uygulamasından söz edilmemektedir. Hadis ve fıkıh âlimlerince hem senedinde hem metninde birçok zaaf tesbit edilen bu rivayetin zayıf olduğu belirtilmiş, bu sebeple definden sonra telkin işleminin meşruiyeti âlimler arasında tartışılmıştır.”[5]
….
Ölüm olaylarında Müslümanlar, henüz ölmemiş, ancak ölmesi muhtemel olduğunu düşündükleri insanlara, daha önceden olduğu gibi yine Allah’ın ayetlerini, ahlaki erdemleri hatırlatırlar. Bu onların, günahlarından tövbe etmelerine, düştükleri yanlışlardan vazgeçmelerine vesile olmak içindir. Bu hatırlatılacak sözlerin en değerlisi, kuşkusuz Allah’tan başka ilah kabul edilmemesi (lâ ilâhe illallah) ilkesidir. Bu ilke, her türlü şirkin, nifakın ve hakkın reddine dair muhtemel durumlarda kalkan niteliğindedir. Hatta gerekiyorsa bu ilkenin açıklanması, hem oradaki insanları, hem de ölmesinden endişe duyulan kişiyi aydınlatır.
Bu hatırlatmanın yapıldığı kişiler, bilinci yerinde, iradesini ve vicdanını harekete geçirebilecek nitelikle olmalıdır. Bu hatırlatma, bir çeşit bilgilendirme veya bilgileri tazelemedir. Bilgilendirilen bu kişiye baskı yapılmamalı, eğer dinlemek istemiyorsa kendisi zorlanmamalıdır. İşte bu, rivayetlerde bildirilen telkindir. Alimlerin çoğunluğu, yukarıda kaynaklarıyla verildiği gibi böyle anlamışlardır. Ancak zamanla yabancı kültürlerden etkilenme sonucu, ölü kişinin, mezarının başındaki konuşmaları duyabileceği ve adeta bir çeşit kopyayla kabirdeki sorulara cevap verebileceği düşünülmüştür.
Nitekim şu tespit oldukça yerinde bir tespittir:
“Zaten mezardaki kişiye kopya vermeyi andıran bu uygulama, Kur’an’a da ters düşmektedir.” [6]
Halbuki kabirde sorgulamanın olup olmadığı bile tartışmalı bir konudur. Ayrıca Allah, elçisine, “Sen kabirdekilere duyuramazsın” ayeti, bize bir anlam ifade etmiyor mu?
“Dirilerle, ölüler de bir olmaz. Allah dilediğine işittirir; oysa sen kabirlerdeki kimselere duyuramazsın.” 35Fatır/22
Hz Peygamber, kabirdekilere duyuramıyorsa, herhangi bir din görevlisi nasıl duyuracaktır?
Nitekim, TDV, Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde ölünün defninden sonraki telkin uygulamasının bidat olduğuna dair görüşlere yer verilmiştir:
“Birtakım alimler, definden sonra telkin uygulamasının şer‘î dayanaktan yoksun bir bidat olduğu görüşündedir. Bazı âlimler de bu uygulamaya şiddetle karşı çıkmakta, çeşitli delillerle bunun bidat olduğunu ortaya koymaya çalışmaktadır.”[7]
Iskat konusunda, eğer ölmüş kişi; hayatta iken, hastalık veya çeşitli gerekçelerle tutamadığı orucun fidyesini Ramazan ayının sonunda ödemeyi düşünürken veya bunun ödenmesini vasiye ederek ölmüşse, doğal olarak bu kişi, kendi bilinciyle, iradesiyle, inancıyla ve vicdani kabulüyle, bu fidyeyi ödemeyi göze almış, ancak beklenmedik ölümden dolayı ödeyememiştir. Eğer yaşasaydı ödeyecekti bilgisi bunu gerekli kılmaktadır. İnsana kendi emeğinin (düşüncesinin, inancının ve eyleminin) karşılığı olduğuna göre[8] bunun ödenmesi, hem muhtaçlar açısından faydalıdır, hem de ölmüş kişiye fayda sağlaması umulur.
Bunun dışındaki ibadet borcunun düşürülmesi amacıyla yapılan ıskat uygulaması, sağlam dayanaktan yoksundur. Yalnızca Allah hakkı diye görülen namaz, oruç, hac ve kurban gibi ibadetlerin sorumluluğu, maddi bedelle, parayla karşılanması, ölmüş kişinin parayla aklanma girişimi, adeta sonradan üretilen ve uygulanan günah çıkarma uygulamasına benzemektedir.
