Bilimsel Çalışmalar ve Sanat Ne Zaman Mümkündür?

Bilimsel çalışmalar, ancak belli koşullarda mümkündür. Kırsaldaki bir köye giderek, orada sıfırdan bir uçak yapamazsınız. Belki yaparsınız, ancak yaptığınız uçak, oyuncak uçak olur. Oyuncak uçak yapmak için bile dışarıdan belli malzemelere ihtiyaç duyarsınız.

Diğer taraftan bilimsel çalışmalar, birbirinin devamı olur; kuşkusuz bilimsel gelişmeler, en son kalınan noktadan daha ileri bir aşamaya evrilmeyle gerçekleşir, sıçramayla değil.

Bilim ve sanatla uğraşmak, toplumun gelişmişlik düzeyinin de göstergesidir; çünkü bilim ve sanat, diğer bir ifadeyle doğayı incelemek, kültür ve medeniyette estetiğe değer vermek, temel zorunlu bir ihtiyaç değil, karnı tok, sırtı pek insanların ekstra uğraşları; hayatı idealize etme çabalarıdır.

Nitekim ünlü tarihçi ve sosyolog İbn Haldûn sanata dair yaklaşımını bu temeller üzerine kurmuştur:

“Sanat, ancak toplumsal ve medenî hayatın gelişmiş olduğu bölge ve şehir halkı arasında yayılır. Ekonomik açıdan rahata kavuşan toplumlar sanata ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla bir toplumda sanatın gelişmesi, o toplumun medenî bir toplum olmasıyla, ekonomik durumlarının, refah seviyelerinin yüksek düzeye erişmesiyle yakından alâkalıdır. Cahiliye döneminde sanatın gelişmemesi, toplumun ekonomik düzeyiyle ilgilidir; İslam geldikten sonra toplum, ekonomik anlamda refah düzeyinde değildi.”[1]

“Ekonomik durumları bozulmaya yüz tutmuş devletlerde en önce kaybolmaya yüz tutacak olan şey sanattır. Mûsikî, sanatlar içinde uygarlıkta en son ortaya çıkanıdır. Aynı şekilde umranın gerileyip zayıflamaya başlamasıyla ortadan ilk kaybolacak sanat da yine mûsikîdir. Sanat, zaruri ihtiyaçları aşıp, yetkinlik (kemâlî) ihtiyaçlarını karşılama aşamasına gelmiş ve bu ihtiyaçları karşılayacak sanatlara yönelmiş umranlarda ortaya çıkar. Başlangıçta sanat ve felsefî/aklî ilimlerden uzak olan Müslümanlar fetihler sonucu devletin, saltanat ve hâkimiyetin güçlenmesi ile bu ilimleri öğrenme istekleri doğmuştur.”[2]

Felsefik tartışma, belki fantezilere konu olabilir, ancak bilimsel çalışmalar bir fantezi konusu değildir. İhtiyaçlar ve korkular, yetenekli insanları, belli şartların sonucunda bazı araştırmalara ve icatlara götürür, götürmüştür.

Esasında dinler, bilim karşıtı olmadığı gibi bilim savunucusu da değildir. Dinler, özü itibariyle, doğuşu (menşei) gereği, hak ve adaleti, ahlakı inşa ve tesis etmek gibi bir gaye güder. Fakat din mensupları, bilime taraf veya karşı olabilirler. Kuşkusuz onların bilime taraf veya karşı olmaları, dini algılama biçimleriyle doğrudan ilgilidir. Rasyonel düşünmeyi ve dindeki buyrukların amaçlarını (mekâsidu’d-dîn) önemseyen bir toplum, doğayı incelemeye ve araştırmaya da önem verir. Maksatları göz ardı  eden aşırı şekilci, aşırı ayrıntıcı ve aşırı kuralcı toplumlarda, dindeki ilkelerin amaçları pek gözetilmediği için bilimsel çalışmalara da kayıtsız ve ilgisiz kalınır. Rasyonel düşünmeyi ve rasyonel ahlakı önemsemek, bilimsel çalışma yapmak için yeterli bir etken değildir. Bunun için bir dizi şarta daha ihtiyaç vardır:

Bir ülkede ekonomik sıkıntı, açlık sorunu varken bilimsel çalışmalar yapılamaz. Son Allah’ın elçisi, hayatta iken böyle bir gerçek söz konusu idi. O yüzden, onun döneminde kayda değer bir bilimsel çalışma göze çarpmaz. Bu, İslam’ın bilime önem vermemesinden veya ona karşı olmasından değil, yaşanan zorlu koşullardan dolayı böyledir.

Bir ülkede dış tehdit varken, insanlar savaş korkusu yaşarken o ülkede bilimsel çalışma yapılamaz. Dört Halife Dönemi’nde Bizans ve Sasani tehdidi vardı. Bu dönem boyunca söz konusu tehdit büyük ölçüde aşıldı.

Bir ülkede iç güvenlik tehdidi varsa, hukuki özgürlük yoksa veya halk farklı düşünce ve inanç mensuplarına tahammül gösteremiyorsa; farklı fikir sahipleri; saldırıya uğrama, tutuklanma veya linç edilme korkusu yaşıyorsa, orada düşünce ve inanç özgürlüğünden söz edilemez. Çünkü ortam, farklı düşüncelerin doğuşuna müsait değildir. Düşünce ve inanç özgürlüğünün olmadığı toplumlarda bilimsel çalışma yapılamaz. Emevi devletinde fikir özgürlüğü yoktu. İnsanlar, farklı fikir ve inanç mensuplarıyla, onlara hakaret etmeden, şiddete başvurmadan barışa dayalı yaşamayı öğrenirse, işte o gün, ülke sosyal anlamda da düşünce ve inanç özgürlüğüne kavuşmuş olur. İşte bu düşünsel veya felsefik dönemdir. Bu felsefik dönemi aşmadan hiçbir toplum, bilimsel çalışma aşamasına geçemez.

Bir ülkede düşünce ve inanç özgürlüğü varsa, insanlar sağlıklı ve güvenli yaşamanın ve bunu kalıcı kılmanın yollarını ararlar. Bunun sonucu ihtiyaçlar ve korkular, yeni icatlara kapı aralar. Bunun için dünyadaki yeni gelişmeler izlenir ve bunları daha da geliştirmenin yolları aranır. Bunun için kurumsal destek gerekir. Devlet desteği veya ilgili kurumların desteği olmadan bilimsel çalışmalar yapılamaz. Abbasiler Dönemi’nde ihtiyaçlar ve güvenlik tedbirleri, önce konuyla ilgili dünya literatürünün Arapçaya tercüme edilmesiyle başlamış, günden güne doğanın incelenmesine dair çalışmalar hız kazanmıştır. Bu konuda özellikle Mutezile mezhebinin etkisi göz ardı edilemez. Ayrıca İspanya’da kurulan ve bir İslam devleti olan Endülüs Emevi Devleti’nde bilim ve sanat çalışmaları zirveye çıkmıştır. O dönemde Avrupa karanlık çağı yaşarken, Endülüs bilim ve sanatın merkezi haline gelmiştir. Sonradan Endülüsteki eserler Latinceye çevrilerek Avrupaya yayılması sağlanmıştır. Örneğin günümüzde önemli yeri olan kağıt, ipek, pusula gibi icatlar oradan dünyaya yayılmıştır.

Tüm bunlar göstermektedir ki ekonomik sıkıntılarını aşmış, sosyal güvenlik sorunu olmayan ve seyahat özgürlüğüne sahip, kula kulluğun olmadığı güvenli (emin) toplum (belde), elbette gelişime hazır bir toplumdur.

Allah, Kabe sayesinde ekonomik sıkıntıları çözülmüş, seyahat özgürlüğüne sahip, her türlü korkudan güvenliğe kavuşmuş kent ve topluma şu örneği vermiştir:

“Kureyşlilerin barış ve güven ortamından yararlanmasından dolayı… Kış ve yaz seyahatlerindeki barış ve güven ortamından yararlanmalarından… Öyleyse onlar, yalnızca bu evin yüce sahibi ve otoritesine(rabb) kulluk etsinler! Öyle ki, açlığa karşı onlara besin kaynakları sağladı ve her türlü korkuya karşı onları güvene kavuşturdu.” (106Kureyş/1-4)

Hani İbrahim demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (14İbrahim/35)

Özetle, açlık gibi ekonomik sıkıntıların, savaş gibi dış tehdit korkusunun olduğu, kargaşa gibi iç tehdit endişesinin yaşandığı ve kurumsal desteğin olmadığı toplumlarda bilimsel gelişme söz konusu olmaz. Bilimsel gelişmelere kayıtsız bir toplumda estetik kaygı da olmaz. Bilim ve sanat, ancak güvenli kentte ve bu sıkıntıların aşılmasından sonra insanlığa hizmet eder.

 

[1] Ahmet Güzel, Erken Dönem Abbâsî Toplumunda Mûsikînin Oluşum ve Gelişim Süreci, 608-609 (İbn Haldûn, Mukaddime, II, 434–435.)

[2] Hüseyin Akpınar, İbn Haldûn’un Mûsikî Hakkındaki Görüşleri, 49-51 (İbn Haldûn, Mukaddime, s. 538-540, 631-632. Ayrıca bkz. Ahmet Şahin Ak, Türk Din Mûsikîsi, Ankara 2009, s. 54).

Kaynakça:
Doç. Ahmet Güzel, Erken Dönem Abbâsî Toplumunda Mûsikînin Oluşum ve Gelişim Süreci, İslâm ve Sanat Tartışmalı İlmî Toplantı 07-09 Kasım 2014, 2015, s. 607-630;
Dr. Hüseyin Akpınar, İbn Haldûn’un Mûsikî Hakkındaki Görüşleri, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013, cilt: XVIII, sayı: 30, s. 44-62

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir