Ahlaki Değerler ve Sanat

AHLAKİ DEĞERLER VE SANAT

 

Babek Osmanoğlu KURBANOV

Sanatın eğitici fonksiyonu felsefi fikir tarihinde daima merkezi yerlerden birini tutmuştur. Artık Eski Yunan filozofları sanatın tasnifatı (sınıflandırılması) sorunu ile ilgili felsefı-estetik kavramlarında bu problemi daima ön plana çekmiş, sanatın belli bir ahlaki-etik davranış kaidelerine riayet etmesini, aynı zamanda bu kaidelerin tebliğinde geniş imkanlara sahip olmasını defalarca kaydetmişlerdir. Daha doğrusu estetik ideal anlayışı daima mânevi, ahlaki kamillik anlayışı ile bir arada düşünülmüştür. Güzel insan-ahlaki yönden de kusursuz kabul ediliyor. Eski Yunanlıların kullandıkları kalokagatiya kelimesi bu her iki anlamı bir araya getirirdi. Antik Çağ için çok önemli sayılan bu anlamı yani kalokagatiyayı (Yunanca calos-güzel ve agathos-iyi, manevi bakımdan mükemmel anlamlarına geliyor) Aristoteles daha da geliştirmiş ve onun daha çok güzel sanatlarla, özellikle de tiyatro sanatı ve trajedi ile ilgili şekilde izah etmeye çalışmıştır. İnsan güzelliğinin zahiri yok, iç güzelliğini önemli sayan Aristoteles burada etik (ahlaki) örfleri ve özellikle adillik, cesurluk, dürüstlük gibi ahlâk değerleri güzelliğin esas niteliklerinden sayıyordu. O, böyle düşünüyordu ki, kalokagatiya anlamı etik (iyi)ve estetik (güzel) yönlerin birbiriyle kavuşmasından ortaya çıkıyor. İnsanın her yönlü uyumlu gelişmesi ideali eski zamandan beri beşeriyeti düşündürmüştür.

Tesadüfi değil ki, biz dünya sanatı tarihinde ve pratiğinde de bu eğilimin güzel ifadesini görebiliriz. Eski Yunanistan’da mütenasipliğin (uygunluğun), ahengdarlığın güzel örnekleri olan ünlü Parfenon mimarlık abidesi, Miloslu Venera, Miron’un Diskobolçu, heykellerini, daha sonralar Rönesans çağında Miçelancelo’nun David, Nizami’nin Ferhat vs. gibi suretlerinde izleyebilirsiniz. Bu sanat eserlerinde fiziki ve manevi gelişmenin yüksek zirvesinde dayanmış insan ideali terennüm olunmuştur. Hatırlatalım ki, yüksek mânevi-ahlaki niteliklere sahip olan halk yaratıcılığının, destanların, masalların, atasözlerinin, bilmecelerin vs. her zaman ana hattını oluşturmuştur. Mesela, bütün Türk Cumhuriyetleri için ortak manevi-kültür örnekleri gibi değerlendirilen Ergenekon, Kitabi-Dede-Korkut, Manas, Köroğlu gibi destanlarımızda, Nevruz bayramı gibi sosyo-kültürel hadiselerde biz en yüksek ve adil ahlak prensiplerini duyabiliriz.

Mesela, Köröğlu’yu halk yalnızca cesur bir halk kahramanı gibi değil, aynı zamanda sözüne ve sevgisine vefalı, zeki ve hikmetli, adil bir şahsiyet gibi halk ozanı, aşığı gibi tasavvur ediyordu. Tesadüfi değil ki, vatanının, halkının savunucusu olan Köroğlu, aynı zamanda onun mânevi kültürünün, dilinin, dininin, güzel sanallarının da savunucusu gibi tasavvur ediliyordu. Gerçekten de öylecesine ahlakı prensip yok ki, sanatta, onun çeşitli türlerinde kendi ifadesini bulmamış olsun. Mesela, ahlaki nitelikleri biz çoğu kez bir dizi genelleştirilmiş anlamlarla ilgilendiriyoruz, mesela vicdan, borç, vatanseverlik, hoşgörü, hikmetlilik, doğruculuk, iyimserlik, saf muhabbet, rehimdillilik vs. bunların en önemlilerinden sayılmaktadır. Tabii ki, bu olumlu ahlaki niteliklerin, faziletlerin diyametral olarak zıt yönleri de vardır ve insanın manevi saflaştınlmasmda bu kabahatlardan hür olabilmesi için toplumun, şahsiyetin manevi hayatında onların oynayabileceği çirkin rolü açığa çıkarmanın olumlu manevi-etik ideal açısından eleştirilmesinin son derece büyük önemi vardır. Aynı zamanda yukarıda kaydettiğimiz ahlaki faziletlerin geniş tebliği, incelenmesi ve yüce örnek gibi tebliğ edilmesi de az önem taşımıyor. Bununla bile hatırlatalım ki, ahlaki eğitim süresince kaybettiğimiz ahlaki faziletler ve kabahatlar birbirleriyle karşılaştırıldığında, uzlaştırıldığında ve tabii ki, somut insan karakterlerinin aynı zamanda bireylerin ve hatta tüm bir toplumun simasında gözden geçirildiği zaman kendi gerçek ahlaki mahiyetlerini açıklayabiliyorlar. Bu bakımdan da sanat eserleri sonsuz estetik-ahlaki potansiyele sahiplerdi. Hatırlatalım ki, biçimine, kompozisyon yapısına göre daha kapsamlı sanat eserleri (mesela, roman, poema, tiyatro oyunu, opera veya bale eseri vs.) yukarıda kaydettiğimiz ahlaki niteliklerin bir çoğunu ifade etmekte zorunluluk çekmiyorlar. Bu türlü eserlerde bazen gösterdiğimiz ahlaki ilkelerin birlikte ifade olunmasının şahidi oluyoruz. Sanatın ahlaki-eğitici gücü bir de ona göre büyüktür ki, gösterdiğimiz ahlaki nitelikler ve davranış kayideleri: genellikle burada somut bedii (sanatsal) suretler, tipler aracılığı ile açıklığa kavuşuyorlar. Mesela, Sheakspeare’in ünlü “Otello” trajedisinde saf muhabbetle kıskançlık, gerçekçilikle yalan, kin- kudretle (öfkeyle) sevgi, dostlukla inayet, ırkçılıkla insanseverlik, gıpta ile hoşgörü vs. gibi duygular ve tezat teşkil eden anlamların ifadesini duyuyoruz. Eğer Otello, Dezdemona güzel ve beşeri ahlaki değerlerin ifadecisi gibi kendisini gösteriyorsa, Yago aksine toplum tarafından sevilmeyen, çirkin ve egoist ahlaki sıfatların ifadecisine çevrilmiş oluyor. Sanatın bir önemli özelliği de orasındadır ki,onun eğitici tesiri hiç bir milli, coğrafi, dini sınır tanımıyor. Daha doğnısu en güzel sanat eserleri adeta beşeri evrensel ahlaki değerleri savunuyor, toplumun, insanların manevi terakkisine engel olabilen ahlak prensiplerini çeşitli yollarda eleştirir, onların bozucu mahiyetini spesifik ve bedii bir dille ortaya çıkarmaya çalışıyorlar Tabii ki, sanat bu yüksek ahlaki misyonu yerine getirmekten ötürü kendi eseri için seçtiği estetik objeyi olumlu bir estetik ideal pozisyonundan değerlendirmelidir ve burada tesadüfi değil ki. sanatçının, bu sırada yazarın, bestekarın, ressamın, tiyatro yönetmeninin vs. sosyal mesuliyeti (sorumluluğu), daha doğrusu manevi-ahlaki dünya görüşü vs. son derece önemli rol oynuyor ve uzmanlar bu özelliği sık sık vurguluyorlar.

