Kız Çocuklarının İnsan Kimliğini Güçlendirmek
Kız çocuklarının sahip oldukları potansiyeli ortaya koymalarına engel olan yaklaşımlar, birbirlerine zıt gibi görünseler de aslında benzer amaca hizmet ediyor.
Seküler anlayışta, dini ögelerden arınık biçimde yaşam vurgusu yapılırken, kadını bir barbie bebek gibi salt tırnağı, saç rengi, kıyafetinin uyumu-markası, bakımlı görüntüsüne zaman, enerji, para aktarmaya mecbur eden kapitalizmin kölesi haline getirdiği çoğunlukla gözden kaçıyor. Öyle ki kadının insan kimliği yerine, süslü bir biblo, oyuncak bebek modunda, kişilik ve karakteri hiçe sayılarak, nesneleştirilmesi modernizm gibi sunuluyor. Kadına, alacağı puan ya da talep doğrultusunda değer biçiliyor.
Sahih olmayan dini argümanlara dayanan ve kız çocuklarını okutmaya, kadınların çalışma hayatına katılımına engel olan yaklaşımlar da kadını ev içine hapseden yemek, temizlik, çocuk bakımı dışında bir görev ve kabiliyeti yokmuş gibi lanse ederken, kadına erkeğe hizmet etmekle mükellef, ikinci sınıf bir varlık muamelesi yapıyor. Kadın özgür iradesi ile bir birey olarak, kendi aklı, vicdanı ile hareket etme sorumluluğu ve özgürlüğünü kazanmış bir cinsiyet olarak kabul edilmiyor. Ama bu yönüyle, seküler yaşamlardaki kadını nesneleştirerek, onu “insan” değil, piyasa sisteminde, ideal bir tüketici, av olarak kullanıyor.
Kadın moda diye sunulanı hızla tüketen, “süslü bir biblo” olarak, saçı, tırnağı, cilt bakımı, ayak bakımı, selülit bakımı,.. vb için aklı fikri ağırlıklı olarak gösterişte olan, bu yönüyle bilime, edebiyata, matematiğe, psikolojiye, sosyolojiye, felsefeye gereksinim de ilgi de gösteremeyen bir insan tipi haline geliyor.
Tabi ki insan yaşamında, temiz, güzel olanı, estetik özellikleri de isteme hakkına sahip. Çürük bir zeminde, çürük olan bir temeldeki evin, fayansları, boyası, kapıları, pencereleri ne kadar süslü ve estetik olsa da en küçük sarsıntıda bina çökecektir. Sağlam zeminde, sağlam bir temelle inşa edilen bir binadaki fayans, boya da güzel olabilirse ne ala. Sağlam zeminde sağlam temelle yapılan binaya, sonrasında da su, nem çekerek çürümemesi için önlemler alınmazsa yine de bina çökebilir.
Bir insanın hayatı, inşa edilen bir bina gibi, sağlam zemin ve temelde olacaksa, dürüstlük, sorumluluk, barış, akıl, vicdan, hakkaniyet değerleri üzerine kurulu ise ve bu değerlerden taviz vermeyecek kadar güçlü bir iradeye dayalı ise o kadar dirayetli, sağlam olacaktır. Kız ya da erkek çocuklarımıza, dini ya da seküler hangi anlayışa dayanırsa dayansın, sadece güzellik, yakışıklılık, gösteriş odaklı bir yaşamı epigenetik olarak aktarmamak, gizli ya da açık öğretmemek için, yaşamın temelinde olması gereken değerlerin hayatiliğini yansıtmamız gerekir.
“Sahip Olmak ya da Olmak” adlı kitabında Erich Fromm şöyle diyor; “Eğer insan yalnızca “sahip olduğu” şeylerden ibaretse, onları yitirdiğinde, kendini de yitirecek, kim olduğunu bilemeyecektir. Böylece yaşamı yanlış kurmanın sonucunda ortaya yenilmiş, moralsiz, yıkık ve acınacak bir insan çıkar. “Olmak” kavramında ise sahip olunan şeylerin kaybedileceğinden doğan endişe ve korku yoktur. Olduğum gibiysem ve kişiliğim “olmak” tarafından belirleniyorsa kimse benden bunu alamaz ve kişiliğimin yıkılması tehlikesi de doğmaz. Odak noktamı ve davranışlarımı yönlendiren güdüleri, kendi içimde bulurum.”
Nesneler insan yaşamını kolaylaştırmak için birer araçtır, amaç değil. İnsan tükettiği şeylerin sayısı, oranı, yüksek maliyetine göre değer kazanamaz. Tam aksine insan ürettiği şeylerin sayısı, oranı, yüksek katma değeri oranında değerlidir. Günümüzde bu algı tamamen ters yüz edilmiş durumda. Sosyal medya araçları da çeşitli yollarla bunu sürekli besliyor. İnsanlar bir nesneyi-eşyayı ne kadar uzun süre kullandığı, eskitene kadar, tamamen çalışmaz hale gelene kadar sonuna kadar kullanabildiğini değil, ne kadar sık ne kadar yeni, parlak, gıcır eşya-nesne aldığını göstermeye çalışıyor.
Eğer bir övgü olacaksa, sürekli tüketime değil, ne kadar uzun vadeli kullanılabildiğine dair olmalıydı. Böylece kadın ya da erkek birey, zamanını, enerjisini, maddi kaynaklarını aklını, vicdanını, iradesini geliştirmeye-güçlendirmeye harcayacağı için toplum daha güvenilir, yaşam kalitesi iyi hale gelebilirdi. Nereden nasıl güç sahibi olduğu anlaşılamayan tiplemeler baş üstünde tutulmaz, bir ailedeki doktor, öğretmen, mühendisin uzmanlaşmak için verdiği yılların emeği ve bilinci, onların kat kat üstünde tutulurdu. Aileyi, toplumu bilgi ve emek şekillendirirdi. Güç ve gösteriş değil.
Kapitalist sistemin acımasız çarkları içinde aklı başından kolayca alınan pasif bir tüketici değil, neyin gerçekten ihtiyaç olduğunu, ihtiyaçların sınırsız, kaynakların sınırlı olduğunu, insanın daha fazla daha fazla satın alarak değil, daha fazla daha fazla okuyarak, daha fazla daha fazla haktan hakikatten yana olarak, kötülüklerin verdiği yıkımların farkında olarak, insan ayrımı yapmadan doğrudan yana kalarak, kişilikli, karakterli yaşayarak güvenilir insan olmanın önemini anlamış bireyler olmamız ve yetiştirebilmemiz umuduyla…