Ölmüş kişinin ibadetlerle ilgili borçlarının düşürülmesi inancının, sağlam kanıtlara dayanmadığı, TDV, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Iskat maddesinde de açık biçimde ifade edilmiştir:
“Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn dönemlerinde ölen kişinin ibadet borçlarını düşürme anlamında bir ıskat söz konusu değildir; ıskāt-ı salât ve ıskāt-ı savm anlayış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmememiştir.
Aynı şekilde namaz, oruç gibi bedenî ve şahsî ibadetlerin mükellef adına bir başkası tarafından yerine getirilmesi de (niyâbet) câiz görülmemiştir.
İslâm ümmeti içinde ortaya çıkan ıskāt-ı savm ve daha sonra ıskāt-ı salât uygulaması, temelde Bakara sûresinin 184. âyetinde sınırlı mazeretler için getirilen istisnaî hüküm etrafında geliştirilmiş zorlama yorum ve temennilerden ibarettir.
İmam Şâfiî de dahil fakihlerin çoğunluğu, ölen adına fidye verilmesini emreden hadisi ve kimsenin bir başkası adına namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı yönündeki sahâbî görüşlerini (el-Muvaŧŧa’, “Śıyâm”, 43; Şevkânî, IV, 264-265) esas alıp namaz, oruç gibi bedenî ibadetlerde mükellef hayatta iken de ölümünden sonra da niyâbetin geçerli olmayacağı genel kaidesini işletir. Bu sebeple fakihlerin çoğunluğu ölen adına yakınlarının veya üçüncü şahısların oruç tutmasını, namaz kılmasını uygun görmez.
Aynı şekilde kılınmayan veya kılınamayan bir farz namazın yerine mükellefin veya onun vefatından sonra mirasçılarının fidye vermesinin cevazını ve bu fidyenin söz konusu namaz borcunu düşüreceğini açık veya dolaylı şekilde bildiren hiçbir âyet veya hadis de bulunmamaktadır.”[9]
Devir uygulamasının, bir aldatmacadan ibaret olduğu, TDV, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Iskat maddesinde açıkça ifade edilmiştir:
“Bununla birlikte ne kadar iyimser düşünülürse düşünülsün devir usulünün -şekil yönüyle hukuka uygunluğu tartışması bir yana- mahiyeti itibariyle bir aldatmacadan ibaret olduğu, İslâm’ın ruhuna uygun düşmediği, bundan dolayı ilk ortaya çıktığı dönemlerden itibaren İslâm âlimlerinin sert eleştirilerine ve bidat nitelendirmelerine konu olduğu görülür.”[10]
Fıkıh uzmanı Prof. Hayrettin Karaman da, devir uygulamasını bidat olarak nitelemiştir.
“Zamanımızda bu devir âdet halini aldığı, İslâm’ın kaynaklarına müstenid (dayalı) bir iş sanıldığı ve insanların ibâdette tembelliğe sapmalarının sebeplerinden birini teşkil ettiği için ‘bidat’ mahiyetini iktisâb etmiştir.”[11]
Meşhur tefsircilerden İbn Kesir, Necm sûresi, 39. ayetin tefsirinde bu konuya yer vermiştir: “Ve insan için, çalıştığından başkası yoktur.” (53Necm/39) Nasıl, hiçbir kimse bir başkasının günâhını taşımayacaksa aynı şekilde her nefis ancak kendisi için kazandığı mukâfatı elde edecektir. İmâm Şâfii ve ona tâbi olanlar, bu âyet-i kerime’den Kur’an okumanın sevâbının ölülere ulaşmayacağı hükmünü çıkarırlar. Zirâ bu Kur’an okuma ne onların amellerinden, ne de kazançlarındandır. Bu sebepledir ki Allah Rasûlü (as), ümmetini buna çağırmamış, teşvik etmemiş, ne açık bir ifâde ile ne de imâ yollu onlara bu yolu göstermemiştir. Sahabeden hiç kimseden bu husûsta bir nakil de yoktur. Şâyet bu hayır olsaydı, şüphesiz onlar bu hayırda bizi geçerlerdi.”[12]
Son dönem tefsircilerinden Elmalılı Hamdi Yazır, Yasin suresinin girişinde, şu bilgilere yer vermiştir: “Hadislerdeki ölülerden maksat, can çekiştirme halinde ölmek üzere bulunanlardır Bununla beraber müteahhir âlimlerden (son devir bilginlerinden) bazıları hadisi zâhiri (yüzeysel lafzi haliyle) ile almışlar, öldükten sonra okunur demişlerdir. Bazıları da kabrinin başında okunması görüşünde bulunmuşlardır. Fakat unutmamak lazımdır ki, Kur’an ölüler için değil, diriler için nazil olmuştur.”[13]
TELKİN, ISKAT VE DEVİR KONUSUNDA GÖRSEL MEDYA KONUŞMALARI
Telkin Örnekleri
https://www.youtube.com/watch?v=x6nvjmJGITA
Prof. Faruk Beşer – Ölen Kişinin Namazı Orucu Ödenir mi? İskat-ı Salat ++
Prof. Faruk Beşer – İskat devir
Prof. Faruk Beşer – Ölüye Kuran Okunur mu?
Prof. Faruk Beşer – Ölüye Kuran Okunur mu?
https://www.youtube.com/watch?v=cBUDkemyToc
Prof. Faruk Beşer – Cenaze Defni Sırasında ve 7. 40. 52. Günlerinde Kuran’ı Kerim Okunur mu?
Prof. Abdülaziz Bayındır – Ölülerin arkasından Kur’an okumak, hatim indirmek faydalı olur mu?
https://www.youtube.com/watch?v=uDnxHeKRk-w
Prof. Abdülaziz Bayındır – Ölen kişinin namaz ve oruç borçları ıskat ile düşürülebilir mi?
Prof. Abdülaziz Bayındır – Ölüye Telkin Yapılır mı?
Prof. Ömer Aydın – Ölünün Ardından Kur’an Okunur Mu?
https://www.youtube.com/watch?v=pWg28heLeT8
Prof. Mehmet Okuyan – Ölüye telkin olayının aslı nedir?
https://www.youtube.com/watch?v=HE5HCznuWMI
Prof. Mehmet Okuyan – Ölülere Kur’an Okumak Kur’an’ı Okumamaktan Kaynaklanan Bir Hurafedir
https://www.youtube.com/watch?v=Ho2_8UA1Y5U
Prof. Mehmet Okuyan – Mezarlıkta ölülere Kur’an okumak trafik kazasında ölen adama trafik kurallarını hatırlatmaya benzer
https://www.youtube.com/watch?v=yrNH5lLlUAs
Prof. Mehmet Çelik – Iskat devir
Prof. Mehmet Çelik – Dinde iskat – devir diye bir şey var mı?
Mustafa İslamoğlu – Telkin var mı?
https://www.youtube.com/watch?v=aInivUwgKLw
Mustafa İslamoğlu –Ölüye telkinde bulunmak var mıdır?
Mustafa İslamoğlu – Peygamberimiz mezarlıkta hiç Kur’an okumuş ve sevabını bağışlamış mıdır?
Dr. Hüseyin Kayapınar – Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
Prof. Nihat Hatipoğlu – Ölünün 40’ı ve 52’si Var mıdır?
https://www.youtube.com/watch?v=CDvyzC5d62U
Timurtaş Uçar – Ölünün yedinci, kırkıncı, elli ikinci günü diye bir şey var mı?
Ali Rıza Demircan – Ölünün 40, 52 ve 7 Günü Tören Yapmak Hıristiyan Adeti
https://www.youtube.com/watch?v=FyevtyW_Ogk
Talha Hakan Alp – Ölülere telkin ve Yasin okumak
Telkin – Necati Hutoğlu
Ubeydullah Arslan – Ölüye telkin getirmek dinde var mıdır?
Alparslan Kuytul – Iskat Bidattır
Musab Köylüoğlu – Definden sonra telkin bidattir
Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta 7. 40. 52. günler
Kaynakça
[1] 27Neml/59
[2] Yaptığım konuşma ve duanın metni, orijinal PDF makalede sayfa 18’de olup İçindekiler bölümünden ulaşılabilir.
[3] Mesela, Hz Ömer, yaralandıktan 3 gün sonra hayatını kaybetmiştir.
[4] Bu arada, sorgu ve yargılamanın kabirde yapılacağı iddiası, din bilginleri arasında tartışmalı bir konudur. Kur’an’da Kıyamet Günü öncesinde yargılama, ödül ve ceza sisteminin işleyeceğine dair açık-net bir kanıt bulunmamaktadır. Bu konudaki iddialar, zorlama yorumlarla varılan sonuçlardır.
[5] Ali Çolak, Ölmek Üzere Olan Kişiye ve Mezardaki Ölüye Yapılan Telkin İle İlgili Rivayetler, 213.
[6] Ali Çolak, Ölmek Üzere Olan Kişiye ve Mezardaki Ölüye Yapılan Telkin İle İlgili Rivayetler, 216-217.
[7] TDV Diyanet İslam Ansiklopedisi, Telkin Maddesi
[8] Bkz. 53Necm/39-42
[9] 486- “Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma yoktur.” Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, 220.
[10] TDV Diyanet İslam Ansiklopedisi, Iskat Maddesi.; Diyanet, İlmihal, 370-376
[11] Hayrettin Karaman, Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken, 138 http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/0041.htm
[12] İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c.13, s.7554.
[13] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c.VI, s.396-397.