Genelde sanat eserlerinin amacı sırf olumlu nıanevi-estetik idealleri terennüm etmek, insanları yüksek manevi amaçlarla yaşamağa, kendi gündelik hayatlarında bu yüce davranış yasalarına ve manevi değerlerine riayet etmelerini saklamaktadır. Hatta gerçek hayattaki çirkin mânevi olayları yansıttığı zaman bile sanat eserleri çoğu kez kendi yüksek eğitici fonksiyonunu kaybetmiyor. Çünkü bu kabilden olan eserlerde kendi yansıminı bulan objeler, olumsuz ahlaki olaylar adeta ilerici estetik ideal pozisyonlarından eleştirilir, toplumun, halkın hayatında onların engelleyici, çirkin mahiyeti açıklanıyor. Bu nedenlere göre de sanat eserleri,özellikle de onun polifonksiyonel (bir kaç fonksiyonu yerine getirebilmek yeteneği)karaktere, duygusal dile sahip olması gibi özellikleri ve tabii ki, ilerici mânevi-estetik ideal pozisyonundan onları kullanabilen sanatçının olması sayesinde insanların kendisine olan sevgisini artırabiliyor. Tesadüfi değil ki, Batı’nın Gothe, Heine, Byron, Cervantes gibi yazarları gibi Doğu’nun Mevlâna, Nizami, Fuzuli gibi düşünür şairlerinin eserleri de tedricen bütün dünyada yayılmağa,anlaşılmağa ve sevilmeye başlıyor. Manevi ve beşeri faziletleri terennün, kabahatleri ise eleştiren bu dehalar artık bir milletin manevi kültüründe olduğu gibibütün milletlerin de manevi-estetik kültüründe önemli yer oynamağa başlıyor.

Mesela, ünlü Rus satirik yazarı GogoUun “Müfettiş”, “Ölü Ruhlar”, Saltıkov Şedri’nin “Rus Mujiki (köylüsü) İki Generali Nasıl da Doyurdu” gibi eserlerinde ortaya koyulmuş çirkin manevi ahlaki problemler (yolsuzluk, rüşvetçilik, yaltaklık, darkafalılık, yobazlık, nadanlık, cehalet vs.)hiç de yalnız bu halkın manevi kültürü ile sınırlanmamalıdır. Aksi halde onların bütün dünyada bile böyle bir büyük aksi sedaya neden olmasının sebebini anlamak imkansız olurdu. Hatırlatalım ki, mesela, Gogol’un ‘”Müfettiş” komedisi vaktiyle Türk diline de tercüme edilmiş ve büyük başarıyla tiyatro sahnesinde oynanmıştır. Yukarıda adı geçen eserin büyük etkileyici, eğitici gücü bir de orasındadır ki, burada yazarlar değindikleri ahlaki olayların çirkinliği, sahteciliğini, halkın yüksek maneviyatına zıt olmasını açıklıyor ve onlara karşı okuyucuların, seyircilerin olumsuz tepkilerini oluşturabiliyorlar.

Vaktiyle ünlü Türk yazan Reşat Nuri Güntekin’in sinemaya alınmış “Çalı Kuşu” dizisi eski Sovyetler Birliğinde, bu sırada Rusya’da seyircilerin büyük bir sevgisine neden olmuştur. Zahiren Türkiye’nin ve Rusya’nın birbirlerinden farklı görülebilen manevi-ahlaki kültürüne, davranış kayidelerine, psikolojik düşünme, tarzına vs. rağmen eserin kahramanı Feride sureti, burada yansıtılan olaylar diğer milletlerden (özellikle de tabii ki, Türk Cumhuriyetlerinden olan izleyiciler gibi Rus halkının çeşitli tabakalarından olan, insanları da son derece etkilemiş, estetik açıdan heyecanlandırmıştır. Bunun nedenim ise eserde yansıtılan yüksek manevi-ahlaki niteliklerin, daha doğrusu evrensel öneme sahip saf muhabbetin, bütün zorluklara rağmen kendi öğretmenlik görevim sonuna kadar şerefle yerine getirmek arzusunun, yüksek maneviyatın, halkının ahlaki geleneklerine ve yeteneklerine derin sevgi ve saygının eserde yüksek sanatsallıkla ifade olunması ile izah etmek mümkündür. Ünlü Kırgız yazan Cengiz Aytmatov’un eserlerinde de biz millilikle beşeri (evrensel) öğelerin diyalektiğini görebiliriz. Bütün dünyada sevgi ile karşılanan bu eserlerde Kırgız halkının gündelik hayatı, adet-ananeleri, imkan ve yetenekleri hakkında geniş fikir yaratan yazar, aynı zamanda halkın temsilcileri olan Gülsara, Tohınay gibi bedii suretler aracılığıyla en yüce beşeri ahlaki nitelikleri ifade edebilmiştir.

