Sosyete ve Zübük – Sosyete De Neymiş!

Sosyete ve Zübük – Sosyete De Neymiş!

Bugün bana “sosyete” ne demek diye soru soruldu.

Fransızca kökenli olan sosyete (La société), Türkçe’de “seçkin toplum” veya “cemiyet” anlamında kullanılıyor. Sosyete, “medeni (uygar) toplumun prototipi” denebilir, henüz bu düzeye çıkamayan kişiler, çeşitli “topluluklar” diye adlandırılabilir.

Hilmi Ziya Ülken, “Sosyoloji Sözlüğü” adlı eserinde, “topluluk” sözcüğünü şöyle tanımlamıştır:

“Mahalle, seyirci kalabalığı, vb. gibi şekillerde görünür. Yığın, kütle, seyirciler, ka­labalık, bir dükkân seyircileri, v.b. gibi.”

Fatma Yalçı, “Sosyete Teknik” adlı eserinde, sosyete hakkında şu bilgileri vermiştir:

“Sosyete sadece birkaç kişinin bir araya gelivermesi değildir, insanlarla nesneler arasında karşılıklı ve sürekli bağlılık ve ilişki bulunmadıkça ortada tam bir sosyete olamaz. Meselâ tuğlalar, çimento ve kireçle birbirlerine bağlanmazlarsa, bir ev meydana getirilemeyeceği gibi, insanlar arasında da böyle bağlılıklar olmaksızın sosyete oluşmaz. Türkiye’de sosyetenin kazandığı anlam ‘yüksek değerler etrafında kümelenmiş anlam aktarıcıları’ değil, halkın değerlerinden, inancından, kültüründen kopuk yaşam tarzını ve “kitsch” (tarzın pespaye kopyası) akıl yapısını ifade eder. Çeşitli insanlar arasındaki sosyal bağlılık ise, yalnızca iş (şirket) ilişkilerine (dayalı) bağlılıktır.”

Sosyete aile, dingin ve huzurlu ailedir. Aile bireylerinin birbiriyle ilişkileri, barışçıldır, herkes diyaloga açıktır; onlar, sorunlarını, sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını medeni biçimde konuşurlar. Bireyler arasında saygısızlık ve hilekarlık göze çarpmaz. Aralarındaki sohbet konuları; halkın gündemi, toplumsal ilişkiler, felsefe, edebiyat, siyaset, ekonomi, bilim, din, hukuk, sanat, müzik, vb. üst değerlerdir. İnsanlar birbirine kulak verir; zırt pırt sözünü kesmez, konuyu iyice anlamadan hüküm vermezler. Herkes birbirinin sınırlarını bilir, o sınırları zorlamaz ve aşındırmaz. Kimse kimseye üstün gelmeye çalışmaz, tartışmalar pek sürtüşmeye dönüşmez veya ikide bir tansiyon yükselmez. Bir toplumda veya bir ailede sık sık sürtüşme, gürültü, kavga veya bir panik hali yaşanıyorsa, ortada ya bir ilkellik ya da bir çiğlik söz konusudur. Oysa sosyal ilişkilerin oturduğu bir toplumda, her an kendisine haksızlık yapılacağı veya haklarının yenileceği gibi bir kaygı yaşanmaz.

Medeni toplumlarda ve ailelerde, insanların ev halleri, oturma düzenleri, giyim kuşamları, spor ve sanat etkinlikleri, sofra ve yemek düzenleri, ev düzenleri çok uzun yılların deneyimleri sonucu oturmuştur. Bunlar, yalnızca ezber kalıplar değil, rasyonel ve ahlaki temelleri olan deneyimlerdir. Bekarlık ve evlilik hayatı, boşanma, eşler ve çocuklar arasındaki ilişkiler, komşuluk, iş hayatı ve alışveriş gibi sosyal ilişkilerde yine uzun yıllara dayalı görgü kuralları egemendir. Böyle ailelerde, toplumun ortalamasında hakim olan toplumsal normlar (örf), aşırı, ölçüsüz, dengesiz ve yadırgatıcı (münker) davranışlardan kaçınma göze çarpar; ağırlıklı olarak sağlıklı ve dengeli beslenmeye özen gösterilir. (Bkz. “Toplumsal Normlar Bağlamında Normal ve Anormal Tutum ve Davranışlar”: https://www.hakveadalet.com/normal-ve-anormal adlı yazım…

İlkel topluluklardaki ilişki biçimlerinde insana değer verilmez. Saygı yok gibidir; herhangi bir ilkeye ve değere bağlı olmayan sevgi bir anda tavan yapar, çok geçmeden diplerde gezer. Eğer bir ailede, kimsenin kimseyle zorunlu ihtiyaçlar dışında pek bir diyalogu yoksa, o ev, mezar ev gibidir. Bazı ailelerde de sık sık kavga ve çatışma gözlenir; gürültü ve patırtı hiç eksik olmaz. Aile bireylerinin birbirlerine hitaplarında ve konuşmalarında, saygısızlık egemendir; hemen herkes birbirine aşağılayıcı hakaretlerde bulunur. Bazı ailelerdeki iletişim biçimi ise, değerlerden yoksun biçimde onun bunun dedikodusunu yapmaktan ibarettir.

Uygar toplumlar ve aileler; genellikle eğitimli, kültürlü, kendini parayla ve güçle ifade etmeyen; sağlıklı ve dengeli beslenen; tutum ve davranışlarında doğal; insan ilişkilerinde dengeli; özgüvenli, ama kibirli davranmayan; hayranlık bırakan ama gösteriş merakı olmayan; başkalarını rahatsız etmemeye özen gösteren; çevre ve gürültü kirliliğinden kaçınan insanlardır.

Kompleksli insanlarda ve ailelerde sosyeteye özenti hali yaygındır. Onların durumu, pahalı araç imajı vermesi için araçlarına, gürültülü egzoz taktıran görgüsüzlere benziyor. Hatta bazen bu gürültülü egzozların fiyatının, egzoz takılan araçlardan daha pahalı olduğu söylenir! Parayla veya güçle sosyeteye katıldığını zannedenler ise, sosyal hayatın her alanında ciddi davranış bozukluklarıyla göze çarparlar.

Bunlar, kendi çıkarlarından ötesini düşünmeyen, düşünemeyen sonradan görme ve bencil insan örnekleridir. Böyle tiplere “zübük” denir. Zübük, kendini ona buna afra tafra yaparak belli eder. Kimisi söylem ve eylemlerinde şiddet yoluyla korku kültürü yaratır; kimisi, hilekarlıkla üste çıkar ve insanların ellerindeki imkanları, kendi lehine çevirir, onların duygularını istismar eder. Kendisi yan gelir yatar.

İnsanlar, “Zübük”ü bir tür, “mahallenin delisi” olarak kabul ederler. Bkz. “Mahallenin Delisi, Özünde İyi Bir İnsandır (!)”: https://www.hakveadalet.com/mahallenin-delisi adlı yazım… Zübükten kaynaklanan sorunlu ve zarar verici söylem ve eylemlere kimse, korkularından, menfaatlerinden veya ilkesiz olmalarından dolayı pek ses çıkarmaz. Zübük de, çevresindeki insanları ahmak yerine koyarak, onları kullanır. Evet, “kul” gibi onları kullanır. Bildiğiniz “kul” sözcüğü, yerli yersiz, sorgulamaya kapalı, rasyonel ve ahlaki hiçbir gerekçeye dayanmadan birilerini “kullanmak” fiili ile aynı kökten gelir.

Evet, zübük, uygarca yaşayan insanın tam karşıtıdır. Kuşkusuz medeni insan ile zübük arasında yüzlerce farklı ton vardır. Zübüklüğün en önemli özelliği, hilekarca yöntemlerle insanları gütmek ve bundan utanç duymak yerine gurur duymaktır.

You may also like...

Anonim için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir