Bitmeyen Karanlık Çağ
Ortadoğu halklarının göz yaşlarının, yaşadıkları zulümlerin, haksızlıkların, kötü yaşam koşullarının, insan hakları ihlallerinin arkasında dine sokulan uydurmalar var. Eğer o dini uydurmalar olmasaydı, “kaderde ne varsa onu yaşarız” diyerek kimse armut piş ağzıma düş demezdi, uğraşır didinir, defalarca doğru olan için mücadele eder kolay kolay pes etmezdi… Eğer o dini uydurmalar olmasaydı; “aklımızı kullanmasak da sorumluluklarımızı yerine getirmesek de şu duayı şu kadar sayıda okuyunca bir anda hokus pokusla istediğimiz her şey gerçekleşir”, olmadı “bir şeyhe bağlanırsın, bir hoca-dede, hatta hiç olmadı mehdi gelir bir sihirli değnekle hayatını harikalar diyarına çevirir” ya da “şu türbeye, ziyarete gidersin, şu muskayı takarsın, şu ağaca çaput bağlarsın, şu sudan şu kadar içersin, isteklerine yaklaşırsın ya da bir bakarsın her şey süt liman” diyemezdi.. O dini uydurmalar olmasaydı “erkeğe karısını niçin dövdüğü sorulmaz”, “kadınlar şeytandır”, “kız çocuklarını okutmayın” gibi ahlaka, akla ve tabi ki Kuran-ı Kerim’e aykırı mesajlar, korkmadan, utanmadan haşa Allah söylemiş-istemiş gibi yayılamazdı, böylece toplumu yetiştiren kadınlar-anneler eğitimsiz bırakılmaz, yeni nesiller doğru düzgün yetiştirilebilirdi, bugün artık sayamadığımız kadın cinayeti vakaları asla kabullenilemezdi…
Aklı kullanmak; “şeytan işi”, “dinden çıkmak” olarak kerih gösterilirken, hukukta, sağlıkta, bilimde, beslenmede, tarımda, hayvancılık ve eğitimde aklı, dolayısıyla ahlakı önceleyenler gereksiz, hatta kötü insan muamelesi görmez el üstünde tutulurdu. Böylece “şu zalim dünyada”; “süper güç” diye Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da halkları ezmek, sömürmek, kendi çıkarlarına göre kağıt üstünde çizdikleri sınırları acımasızca, insanlara böcek muamelesi yaparcasına, onları gözünü kırpmadan yok ederek planlarını yürütenler amaçlarına ulaşamazdı. Çünkü Dünya’da güç ,tek elde toplanmaz, dengeli şekilde dağılır, bir kaç batılı devlet diğer dünya ülkeleri üzerinde sürekli zulüm-yıkım yapamazdı. Ki Hz. Peygamber ve onun yakın arkadaşları yaşamlarının hiç bir döneminde kaderci, akla aykırı, vicdana aykırı yollar izlemediler. Güvenli, adil ve gelişen bir toplum oluşturmak için adım adım akılla ve emekle hakça mücadele ettiler. Kestirme gibi görünen aslında yolu çıkmaza sokan, inancın İslam’la ilişkisini koparan dinsel uydurmalara dayalı yollara daima tam karşıt oldular.
Batı’da uydurma din algısı kilise eliyle “karanlık çağ” olarak nitelenen “orta çağ” (375-1453) döneminde yaşanan zulümleri, katliamları, gerici yıkımları getirmiş, yaklaşık 2 milyon kadın, lanetli görülerek “cadı avıyla” yakalanıp, türlü işkencelerle katledilirken, bilim adamları kilisenin rahatsız olduğu gerçekleri açıklamasınlar diye tehdit ve zulme uğratılırken; İslam coğrafyasında ise gelişim açısından en parlak dönem yaşanıyordu. Bilimsel çalışmalar çok ileri düzeydeydi. Matematikte Müslüman bilgin Harezmi; optik bilimleri, yerçekiminde El-Hasan; tıp, eczacılık, otopsi yöntemlerinde İbni Sina, aşı uygulamasında Razi; gökbiliminde Zerkali, toplumbiliminde İbni Haldun; felsefe mantıkta İbni Rüşd, Farabi; sezaryanla doğumda Biruni, konunun uzmanıydı ve daha pek çok örnek ile bilimde Ortadoğu, Avrupa’nın tamamen önünde idi. Çünkü o günlerde İslam coğrafyasında “aklı kullanmak, dirayetle çalışmak, yaşam koşullarını iyileştirmek için gecesini gündüzüne katmak” ibadet olarak görülüyordu. Ta ki 1100 lü yıllara gelene kadar …O tarihlerden sonra “bir lokma bir hırka”, “ hayattan koparak inzivaya çekilme”, “ bir şeyhe bağlanarak, aklını hiçbir şekilde kullanmayarak şeyh ne derse onu mutlak doğru kabul ederek” çalışmadan, mücadele etmeden, hayatı iyileştirmeye, daha doğru daha yaşanır hale getirmeye gerek duymadan, kaderci bir zihinle, ileriye değil gittikçe geriye, daha geriye götüren sofu hareketin hakimiyeti başlayınca biz, ipin ucunu kaçırdık… Bayrağı Avrupa’ya kaptırdık… Bilime, insanın insanca yaşamasının önünü açan her türlü adıma batılılar imza atmaya başladı…
Çünkü batıda kilisenin, insanı nesneleştiren, uydurma dini söylemlerle pasifleştiren, insan haklarını çiğneyen uygulamalarına karşı, “dur” denmeye başlanmış, sonrasında da bu yönde çalışan insanların imkanları arttırılmıştı. Analitik düşünme ve üretmenin devamında hayatı kolaylaştıran makinelerin, araçların icadı, yeni kıtaların keşfi ve malesef o kıtalardaki yer altı kaynaklarının ve insan gücünün acımasızca sömürülmesinin de etkisiyle Avrupa, Amerika, Rusya ile aramızdaki gelişim, zenginleşme, güçlenme farkı iyice açıldı… Onlar 1957 yılında yani bundan 61 yıl önce uzaya ilk aracı gönderirken, yaşam koşulları açısından oldukça insanca bir seviyeye ulaşmışlarken, İslam coğrafyasında hala evliyalardan, pirlerden medet umuluyor, huzursuzluk, sıkıntılarla boğuşmaya devam ediliyor…
Doğu ile Batı arasındaki insanca yaşam farkı biz yaşadığımız sürece kapanacak gibi de durmuyor… Umarım bir gün Ortadoğu halkları da insanca yaşar. İnsana yakışır şekilde bir hayat düzenine sahip olabilir. Umarım Allah kaynaklı olan Gerçek Din’in (İslam), insanın hak ve özgürlüklerini sonuna kadar savunduğunu, aklın, vicdanın, merhametin her zaman her yerde herkese karşı aktif olmasını istediği, kaderci değil; emek ve mücadeleye dayalı, Allah’tan başka herkesin hata yapabileceğini, O’ndan başka kimsenin kusursuz-yanılmaz-hatasız olmadığını, Allah’tan başka kimsenin din belirleyemeyeceğini, helal haram koyamayacağını, Allah’tan başka kimsenin geleceği bilemeyeceğini, bu sebeple kimsenin insanlar üzerinde din yoluyla hakimiyet kuramayacağını fark eder, bundan emin olur, buna inanır. Umarım bir gün Ortadoğu’nun bin yıllık karanlık çağı biter.
Yararlı Kaynaklar:
Cengiz Özakıncı, İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü /827-1107 Otopsi Yay.
İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslam, Ekin Yay.
Abdülaziz Bayındır, Aracılık ve Şirk, Süleymaniye Vakfı Yay.