Birçok yabancı dillere, bunun yamnda Türk diline de çevrilmiş bu eserler bütün dünyada geniş bir şöhret kazanmıştır. Cengiz Aytmotov’un oluşturduğu kahramanların gücü her şeyden önce Kırgız Türklerine özgü olan metanet, mütevazilik, çalışkanlık, namusluluk, hoşgörütük, saygınlık vs. gibi yüce manevi niteliklerdir ki, genelde halkın psikolojisini ve karakterim onlarsız tasavvur etmek mümkün olmuyor. Yazar bu yüce manevi niteliklerin en ağır sosyal-ekonomik ve ideolojik baskılara mâruz kaldığı dönemlerde, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nde hakim olan aşın milliyetçiliğin, şovenizmin, sömürgeciliğin ve hükümranlık ideolojisi koşullarında bile kaybedilmemesi fikrini savunmakla asırlarca onları yaşatabilen nedenleri-halkın vatanına, ulu geçmişine, dinine, diline,özgürlüğüne olan sönmez muhabbetini ve hiç bir zaman mahvedilmeyen yüce ideallerini de açıklamağa çalışıyordu. Hatırlatalım ki, aslında bu gibi ahlaki idealler özellikle 1960’lı yıllarından başlayarak devletin ahlak prensiplerinde bile resmi olarak yer almasına ve komünist ahlak prensipleri gibi onun resmi kanunlar mecmuasına dahil olmasma rağmen, aslında hiç bir türlü real gerçekliği buradaki sosyal haksızlıktan insan haklarının, hatta tüm milletlerin bile yok edilmesi (genositi) gibi oiaylan yansıtmıyor ve tabii ki bu nedenlere göre de inandıncı olmayıp, daha çok ütopik karakter taşıyorlardı.

Somut olarak bu ahlaki prensipler daha çok şahsiyeti, şahsi teşebbüskarhğı, şahsi mülkiyeti, milli, dini inançları, ahlaki-etik prensipleri sınırlıyor, onları içtimai mülkiyete dayanan ve aslında yukarıda, kaydettiğimiz çok asırlık kültürel değerleri inkar eden vahid sosyalist, komünist ideolojisi ile değiştirmek amacını yerine getirmiş oluyordu. Aynı zamanda buradaki ahlak prensipleri gerçek yaşam koşullarında yerine getirmemesine rağmen yayın, basın, güzel sanatlar, sosyal bilimler, tüm eğitim sistemi vs. mecburi olarak kendi faaliyetlerini mutlaka bu istikamette yapmalannı talep ediyordu. Hatta tesadüfi değil ki, mesela güzel sanatlar gibi universal
imkanlara ve çeşitli sosyal fonksiyonlara, bir dizi bedii akımlara sahip olan eğitim aracının bile yalnız bir bedii metod-sosyalist realizmi metodu ilkelerine ve sınırlarına uygun olarak davranmasını mecburi hesap ediyorlardı. En yetenekli ve ünlü yazarlann bile bu ilkelere (mesela N. Gorki, S. Yesenin, F. Fadeyev.gibi ünlü Rus yazarlarının bile mecburen bu çevreler içerisinde davranmaları, takiplere mâruz kalmalan son zamanlar açıklığa kavuşmuştur) uymaları, eserleriyle Marksist-Leninist ideolojinin ilkelerini tebliğ etmeleri son derece önemli kılınıyordu. Hatta karmaşık hayat yolu geçmiş ünlü Türk şairi Nazım Hikmet’in bile uzun bir süre bu ideolojinin etkisi altında yazıp yaratması malum hakikattir, O, Durhan H. Hatipoğlu’nunda yazdığı gibi hatta bir zamanlar şair arkadaşlarına mutlaka komünist partisinin emrine amade etmelerini öneriyor ve yeryüzüne en ilerici Türk şiirinin yaranmasını bu bedii metod ile ilgilendiriyordu.

 

Bu ilkelerin sınırlarından dışarıya çıkan ve aslında ülkede meydana gelen sosyal- kültürel bozuklukları, haksızlıktan, çeşitli ulusların, milletlerin soykırımını, dillerinin, dinlerinin mahv edilmesini yansıtan sanatçılar, öylece de bilim adamları, bu sırada filozoflar (mesela XX. asrın ünlü Rus filozoflarından Trotski’nin Berdyayevin, Buharuvin, Sorokin’in bunların yanında tanınmış Azeri filozofu Heyder Hüseyinov’un trajik hayatını hatırlatmakta fayda var) bile dessidend adlandınlarak aralıksız olarak takip ediliyor, millet haini gibi cezalandınlıyor, eserleri mahv ediliyor, bir sözle manevi ve hatta fiziki açıdan ortadan kaldırılıyordu. Tabii ki, böyle bir tarihi durumda özgürce düşünebilen şahsiyetler kendi adil halk seslerini yükseltmekle birlikte çoğu kez muhacirette hayat sürdürmeye, vatanlarından uzaklarda yaşamağa mecbur oluyorlardı. Bu bakımdan yüzlerce ünlü bilim adamı ve sanat adamlarını ömek vermek mümkündür.

Son zamanların en ünlü yazarlarından sayılan Nobel ödülüne layık görülmüş ünlü Rus yazarı Soîjenitsın’ın yaratıcılığı, özellikle de “Takım Adaları’ , “İvan Denisoviç’in Kırk Günü” eserlerinde komünist rejimi dönemin insan mantığına sığmayan ve zorakiliğe dayalı bir ahlakın toplumun bütün manevi hayatına egemen olması gerçekliğini son derece realist bir şekilde gösterebilmiştir. Bununla bile sanatçıların büyük çoğunluğu bir süre sosyal problemîerin-sosyal adiliğin, emek özgürlüğünün, vicdan hürriyetinin, milli münasebetlerdeki dengesizliklerin, vs. tezlikle çözümlenmesine inanıyor, kendi eserlerinde bu anlamlarla ilgili ahlaki değerleri ifade etmeye çalışıyorlardı. Tabii ki, mevcut devlet sisteminin gerici, ezici, bireyin, şahsiyetin oluşmasına engel olan kültürel-ahlak politikasının bu tip yazarların eserlerinde abartılmış, süslendirilmiş ve gerçeklik şeklinde büyük bir coşku maskesiyle ifade olunsa bile aslında yanlış ahlaki değerlere yönlendirildiklerinden onların estetik- eğitici etkisi o kadar da büyük olmuyordu ve tabii ki, bu türlü eserlerin sanat tarihinde layikli bir yer tutacağı fikri de bu nedenlere göre inandırıcı olmuyor. Unutmamak gerekir ki, sanat eserlerini günümüze kadar ulaştırabilen,onun uzun bir tarihi süre kendi estetik teravetini kaybetmemesinin bir önemli sebebi de burada ifade edilmiş yüksek ahlaki nitelikler ve yüce maneviyattır. Sırf bu nedenlere göre de Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin veya Fuzuli’nin eserleri bazı çağdaş sanatçılardan bile daha çağdaştır. İnsanları barışa, kardeşliğe, hoşgörüye, saf sevgiye, doğruluğa, adilliğe, öylece de her türlü sosyal adaletsizliklere, haksızlıklara ve kabahatlara karşı faal bir mevkii tutmağa (hatırlatalım ki, sanatın önemli fonksiyonlarından biri de insanı yalnızca estetik nitelikler birikmiş pasif bir mahluk gibi değil, aksine hayata aktif müdahale edebilen, haksızlıklara, yolsuzluklara karşı faal hayat mevkii tutabilen bir şahsiyet gibi eğitilebilmesidir) sesleyen klasik sanat eserlerinin ömrü ve ahlak- estetik etki gücü sonsuzdur, ebedidir, çünkü yukarıda kaydettiğimiz yüce manevi-ahlaki nitelikler ve davranış kaideleri asırlar, toplumlar, devlet sistemleri vs. değişse bile onlar ebedi olarak yaşıyorlar. En ünlü sanatçılar ise çeşitli tarihi merhalelerde bu ahlaki değerlerin saygı görmesi, onların gerçekleştirilmesi ihtimalinin ne derece mümkün olup olmaması fikrim bedii şekilde ifade edebilmişlerdir. Ne yazık ki, bazen bu yüce değerler eski Sovyet Cumhuriyetlerinde sanat yolu ile bu veya diğer antidemokratik sistemlerin restorasyonuna, ayakta kalmasına ve yaşamasına hizmet için kullanılmışlardır. Tabii ki, bu sistemler, devletler, hatta imparatorluklar bile dağıldıkları zamanların manevi ideolojik açıdan temelini oluşturan ahlaki-estetik değerler, öylece de ilk önce sanat eserler kendi tarihi öneminin, eğitici fonksiyonunu kaybetmiş oluyor.

Tükenmez ve ebedi ilham kaynağı olan yüce ahlaki değerler çağdaş zamanda, özellikle de Batı kültüründe “kitlesel kültür” ismi ile geniş yayılmış bir kültür tarafından da istenilen derecede dikkate alınmıyor. 1960’h yıllardan itibaren kültür ve sanat uzmanları tarafından dikkate alman bu sosyo-kültürel olay özelikle iletişim araçlarının radyonun, televizyonun, güçlendiricilerin, çeşitli teknik araçların, bir sözle çağdaş teknolojinin gelişmesi, toplumun manevi -kültürel hayatına daha hızlı bir şekilde girmesi ile ilgilendirilmekle birlikte, aynı zamanda onun manevi- ahlak sonuçlannm büyük bir endişe uyandırmasını da kanıtlamağa çalışıyoıiar. Güzel sanatları da tedricen daha çok kendi etkisi altına alan “kitlesel kültür” mahiyetçe geniş kitlelere, özellikle de gençlere yönelin esasen bayağı, sathi kültür değerlerini geniş şeklide yaymayı amaçlıyor. Bu bakımdan çağdaş teknolojinin geniş yayın imkanlarını maharetle kullanan bu sosyo-kültürel araç pop müzik (popüler, yayın), pop edebiyat, bu sırada korku ve dehşet filmleri, seks filmleri, pornografik fotoğraf vs. şeklinde ve akla sığmaz derecede yüksek tirajlarla insanların manevi- ahlak kültürüne, davranış prensiplerine etki göstermeye imkan bulmağa başlıyor. Tabii ki, burada ahlaki estetik değerlerden daha çok gelir, menfaat, kazanç gibi amaçlar kendisim daha fazla göstermektedir.

Zannımızca bu tip sanat eserlerine aşın ilgi, daha doğrusu onlann geniş yaygınlaşması ve popülerleşmesine yönelik çabalarda bulunan sanatçılar ve işadamları halk, millet karşısında çok büyük bir mesuliyet taşıyorlar. Aslında onlar toplumun, milli kültürün, demokrasinin ve yüce ahlaki-etik niteliklerin gelişmesine engel teşkil etmektedir. Çağdaş “kitlesel kültür” daha doğrusu onun geniş ve özgün şekilde kullandığı çeşitli sanat türleri bir daha sanatın hiç de her zaman ilerici manevi- ahlaki ideallerin terennümününe hizmet etmesini göstermiyor. Aksine, yukarıda kaybettiğimiz sanat olaylan insandaki hayvani ve kaba hislerin baş kaldırmasına, kötü ahlaki-manevi niteliklerin oluşmasına neden oluyor. “Kitlesel kültür” ve sanat son zamanlar bir çok bilim adamlarının da itiraf ettikleri gibi toplumun, özellikle gençlerin kitlesel şuurunu, psikolojisini ve tabii ki, toplumsal ahlaki davranışlarını kendi etkisi altına almaktadır. Bu olay artık Batı ülkelerinde bile büyük endişeyle karşılanıyor ve ona karşı acil önlemlerin alınması zamanının ulaştığı bütün ciddiyetle söyleniliyor. Tesadüfi değil ki, hatta ABD Başkam Bill, Clinton bile Hollywood’u şiddet konusunda uyardı, gençler üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle, filmlerde ve televizyonda şiddet dozunun azaltılmasını istedi Tabii ki, çirkin manevi-estetik değerlere sahip eserlerin bozucu etkisine karşı dayanmak için gelişmiş bedii-estetik beğeninin ve isteklerin oluşturulması son derece önemlidir. Bu ise uzun süreli aralıksız ve maksada yönelik bir proses olmakla birlikte, tüm eğitim sisteminde, yayın ve basın alanında bu soruna olan dikkatin son derece artırılmasını önemli kılıyor. Sanat sosyolojisi uzmanlarının da kanıtladığı gibi yüksek bedii-estetik kültüre sahip şahsiyetin bayağı, sathi, basit, sanat eserlerine tarafsız kalması kesindir ve çoğu kez böyle bir şahıs aynı zamanda sanatın bozucu, dağıtıcı etkisine aykırı geliyor, böyle bir sanatı manen bir türlü kabul edemiyor. Aksine, milli, beşeri idealleri ifade edebilen sanat eserleri her zaman insanı daha çok etkiliyor, onların ahlakına, maneviyatına, doğru davranışlarına neden oluyor. Eğer “kitlesel sanatın” etkisi geniş kapsamlı, hızlı olmasına rağmen geçici, sathi, kısa bir aamanda kayboluyorsa, beşeri, milli- manevi, ahlaki değerleri yansıtan eserlerin tesiri aksine daha sürekli, etkili ve tabii ki, aktif- değiştîrici oluyor.

Mesela, ünlü Rus yazı N.İ. Gertsen “Bir Daha Bazarov” (1863) makalesinde kitapların insanlara olan estetik etkisine değinirken kaydediyordu ki, devrin ideallanm daha parlak ve dolgun şekilde yansıtan kitaplar ve sanatsal suretler daha fazla etkiliyor, çeşitli tarihi merhalelerde de onlar çeşitli kahramanları taklit ediyorlar. Mesela, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru bütün Alman erkekleri Verter’e, kızlar ise Şarlotta’ya benzemeye çalışıyorlardı. XIX. asrın başlarında ise üniversite öğrencileri (Verterleri) artık Schiller’in kaçaklarına çevrilmeye başladılar. 1862, yılından Avrupa’ya gelen demek olur ki, bütün Rus gençleri ise sanki Çernışevski’nin “Ne Etmeli” eserinden oluşmuşlardı .

Bu türlü örnekler bir kez sanatın ahlakla olan karşılıklı ilişkilerini açıklıyor. Bununla birlikte sanatın tam özgürlüğünü, bağımsızlığını, daha doğrusu ahlaka, maneviyata tamamiyle tarafsız olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Mesela, Benedetto Croce’nin “Estetik Üzerine Kanunlar” adlı eserinde bu eğilimi görmemek imkansızdır. Aslında, güzelliği hayranlığa karşı koyan, “salt sanat” iddiasını ileri süren, sanatın tam özgürlüğünü savunan, estetik muhakemenin tarafsızlığa inanan E.Kant’tan gelen bu eğilim sanattaki suretlerin ideya- ahlaki, bu sırada sosyal fonksiyonunu inkar ediyor, omı yalnız bedii fonksiyonla sınırlıyor, bir sözle sanatın ideya- eğitici rolünü inkar ediyor. Sanatı geometri ile karşılaştıran B.Croce sanatın insanların ahlakının oluşturulmasında, onların yüce manevi servetlerle zenginleştirilmesinde, milli şuurların geliştirilmesindeki rolünü inkar etmesinin şahidi oluyoruz. Filozofa göre sanatın böyle bir tarafsızlığı, otonom olması geometri gibi hiç de onun önemini azaltmıyor. Hatırlatalım ki, buna benzer teoriler hala da Batı estetiğinde kendisine yer bulmaktadır. Mesela, musikide dodekafon akımının yaratıcısı olan Avusturya bestekarı A. Schönberg vaktiyle şöyle yazıyordu : Musikiyi diğerinin hoşuna gitmesi için yazan ve o zaman dinleyiciyi düşünen herkes gerçek bir sanatçı değildir. Diğer bir Alman bestekarı G.Schtükkenschmidt ise genç modernist sanatçıların da hemen katıldıkları gerici mahiyetli “Müzik-İnsan aleyhindedir” sloganını bile ileri sürmekten çekinmemiştir.

Batı’da geniş intişar bulmuş bu türlü bedii-estetik teorileri, onları sanat tecrübesinde deneyen sanatçılar asılında sanatı tarihen geleneksel olarak mevcut olan milli, estetik-ahlaki kaynaklardan halkın hayatındaki baş veren önemli sosyal problemlerden vs. ayırmak amacını güdmekle birlikte, aynı zamanda sanata özgü önemli olan iş kuralları, kanunları, estetik tabiatı vs. de inkar eder, bir sözle sanatın degradasiyasına, içten dağılmasına neden oluyor. Mesela, musikide son derece önemli olan ezgi (melodi), makam, ritm, metr, tempo, harmoni gibi unsurlar inkar ediliyor (bunu dodekafon, atanol, seriy, elektron, aleatorika,puantilis gibi akımlarda izlemek mümkündür), tiyatro sanatında insanlar arasındaki mantıki ilişkiler dikkate alınmıyor (özellikle absurd-saçmalama tiyatrosunda), sanatlarda real sosyal gerçekliğe ve objelere ilgi azalıyor (özellikle abstrakt-ekspresyonizmde, soyut sanatta, kinetik akımda vs.), bir sözle biz özellikle Batı sanatında sanatla-gerçeklik, sanatla-toplum ve insan arasında genişlenmekte olan bir “uçurum”u izlemekteyiz. Bir taraftan “elitler” adlandırılan ve yukanda gösterdiğimiz akımlan içeren sanat (aslında geniş kitlenin anlamadığı bir sanat), diğer taraftan da kitlesel kültür, kitlesel sanat (bu ise aksine çoğu kez aşırı derece basitliği, primitifliği, sathiliği ile farklanıyor) aslında bu “uçurumu” daha da artmyor. Burada sohbet geniş kitlelerin gerçekten de estetik değeri olan sanat eserleriyle (mesela, halkın yaratıcılığı, klasik sanat eserleri vs. ile olan ilişkilerden gidiyor). Her iki halde bir çok uzmanların da itiraf ettikleri gibi hem eliter hem de kitlesel kültür ve sanat aslında geniş kitle ile gerçek estetik mahiyet taşıyan ve tabii ki, buna göre de manevi-ahlaki fonksiyonunu daha güzel ifade edebilen sanat arasında büyük bir uçurum yaratmaktadır. Bir kez unutmamak gerekir ki, sanatın esas amacı insanların maneviyatına, ahlakına olumlu etki göstermekle birlikte onun hayatta, toplumda güzelliği ve çirkinliği, kabahati ve fazileti, karamsarlığı ve iyimserliği vs. manevi-estetik nitelikleri farklandırmak yeteneği oluşturmak, geliştirmektir. Bu gibi yüce manevi amaçlara hizmet etmeyen sanat eserleri en çağdaş bedii akımlarla süslendirilmiş bile olsa ayrı sanatçıların iç dünyasının sübjektif ifadesi gibi meydana gelip hiç bir zaman büyük içtimai mânaya sahip olmaz, klasik sanat eserlerine özgür olan edebiyata kavuşamazlar.

 

 

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir