FETİŞİZM ve İLKELLİK – EGEMENLİK İLİŞKİSİ

FETİŞİZM ve İLKELLİK – EGEMENLİK İLİŞKİSİ

Tarihsel, toplumsal süreç boyunca insanlar, toplumlar, belirli bir dönem içerisinde ve belirli bir olaya, olguya, maddi ve düşünsel bir duruma karşılık gelen simgesel değerleri yarattılar. Kuşkusuz bir olaya, olguya, maddi bir duruma karşılık tanımlanan simgesel değer, aynı zamanda, maddi neden ve köklerinden koparılarak, düşünsel zeminde idealize edilmiş bir değerdir.

Toplumun gelişkinlik derecesine ve iktisadi, siyasi, düşünsel konumlanışına bağlı olarak var edilen ve belirli bir toplumsal dönem için geçerli olan bu simgeler; Var olma gerekçeleri ortadan kalktığı andan itibaren; eğer toplumdaki ideolojik egemenliğin sürdürülme dayanaklarından biri olarak kalması gerekiyorsa; bu gereksinime bağlı olarak, o simgenin idealize edilmiş yanı, belirleyici unsur olarak simge değere soluk verir; dolayısıyla o simge değerin kendisine can veren maddi köklerinden tam bir kopuşu gerçekleşir. Maddi köklerinden tamamen arındırılan simge değer, dokunulamaz, kutsallığı kendinden menkul, toplumun düzenleyicisi, ezeli ve ebedi olan bir sıfat kazanır; fetişleştirilir.

Maddi bir olgunun, düşünsel zemine yansımasıyla var olan bir olayın, bir durumun pratik düşünsel ifadesi olan simge değerler, topluma egemen ideolojik (Felsefi, dinsel) politik ve ekonomik gücün dayanağı olmaktan çıkmışsa, fetişleştirilmemişse, var oluşunu borçlu olduğu toplumsal olgunun yok olması ile var olma gerekçelerini yitirir ve belirli bir süre sonra, bireyin ve toplumun belleğinden silinir; toplumun anılar müzesindeki yerini alır. Toplumsal egemenliğin geleneksel, dinsel ideolojik dayanağı olan ve bu durumu sürdürülebilir olduğu için dokunulmaz, kutsal olan fetiş simgeler; onları var eden maddi olgular ve toplumsal düşünce sistemlerinin yok olmasına rağmen, toplumsal ilişkilerdeki konumlanışlarını sürdürürler.

Bir simgenin var oluş gerekçesi olan maddi olgular, durumlar ortadan kalktığı halde simgenin toplum tarafından yaşatılması; o toplumdaki egemen ideolojik, siyasi, iktisadi egemenliğin gereksinimine bağlı olarak, anlamlı kılınan ve idealize edilmiş, ve bu nedenle maddi yaşamdan koparılmış “ inanç” zemininde var olmasına bağlıdır. Bir simge değer, toplumsal ilişkilerdeki etkisini koruyorsa ve bir değer olarak var olabiliyorsa; Toplumsal egemenlik sisteminin ideolojik dayanağı olmasının yanı sıra, o toplumun bu tür değerlere düşünsel zeminde gereksinim duyuyor demektir. Simgesel değerlere gereksiniminin nedeni ise; insanın ve toplumun doğa karşında “yenik düşmesinin” ifadesi olan ilkelliğidir; Kendi ilkel yanına boyun eğmesidir. Düşünsel dünyasında yarattığı ve onu erişilmezlik, kutsallık sıfatı ile donatarak “ideal” kıldığı simgelere sığınması, iradesini ona tabi kılması, onun toplumsal ilişkilere yön verici olduğunu varsayması; toplumun ve insanın ilkelliğinin niteliksel göstergesidir. Denilebilir ki fetiş, insanın ve toplumun maddi yaşamının getirip önüne koyduğu sorunları çözme sürecinde, düşünsel zeminde, bir güce dayanmaya gereksinmesi, dolayısıyla ilkelliğine karşılık gelmesi nedeniyle yarattığı ve sonra da egemenliği altına girdiği, tapındığı ve o toplumdaki egemen sınıf iktidarının ideolojik dayanağı olan simge değerdir.

İnsanın maddi yaşam ilişkilerinden ve olgulara sıkı sıkıya bağlı somut değerlerden uzaklaşması ve insanın insana, insan ilişkilerine, insani eyleme ve giderek kendi varlığına yabancılaşması gerçekleştikçe; dolayısıyla bu yabancılaşmanın maddi koşulları var oldukça; insana ait, maddi ve düşünsel olan her şeyin, insanlığın gelişmesi ile değişeceği gerçeğine toplum olarak ulaşılmadıkçatoplumun, kendi ilkelliği ile beslenen fetişe gereksinimi ve fetişi yaratma eylemi sürecektir.

Bireyin ve toplumun fetişe olan gereksinimi, insanın ve toplumun doğaya uyumlu yaşamayı becerme gücüne ulaşma ve bireyin toplumsal bir varlık olarak “özgürleşme” sürecine bağlı ve doğru orantılı olarak azalacaktır. İnsanın doğaya uyumlu yaşama gücüne ulaşması ve toplumsal bir varlık olarak insanın ”Yönetilen ya da yöneten olmak” ikileminden koparak özgürleşmesi, insanın insanı sömürüsünü yaratan tüm koşulların toplumsal ilişkilerden kovulması, insanın kendi ilkelliğinden ve fetiş yaratma yeteneğinden kurtuluşunun maddi dayanağı olacaktır.

Fetiş simgeler, değişmezliğin (mutlakçılığın) temel unsurudurlar. Bu nedenledir ki, fetiş simgeler, toplumsal gelişmeğe ayak uyduramayan, toplumsal değişime, devrime karşı direnen toplumsal grupların egemenliklerini sürdürme isteminin ve karşı duruşunun araçları olarak rol oynarlar. Toplumsal olarak zamanını doldurmuş, ömrü tükenmiş iktisadi, siyasi ve ideolojik iktidarların, toplumsal dönüşüme ve devrime karşı ayak diremesi anında; fetiş simgeler egemenliğin araçları olarak savaşın ön saflarında yerlerini alırlar. Bu karşı duruş, fetiş simgelerin sosyal misyonunun ne olduğunu belirginleştirir. Fetiş simgelerin gerçek kimliğini örten “toplumun selameti için” cilası dökülür; Her fetiş simgenin toplumun yarattığı, ama ideolojik erk olma niteliğiyle topluma karşı, toplumun üzerinde egemenlik kuran toplumsal grubun, sınıfın hegemonyasının hizmetine girdiği gerçeği açıkça görülür. Devrim fetiş simgeyi de karşısına alır ve onu toprağa gömer. Ancak Yeni iktidarın, toplumun üzerinde ve çoğunluğu sömüren ve dolayısıyla ezen bir sınıf diktatörlüğü olması durumunda; fetiş simgeler üzerindeki toprak kaldırılır, fetiş simgeye itibarı iade edilir ve o şatafatla, ideolojik erk olarak, yeni sınıf iktidarının hizmetine girer. Fetiş simgenin var oluşu, erkin sahibine, onun sınıfsal vasfına değil; doğrudan erkin varlığına bağlıdır. Azınlık sınıfın, toplumsal çoğunluk üzerindeki egemenliğinin ifadesi olan sınıf diktatörlüklerinin ayakta kalması, varlığını sürdürmesi; önemli ölçüde, çoğunluğun ilkel inançlara, geri eğilim ve davranışlara sahip olması ve dolayısıyla boyun eğici durumda oluşu ile ilişkilidir.

Toplumsal çoğunluğun, sınıfsal egemenliğe karşı boyun eğici tavrının bayrağına fetiş simgelerin resmi çizilidir. Bir toplumda halkın çoğunluğunun “geri” eğilim ve davranışlarını beslemek anlamına gelen fetiş simgeleri koruyan ve bu değerlerin varlığını, egemenliğinin dayanağı haline getiren iktidarlar, adları ne olursa olsun emekçi çoğunluğun siyasi iktidarı olamazlar. Kutsal devlet, eleştirilemez, yanlışsız, dokunulmaz, “sosyalist parti” ve değiştirilemez, erişilemez her sözü “tanrısal” emir, her eylemi kutsal ve ömür boyu yönetmek kaderi olan ve hatta öldükten sonra halkın selameti için, kutsanan varlığının devamı çocuğuna ulu yönetici sıfatını bırakan “ ulu şefin” ve yeryüzündeki görevi , “halkın ulvi kurtuluşu için”, kutsal devletin ve ulu şefin direktifleri doğrultusunda hareket etmek ve kendini bu fetiş simgelere adamakla belirlenen insanın var olduğu yerde çoğunluğun iktidarından söz edilemez.

Sönümlemesi için gereken koşulların yaratılmasını bir kenara bırakarak, aksine, çeşitli “hayati” gerekçelerle güçlü, mutlak devletin toplumsal hayatı bir ağ gibi sıkarak sarması ve ulu şefin putlaştırılması karşısında devrimci bir duruş sergilemeyenlerin; kutsal aile reisliği, kabile şefliği, erkek egemenliği fetiş simgelerine karşı duruşu, samimiyetsiz ve kaçamaktır. Erksel tüm değerlerin insanlığın yaşamından çıkması ile insanlığın kurtuluşu gerçekleşebilir. Bir erk kurumuna karşı savaşımı tüm erk kurumlarına ve değerlerine karşı savaşımla bütünlüklü ele almamak oportünizmdir.

Bugün burjuva politikacılar, ideologlar, halkı, halka rağmen yönetmek ve sömürü sistemini sürdürmek için baskı araçlarını (siyasi, askeri, iktisadi) kullanmalarının yanında; erke boyun eğmeği koşullayan toplumsal, geleneksel fetiş simgelerin var olması ve halkın sefaletinden hoyratça beslenmesi için gerekeni yapıyorlar. Tüm burjuva politikacıların, ideologların, her dönemde ve politik manevralarına, halklar arası savaşların sürdürülmesine halkı inandırma gereksinimi olduğu her yerde “bayrak, kahramanlık, erkeklik, şehitlik, ulusal kırmızı çizgiler, milli birlik, …devletin itiraz edilemez çıkarları ve güvenliği “ türünden sözcüklerle hamasi söylevlerini süslemeleri bu nedenledir. Ve kuşkusuz bu değerlere sahip insanın bu değerlerle süslenen “her türden “savaş”a “karşı çıkışı” abesle iştigaldir, ikiyüzlülüktür.

Toplumsal gelişim sürecine bağlı olarak toplumlar, maddi yaşamın çeşitlenmesine koşut olarak ilişkilendiği her alanda fetiş simgeler yarattı. Bu fetiş simgelerin var olduğu belli başlı alanları; 1.Siyasi (Bayrak, kutsal devlet, aile reisliği vb.) 2.İktisadi (meta, para, üretim araçlarının özel mülkiyeti vb.) ve 3.İdeolojik-Dinsel ( milli değerler, erkeklik, kutsal kitap, ezan, vb.) biçiminde sınıflandırabiliriz. Her fetiş simge konumlandığı alanda rol alırken, aynı zamanda ideolojik zeminde de fonksiyonel rol almaktadır. Dolayısıyla fetiş simgelerin, egemenlerin, ideolojik egemenliğinin kurulması ve sürdürülmesinde belirleyici bir etkisi olduğu görülür.

Bir fetiş simgenin, egemenliğin aracı olması anlamında, sınıfsal, grupsal olması kaçınılmazdır. Ancak aynı zamanda toplumda, bulunduğu alan ve ideolojik düzlemde egemenliğin aracı olması, o fetişin toplumsallaştığının da bir göstergesidir. Bilimsel olarak fetişin sınıfsal olduğu gerçeği açıklanabilir ve anlaşılabilir olmasına karşın, pratik alanda toplumlar kendi üzerlerindeki egemenliğin taşıyıcısı olarak fetişi toplumsallaştırırlar.

Fetişleştirilmiş simgelerin, belli bir dönem içerisinde, toplumdaki sınıfların durumuna uygun anlam yüklendikleri görülür. Egemen sınıflar için fetiş simgeler, kendi egemenliklerinin mutlaklığı yanılsamasını o topluma egemen kılma aracı iken; diğer yanda, fetiş simge ezilen yığınlar için, toplumu bir arada tutan, toplumsal parçalanmayı önleyen ve toplumsal var oluşu sağlayan araç olduğu yanılsamalı olarak benimsenir.

Fetiş simgenin bu ikili toplumsal konumu, o fetişe karşı davranışın nasıl olması gerektiğinin ipuçlarını da veriyor. Bir toplumda, fetişin toplumu bir arada tutucu özelliği ile o fetişe karşı duyarlı olan toplumun, belli bir çatışma sırasında fetişin sınıfsal yanını duyumsayarak o fetişe tepki göstermesi kaçınılmaz bir biçimde gerçekleşir. Genellikle pratik anlamda gerçekleşen bu tepkisel eylem; hakaret, küfürdür. Bu içgüdüsel tepki, (Fetiş simgeleri yakma, yırtma, yıkma,) bir fetişin ilkelliğine karşı gelişen ilkel bir davranıştır. Bilimsel, devrimci yaklaşım, bu tepkinin kitlesel eylemlerde kaçınılmaz yaşanılabilirliğini kabul etse de bu hareketi onaylamaz, doğrulamaz, bayraklaştırmaz. Doğru olan bu içgüdüsel tepkiyi bilinçli eylemliliğe çekmektir. Toplumun içgüdüsel tepkilerini pohpohlama ile devrimci politikanın uzaktan yakından ilgisi yoktur. Toplumun bir kesiminin, fetişe karşı içgüdüsel tepkisi bilinçli eylemliliğe çekilmediği zaman o toplum kaçınılmaz olarak bir kör dövüşe sürüklenir ki; bu kör dövüşten de genellikle egemen sınıflar yarar görürler. Fetiş şeyin, toplumun büyük çoğunluğunca kabul gördüğü bir yerde ve anda toplumun fetiş şeye karşı duyarlılığını hesaba katarak hareket edilmelidir. Kuşkusuz bu fetişizme karşı ideolojik mücadele yürütülmemelidir anlamına gelmez. Fetişlerin toplumsal yanını abartarak, fetiş şeyin halkın değeri olarak görüp, ona karşı geniş tahammüllü olmak, fetişin tabusal varlığını sürdürmesine bir katkıdır.

Topluma, kutsal birliğin biçimlenmiş hali olarak benimsetilen aile kurumunda, bu kurumun olmazsa olmazı olarak, süregelen erkek egemenliği; toplumların ruhuna üflenmiş, aileye ve dolayısıyla topluma can veren tanrısal soluk olduğu efsanesi formu da bir fetiş simgedir. Tanrıya, devlete kutsal bağlarla ilişkilendirilen bu efsane sona ermeden kadın ve erkek eşit ve özgür olamaz. Erkek egemen olmadan da insanların bir arada yaşayabildiği ve yaşayacağı; erkek egemenliğinin kutsanması olarak gerçekleşen evlilik kurumu olmaksızın da kadın ve erkeğin, devletin zoruyla değil özgürce, gönüllü bir arada olmalarına dayalı birlikteliklerinde olabileceği bilinci toplumu sarıp sarmaladıkça; erkeklik fetiş simgesi de diğer tüm fetişler gibi toplumun belleğinden silinecektir. Fetişler toplumsal yaşamdan kovuldukça insanları bir arada tutan güç; özgürlükleri, insani zenginlikler ve entelektüel yaratıcılıkları olacaktır.

Toplumsal yaşam her süreçte fetiş şeyin sömüren ve ezen sınıfların egemenlik aracı olduğu gerçeğini açığa çıkarıyor. Açığa çıkan her olguyu, bilimsel yaklaşımla anlaşılır ve kavranabilir kılarak, ezilen yığınların fetişlere karşı duruşu bilinçli eylemlilik noktasında getirildiği zaman, fetiş şeyin, hak ettiği yere, tarihin “ölüler mahzenine” gönderilmesine katkı sağlanmış olacaktır. O zaman, tahrip gücü yüksek fetiş simgelerin; insanlığı nasıl baskı altında tutuğu, kötümser kıldığı, yaratıcılığını körelttiği, yıkımlara ve sefalete sürüklediği çok daha net görülecektir. Babür PINAR  (DAMAR” Kül.Der.Sayı:168-Mart,2005-“)

http://www.elelebizbize.com/babur.pinar/detay.php?id=109

 

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir